Sosyal teorinin yaşayan en büyük isimlerinden olan Alman Sosyolog Jürgen Habermas, Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü çalışmasında, kamusal alan fikrinin en önemli bileşeni olarak kitle iletişim araçlarını göstermektedir. Habermas’a göre kitle iletişim araçlarının (basının/gazetenin) 17. yüzyılda ortaya çıkması ile birlikte, burjuva kendi fikirlerini özgürce ifade edebileceği bir mecraya kavuşmuş ve siyasi iktidardan bağımsız tartışma alanları ve haber dolaşımı ortaya çıkmıştır. Önceleri kamusal alanda canlı bir tartışma olanağı yaratan gazeteler zamanla ticari kaygıları olan sınıfların sözcülüğünü yapmıştır. Kitle iletişim araçlarının kamusal olanı yönlendirmesi, örgütlerin piyasalardaki hakimiyetini iletişim araçları vasıtasıyla sürdürmeleri, “kamusal alanın yeniden feodalleştirilmesi” şeklinde kavramsallaştırılmıştır.
Yeniden feodalleşme
Habermas’ın yeniden feodalleşme olarak yorumladığı bu yeni durum etik ilkeler üzerinden uzlaşmaya, rasyonaliteye ve müzakereye dayalı kamusal alanın tahrip edilmesi anlamına gelmektedir. Gazetelerin ticarileşmesi ve piyasa güçlerinin bu alanı kontrol etmeleri, kamusal alanın dönüşmesi ve işlevini yitirmesine neden olan bir olgu olarak değerlendirilmiştir. Kamusal alan ve düşüncenin yayılmasında vazgeçilmez unsurlarından olan gazetenin zamanla kapitalist ticarileşme dalgasından etkilenmesi ve özel çıkarların egemenliği altına girmesi kamusal alanın adeta yıkıcı bir istilası (destructive invasion) olarak yorumlanmıştır. Ticarileşme ve tekel olma durumunun yarattığı bu durum, fikirlerin özgürce ifade edilebildiği bir araç olan medyanın kamusal alanın yaratılmasındaki etkisini de ortadan kaldırmaktadır. Sosyal teorideki kamusal alan tartışmalarına soluk getiren yeni internet teknolojilerinin yarattığı yapısal değişim, kamusal alanın yeniden canlandırılması ihtimalini söz konusu kılmıştır.
Demokrasi ve iletişim
Turuncu devrim, İran’daki Yeşil hareket, Occupy hareketleri, Arap İsyanları ve Gezi gibi toplumsal hareketlerde sosyal ağların etkin biçimde kullanılması kamusal alan tartışmalarının ivmesini artıran olaylar olmuş ve demokrasi ile iletişim araçları arasındaki pozitif ilişki yeniden kurularak bu bağlam üzerinden büyük ölçekli bir literatür ortaya çıkmıştır.
İnternet teknolojilerinin ortaya koyduğu yeniliklerin demokratik süreçlere katkı sunacağı ve demokratikleşmeyi destekleyeceği literatürde baskın bir yaklaşım olarak kendisini göstermiştir. Söz konusu yeniliklerle birlikte, toplumların daha liberal ve özgürlükçü olmasının önündeki engellerin kalkacağı ve şeffaflık ilkesinin hakim olacağı öngörülüyordu. Dönüşüm ve değişimin bir aracı olarak görülen internet teknolojilerinin 21.yy’da toplumlara daha fazla otonomi, eşitlik ve demokrasi için fırsatlar sunabileceği bu yaklaşımın ana argümanları idi. Nitekim henüz internetin geniş kitlelere ulaşmaya başladığı 2000’li yılların başında yapılan bir çalışmada, elektronik bağlantılar sayesinde seçmenlerin daha önce hiç bulunmayan küresel bir siyasi varlık oluşturmak için diğer ülkeler ile birleşeceğine ve bu sebeple internetin daha etkin kullanacağına ilişkin tezler öne sürülmüştür. İnternet teknolojilerin, yeni medya ve sosyal ağların topluma bilinç kazandıracağı ve örgütlenme faaliyetlerini kolaylaştırarak demokratik süreçlere katkıda bulunacağı düşüncesi bu yaklaşım içerisinde farklı boyutlarda ele alınmıştır. Sosyal medyanın politika ve kamusal alan üzerindeki etkisine bakıldığında bu etkiyi iki farklı dönem şeklinde tasnif etmek mümkündür. İlk dönemde sosyal medyanın otoriter rejimlerde demokratikleşme yönündeki hareketleri başlatma ve birçok ülkede özgürlükler hususunda kamuoyu oluşturma konusunda olumlu etkilerinin olduğu görülmektedir. İkinci dönem ise 2016 ABD başkanlık seçimleri ile zirve yapan, siyasi hayata yeni medya araçları ile müdahale edilmesi ve sosyo-politik hayatın bu araçlar üzerinden manipüle edildiği bir evredir. Son zamanlarda revaçta olan post-truht kavramına atıfla söyleyecek olursak, hakikatin değerini kaybettiği, algıların hakikatlere galebe çaldığı bir simülasyon dünyasındayız. Dijital alanda üretilen algıların gerçekliğin yerini aldığı ve sosyal olanın teknoloji tarafından baskılandığı bir toplumsal vasat söz konusudur. Evgeny Morozov’un klasik eseri The Net Delusion: The Dark Side of İnternet Freedom’da çarpıcı biçimde gösterdiği gibi, internet teknolojileri sanıldığının aksine demokratikleşmeye katkı sağlamamakta aksine otoriter yönelimlerin