ABD’nin Venezuela konusunda politikasını sertleştirmesi ve uzun zamandır bu ülkede iktidarda olan Chavez-Maduro çizgisine son vermeye çalışması dünya siyasetinin seyri açısından önemli anlamlar içeriyor.
Küresel güç konumundaki aktörlerin, kendi çıkarlarıyla uyumlu görmedikleri ülkelere müdahale etmeye ve bunu da demokrasi ve özgürlük gibi kavramlarla maskelemeye çalışmaları ilk defa yaşanan bir olay değil kuşkusuz. Dünya tarihi bu türden sayısız müdahalelerle dolu.
Bu müdahalelerin büyük bir kısmı başarılı oldu, yani müdahaleyi yapan küresel-emperyal güç başarılı olup hedef seçtiği ülkedeki iktidarı değiştirip kendi istediği kesimleri iktidara getirdi.
Bir kısmı başarısız oldu, yani müdahaleye hedef olan ülke başarılı bir şekilde direnip bağımsız dış politikasını korudu. Bu örneklerin sayısı çok azdır.
Bir kısmı ise hem müdahale teşebbüsünde bulunan hem de hedef olan ülke açısından çok büyük insani, siyasi ve ekonomik maliyetler getirdi. Afganistan, İran, Vietnam ve Küba bu sonuncusuna örnek olarak verilebilir. Bu ülkelerde halkın direnişi emperyalist müdahalecilerin işgal girişimlerinin başarılı bir şekilde püskürtülmesi sonucunu doğurdu belki, ancak savaş ya da ambargoların getirdiği yıkım bu ülkelerin onlarca yıl boyunca belini doğrultmasına müsaade etmedi.
Bağımsız dış politika arayışının bedeli bu ülkeler açısından çok ağır oldu. Zira kendilerini hedef seçen küresel aktörün (ABD ya da Rusya) orantısız gücü karşısında kendi güçleri yetmediği için başka küresel güçlere dayanmak zorunda kaldılar ve bu da yeni bağımlılıklar oluşmasına yol açtı.
Başarılı olan emperyalist müdahalelere örnek vermeye gerek yok. Zira bu türden müdahalelerin sayısı çok fazladır. Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya bu tür müdahalelerin sayısız örnekleriyle doludur. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın böyle bir müdahale girişimine karşı verdiği başarılı Kurtuluş Savaşı’yla kurulan Türkiye Cumhuriyeti de ilerleyen dönemde yaşadığı çok sayıda darbe ile ABD’nin bu türden müdahalelerinin hedefi olmuştu. En son 15 Temmuz darbe girişimi başarısız olana kadar, emperyal güç ABD, Türkiye’de bu tür darbeler yoluyla istemediği iktidarları devirebilmişti.
Latin Amerika da, bu bölgeyi kendi arka bahçesi olarak gören ABD’nin çok sayıda müdahale girişimine sahne oldu. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, bölgenin Sovyetler’e yakın olabilecek iktidarların eline geçmesini istemeyen Amerikan yönetimleri Latin Amerika’da tam anlamıyla terör estirdi. Kendi çıkarlarıyla uyumlu hareket etmeyen bölge hükûmetlerine karşı Amerikan müdahaleleri bazen Contra gerilla diye adlandırılan terör örgütlerinin desteklenmesi, bazen ise doğrudan darbelere destek verilmesi şeklinde gerçekleşti. Bu darbeler sırasında yüz binlerce insanın işkence yoluyla öldürülmesi ise Amerikan çizgisinden sapmaya meyilli diğer bölge hükûmetleri için gözdağı işlevi gördü.
2000’li yıllarla birlikte Latin Amerika ülkelerinde iktidara gelen bağımsızlık yanlısı hükûmetler bir yandan bu eski darbecilerden hesap sorarken, bir yandan da onların arkasındaki güç olan ABD ile aralarına mesafe koymaya başladılar. Brezilya, Arjantin, Şili, Bolivya, Venezuela, Nikaragua gibi ülkelerde birbiri ardına ABD ile ilişkilerde daha bağımsız hareket etmeyi esas alan hükûmetlerin iktidara gelmesi, Latin Amerika’nın Amerikan esaretinden kurtulma yolunda olduğu yorumlarının yapılmasına yol açtı.
Ancak başta Brezilya’daki Lula-Rousseff çizgisi olmak üzere, bu iktidarların başına gelenler bu havanın çabuk dağılmasına yol açtı. Şimdi ABD tarafından doğrudan müdahale tehdidi altındaki Venezuela’ya Latin Amerika’dan sadece Küba, Bolivya ve Nikaragua’nın destek vermesi ABD’nin, “arka bahçesinde” düzeni yeniden sağlamakta olduğunu gösteriyor. Brezilya, Şili, Peru ve Kolombiya’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda bölge ülkesi ABD’nin uluslararası hukuka açıkça aykırı müdahalesine destek veriyor.
Venezuela’da ciddi yatırımları olan Çin ve Rusya’nın nasıl tepki verecekleri ise hem Venezuela’nın hem de dünya siyasetinin geleceğini belirleyecek. Bu yatırımlarına rağmen Venezuela’yı ABD’nin arka bahçesi olarak kabul ederlerse, Maduro yönetiminin ABD ve müttefiklerinden gelen bu baskıya dayanması kolay görünmüyor.
Ancak Pekin ve Moskova, Venezuela’da, ABD’nin Afganistan ve Ukrayna’da yaptığını yapmaya kalkarlarsa, yani Venezuela cephesini kaybetmemek için Maduro yönetimine sonuna kadar destek vermeyi tercih ederlerse, bu tercih dünya siyasetinde çok önemli gelişmelerin habercisi olabilir.
[Türkiye, 30 Ocak 2019].