SETA > Yorum |
Türkiye Suudi Arabistan ve Orta Doğu'da Değişim

Türkiye, Suudi Arabistan ve Orta Doğu'da Değişim

Türkiye örneğinin Orta Doğu'nun değişim isteyen halkları arasında bir karşılığı vardı. O karşılık, Türkiye'ye yönelik bir teveccüh ve sempati doğuruyordu.

Arap Baharı denilen değişim dalgası, Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’nun kalbine doğru yayılmaya başladığında, yanıtı en fazla merak edilen sorulardan birisi, bu dalganın nereye kadar ulaşacağıydı. Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Suriye derken mevcut trende mugayir tek ülke Bahreyn’di. Arap Baharı, birer birer Arap cumhuriyetlerini vuruyor; fakat Bahreyn dışındaki Arap monarşileri bu dalgadan asgari ölçekte etkileniyordu.

Aslında Suudi Arabistan ve Kuveyt’te de Arap Baharı’ndan mülhem sayılabilecek bir hareketlenme söz konusuydu. Anayasal monarşinin tecrübe edildiği Kuveyt’te sokağa dökülen halk, hükümet değişikliğini sağlayabilince protestolar büyük ölçüde ivme kaybetmişti. Suudi Arabistan’da ise 2012’ye kadar sarkan dönemde protestolar yapılmış; Katif ve Riyad gibi şehirlerde yoğunlaşan gösteriler, mezhepsel tonları da üzerinde barındırmıştı.

Suudi Arabistan, gösteriler büyümeden kullandığı havuç-sopa metotuyla Arap Baharı’nın kendi topraklarında kök salması ve ivme kazanmasını engelledi. Bunun için bir taraftan şiddet kullanmaktan kaçınmadı. Diğer taraftan ise Şubat 2011’de 35 milyar dolar, Mart 2011’de ise 96 milyar tutarında ekonomik yardım paketlerini uygulama soktu. Bu yolla Krallığın en büyük motivasyon metodu olan maddi destekle halkın rahatsızlığını gidermeye çalıştı.

Ülke içinde alınan bu önlemlere ek olarak Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır’da yaşanan olaylara da sert tepkiler gösterdi. 14 Mart 2011’de Bahreyn’in daveti üzerine, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) çatısı altında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri askerlerinden oluşan bir birliği Bahreyn’e gönderdi. Bu hamle, Suudi Arabistan’ın Körfez bölgesinde Arap Baharı dalgalarını görmek istemediğinin ve bunları engellemek için her şeyi yapmaya hazır olduğunun en somut, en güçlü göstergesiydi. Mısır’da ise başlarda, en azından retorik düzeyinde bir karşı çıkış söz konusuydu.

SUUDİ ARABİSTAN, MÜBAREK’E SAHİP ÇIKTI

Mısır’da 2011’de Hüsnü Mübarek’in devrilmesine, ABD’nin de bunu engelle(ye)memesine en büyük tepkiyi iki Orta Doğu ülkesi gösterdi: Suudi Arabistan ve İsrail. Mübarek’in bölge güvenliği için önemine vurgu yaparken İsrail, 1978 - Camp David Anlaşması düzeninin bekçisi rolündeki Mübarek’in İsrail’in güvenliği açısından önemini kastediyordu. Suudi Arabistan’ın gündemi ise farklıydı.

Suudi Arabistan Krallığı, Mısır’da bir taraftan on yıllardır yakın ilişki sürdürdüğü bir müttefikin üstünün silinmesini ABD’nin vefasızlığına bağlarken, aynı duruma yakın bir ABD müttefiki olan kendisinin de düşüp düşmeyeceğini sorguluyordu. Diğer taraftan Mübarek’in devrilmesini, Suudi Arabistan’ın bölgede kendisine tehdit olarak gördüğü iki unsura fayda sağlayacağını tahmin ediyordu.

Bunlardan ilki; Mübarek’in Suudi Arabistan ile paralel hareket ederek bölgede kenara ittiği İran’dı. Suudi Arabistan’ın İran ile bölgesel mücadelesinde Mübarek gibi bir lidere ve Mısır gibi güçlü bir ülkeye ihtiyacı vardı. İkincisi; 25 Şubat 2011 Devrimi’nden sonraki dönemde Suudi Arabistan’ın hassasiyetini “aynel yakin” bir şekilde göreceğimiz Müslüman Kardeşler’di. Mübarek yönetiminin yıkılmasının, haklı olarak Müslüman Kardeşler iktidarıyla sonuçlanacağını Suudi Arabistan tahmin ediyordu.

Bu noktada Mısır halkı ve Müslüman Kardeşler, Suudi Arabistan&rsq