1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi kırkıncı yılına girdi. Ülkedeki farklı kimlik ve ideolojilerden beslenen kesimlerin hoşnutsuzluğuna karşı Şah, yapısal bir değişime gitmeyince ülkede 1970'lerin ortasından itibaren küçük çaplı gösteriler başladı. Ve nihayetinde 1979 yılının Şubat ayında ayaklanmalar sonuç verdi. Ocak ayının ortasında Şah'ın Kahire'ye geçişi ve 1 Şubat'ta sürgündeki Humeyni'nin İran'a dönüşü devrimin başArap-İsrail savaşlarıarıya ulaştığının somut göstergeleri oldu. 11 Şubat'ta Başbakan'ın istifası ve ordunun tarafsızlığını ilan etmesi ile devrimin ilk aşaması tamamlanmış oldu.
İran elbetteki durulmadı. İçerde birbirleri ile mücadeleye başlayan hizipler, siyasal tasfiyeler ve suikastler kapsamlı değişim sancılarının bir parçası oldu. En nihayetinde On İki İmam Şiiliğine dayalı bir siyasal sistem ve Fars milliyetçiliğinden beslenen bir rejim doğdu.
Ancak devrimi yalnızca İran'daki değişimi ile birlikte düşünmek eksik bir değerlendirme olacaktır.
İran'da güçlü bir kraliyete karşı başarıya ulaşan devrim Ortadoğu bölgesinde yeni bir dönemin de başlangıcı sayılır.
Bu dönemi üç temel parametre çerçevesinde değerlendirmek mümkün: 1967 İsrail-Arap savaşında yaşanan yenilgi ile düşüşe geçen Arap milliyetçiliğinin yerine İslamcılık hareketlerinin yeni bir moment kazanması, devrim ihracı söylemi üzerinden yaşanan gerilim ve mezhep siyaseti üzerinden başlayan siyasal kutuplaşma.
1967 savaşında İsrail'e karşı alınan yenilgi Arap dünyasında Pan-Arabizm üzerinden yaşanan heyecanın sonunu getirdi. Özellikle Nasır'ın yarattığı heyecan dalgası sona erdi. Ayrıca İsrail karşıtlığı üzerinden meşruiyet devşiren rejimlere alternatif arayışlar hız kazandı. 1970'lerin ortalarından itibaren Mısır ve Suriye'de İhvan'ın yeniden canlanması tesadüf değildir. İslamcı düşünceden beslenen kesimlerin İran devrimine entelektüel açıdan kaynaklık etmesi ve gösterilere katılmış olması göz ardı edilemez. Bu anlamda İran devrimi ideolojik hareketlerin halk kitleleri ile birleştiğinde bir sonuç alabileceğine dair somut bir örnek olarak ön plana çıktı.
Devrimin ikinci bölgesel etkisi ise Humeyni'nin devrim çağrılarının bulduğu yankıdır. Bu bağlamda İran bölgedeki devlet dışı aktörler ve ideolojik hareketlerin neredeyse tümüyle diyaloğa geçmiş ve bu hareketlere destek vermiştir.
Birçok Arap ülkesinde "devrim ihracı" olarak nitelendirilen bu strateji, İran devriminin On İki İmam Şiiliği doktrini üzerine oturması dolayısıyla, Şii nüfusun yaşadığı Arap ülkelerinde ciddi gerilimler yarattı. İran-Irak savaşının temel gerekçelerinden biri de Saddam Hüseyin'in Irak'ta benzer bir meydan okumayla karşı karşıya kalma korkusuydu.
İran Devriminin üçüncü etkisi ise bölgesel düzeydeki jeopolitiğe yansıdı. İran'ın "devrim ihracı" söylemi Şii nüfus ve devlet dışı aktörler üzerine yaptığı hesaplarla birleşince yeni bir yarılmaya yol açtı. İran'ın "devrim ihracı" siyaseti karşısında yeni bir ittifaka giden Körfez ülkeleri ABD'nin de desteğini alarak Körfez İşbirliği Konseyini kurdu. Dahası Suudi Arabistan "Şii yayılmacılığı"na karşı Vehhabi ideolojiyi dengeleyici bir unsur olarak kullanmaya başladı ve Ortadoğu başta olmak üzere birçok bölgede bu ideolojiyi destekledi.
Böylece Ortadoğu Soğuk Savaşı olarak nitelendirilebilecek bir tablo ortaya çıktı.
Vehhabi ideolojinin taşıyıcısı Suudi Arabistan ile Şii doktrini benimseyen İran arasında bu gerilim otuz yıl boyunca zaman zaman hararetlense de sıcak bir çatışmaya dönüşmedi.
[Fikriyat, 11 Åžubat 2019].