kendisini tahkim etmesi ve özgürleşme iddialarının baskılanmasına hizmet etmektedir. Teknoloji ve internet üzerinden yapılan pozitif güzellemeleri “cyber-utopianism” olarak eleştiren Morozov, aynanın diğer yüzünün ne denli karanlık olduğunu da gözler önüne sermektedir. Kitle psikolojisi ve linç eğilimi Günümüzde internet eksenli sosyal ağlarda oluşturulan atmosfere bakıldığında Gustave Le Bon’un tezlerinin çözümleme anlamında oldukça elverişli bir çerçeveye sahip olduğu söylenebilir. Le Bon, Kitlelerin Psikolojisi adlı çalışmasında kitleyi muhtelif bireylerin bir araya geldiği ve orada yeni bir karaktere büründükleri topluluk olarak tanımlar. Kendi dünyasında görece rasyonel olan birey, kitle içerisine girdiğinde farklı bir psikoloji ile hareket etmekte ve eylemlerini kitlenin karakteri doğrultusunda sergilemektedir. Le Bon’a göre kitle içerisine dahil olan bireyin bilinçli kişiliği ortadan kalkmakta, birey bilinci yerine kolektif bilinç hakim olmaktadır. İnternet tabanlı sosyal paylaşım sitelerinde sahte içeriklerin paylaşılması ve bazı kurum ve kişilerin herhangi bir sorgulamaya tabi tutulmaksızın kitlesel lince maruz bırakılması, kitle psikolojisinin en belirgin özelliklerindendir. Herhangi bir içeriği sorgulamaya ihtiyaç duyman bireyler, kendi politik cemaatlerinin yönlendirmesiyle hareket etmekte ve lince ortak olmaktadırlar. Nitekim Türkiye’de hakim olan internet tabanlı sosyal ağlar, paylaşım siteleri, bloglar ve popüler internet mecraları belirli bir dünya görüşünün hakim olduğu, farklılıkların linç kültürü ile baskılandığı bir iktidar alanına karşılık gelmektedir. Öyle ki sosyal ağlarda hakim gücün aksine içerik paylaşanlar linç kültürünün en sofistike biçimlerine maruz kalmakta ve dışlanmaktadır. Kendi cemaatlerinin hakikatini mutlak kabul eden şebekelerin sosyal ağlarda farklı olana tahammüllerinin asgari seviyelerde seyretmesi, demokratik ve kapsayıcı olduğu iddia edilen bu alanların gerçekte ne denli dışlayıcı olduğunu göstermektedir. Türkiye’deki kutuplaşma söylemi içerisinde anlamlı bir yere oturan bu sosyolojik görünüm aslında Türkiye’nin bugüne kadar tek kutuplu bir sosyal yapı arz ettiğini de ortaya koymaktadır. Senkronize ve topyekün manipülasyon Son dönemde yabancı medyanın Türkiye’ye ilgisi ile birlikte düşünüldüğünde, sosyal ağlar ve geleneksel medyanın organize biçimde muhafazakar siyaset ve yaşam biçimlerine yönelik yıpratma girişimlerinde başrolü oynadıkları görülmektedir. Cari iktidarı hedef alan dosya haberlerin (son dönemdeki kültürel hegemonya tartışmaları) sistematik ve eşzamanlı biçimde hem muhalif ve yabancı basın hem de sosyal ağlarda benzer çevrelerin gündeminde olması, saldırıların senkronizasyonunu göstermesi açısından önemlidir. Twitter ve Facebook’da milyonlarca takipçisi olan tarafsız görünümlü kamusal figürlerin daimi biçimde fake içerikler üzerinden manipülasyon yapmaları ve muhalif sitelerin bu içerikleri defaten paylaşarak dolaşımda tutmaları, topyekün saldırının bütün boyutlarını göstermektedir. Seçim sath-ı mailine girilen bu dönemde özellikle sosyal ağlarda üretilen dezenformasyonun itibarı yüksek kurumsal yapıları hedef alması, dolaşıma sokulan stratejilerin politik amaçlarını da göstermektedir. Nihai kertede demokratikleşme açısından önemli katkılar sunacağı beklenen ve farklı fikirlerinin herhangi bir baskıya maruz kalmaksızın kendisini ifade edebileceği kamusal alanlar olarak takdim edilen sosyal ağlar, bugün demokrasi ve katılımcı kültürü tehdit eden en etkili araçlardır. Türkiye’de popüler sanal ortamlara ve anonim olduğu iddia edilen paylaşım sitelerine bakıldığında, her türlü radikal eğilimin kendisini rahatça ifade edebildiği, kapsayıcılıktan uzak ve tahammülsüzlüğün azami seviyede olduğu bir ortam karşımıza çıkmaktadır. Özellikle politik açıdan farklı düşünen kesimlerin her türlü manipülasyona maruz kalması ve psikolojik açıdan kendi düşüncesini ifade edebilecek imkandan mahrum bırakılması, sosyal ağlar ve demokrasi arasında kurulan pozitif korelasyonun ciddi bir eleştiriye tabi tutulmasını mecburi kılmaktadır. Bugün internet mecraları, farklılıkların kendisini özgür biçimde ifade edebileceği bir kamusal alan olma imkanını yapısal olarak karşılamamaktadır. Hubert Dreyfus’un On the Internet adlı eserinde söylediği gibi, bedenlerarasılığı mümkün kılmayan ve hemen herkesin her şey hakkında risk almadan düşüncesini ifade ettiği mecra olan internetin “elektronik bir kamusal alan” yaratması imkansızdır.
[Star, 9 Haziran 2019].