FETÖ ile mücadele uzun ve zorlu bir süreç. Türkiye bu süreci ‘mümkün olan en az hata’ ile götürüyor.
Peki, nedir mümkün olabilecek en az hata?
Mevzubahis örgüt, kripto yöntemleri kullanıyor. Küçük yaşta ağına düşürdüğü çocukları yıllar sonrasını planlayarak devlet kurumlarına yerleştirmek için hazırlıyor. Örgüt militanları hazırlandıkları pozisyonlara göre muhafazakâr, liberal, solcu, Atatürkçü ve apolitik kimliklerden birine bürünüyor. Sonrasında Genelkurmaydan Tapu Dairesi’ne kadar devletin her kurumuna, güvenlik şirketlerinden medyaya kadar da özel sektörde pek çok farklı sahada yer edinmeye çalışıyor. Bu yönüyle yaygın yapılanmış bir örgüt. Bu çapa ermiş kripto bir yapılanma ile mücadele ederken, hele ki işin içinde ‘insan’ unsuru varken hata yapılması kaçınılmaz. Neticede insanları laboratuvara sokup FETÖ’cü olup olmadıklarını test etmemiz mümkün değil. Bank Asya hesapları, gazete abonelikleri, FETÖ eğitim kurumları ile olan irtibatları, FETÖ’cülerin kendi aralarında iletişim için kullandıkları ByLock gibi göstergeler üzerinden, idare ve mahkemeler kişilerin FETÖ’cü olup olmadıklarına karar veriyor.
Hata tabii ki olacaktır. Önemli olan hataların kasıtlı yapılmaması ve kişinin suçsuzluğu ortaya çıkarsa hatadan geri dönüşün olmasıdır. Kendimize haksızlık yapmayalım. Türkiye olarak seçmeninden siyasetçisine, mahkemesinden bürokratına kadar bu süreci iyi götürüyoruz.
FETÖ ile mücadelenin, bu şekilde, mümkün olan en az hata ile devam etmesinde kamuoyunun da önemli katkıları var. Kamuoyu baskı ve denetleme işlevini neredeyse eksiksiz yerine getiriyor ve getirmeli. Ancak kamuoyunun mağdurların oluşmaması yönündeki baskıları, zaman zaman medyanın malum kesiminin ve CHP’nin başını çektiği diğer siyasi grupların art niyetli katkıları ile “mağduriyet edebiyatı”na dönüşüyor.
Şüphesiz “mağduriyet edebiyatı”nı önlemek için kamuoyunun baskı ve denetleme fonksiyonundan vazgeçilemez. Ancak FETÖ ile mücadele konusunda kamuoyunun bir diğer hassasiyetine ve hatta beklentisine de kulak vermeliyiz. Evet, mağduriyet oluşmaması yönünde haklı bir hassasiyet var ancak öte yandan 15 Temmuz gecesi canı pahasına darbeyi durduran Türk toplumu FETÖ ile mücadelede en ufak bir gevşemenin, hız kaybının, irade eksikliğinin yaşanmaması konusunda da oldukça dikkatli ve hassas. Millet bu meselenin herkesten fazla kendi meselesi olduğunun bilincinde.
Milletin bu anlamda devletten beklentisi oldukça yüksek. Çalıştığı kurumdan mahallesindeki komşusuna kadar FETÖ’cü olduğunu düşündüğü kişilerin akıbetini yakından takip ediyor. Üzerinde şüphe olan kişilerden devletin de şüphelenip şüphelenmediğini merak ediyor. İstiyor ki devlet de en az kendisi kadar dikkatli ve müteyakkız olsun, şüpheli isimleri soruşturmaya tabi tutsun, suçlu ise cezasını versin, suçsuz ise şüpheyi ortadan kaldırsın.
Üstelik bu talep, kontrolden çıkmış bir kitle psikolojisi içerisinde değil aksine oldukça bilinçli ve rasyonel bir şekilde ifade ediliyor. Toplum bir intikam hissinin pençesine düşmüş ve bu nedenle cezalandırılan kişilerin görüntüsüne aç bir durumda değil. Sürecin hassasiyetinin farkında ve zaman alan, detaylı çalışma gerektiren, belli bir sıralama içerisinde yapılması gereken bir iş olduğunu görüyor. Kimse “kendi hâlindeki” komşusunun FETÖ’cü şüphesi olduğu için sorgusuz sualsiz, alelacele cezalandırılmasını istemiyor. Ancak “büyük baş”lar bertaraf edilip, devlet yeniden yapılandırıldıktan sonra sıranın o kendi hâlinde gözüken ama ne iş yaptığı belli olmayan kişiye de gelmesini istiyor. İstiyor ki ortada hiçbir şüphe kalmasın. Kimse mağdur olmasın ancak birileri mağdur olacak diye de hesap sorulmamış baş kalmış olmasın.
Evet, beklenti yüksek ve süreç zor. Ancak imkânsız değil. Şimdiye kadar sürecin gidişatı sonuna kadar başarılı bir şekilde gidebileceğimizi gösteriyor.
[Türkiye, 25 Ekim 2016].