DEAŞ’ın üstlendiği terör saldırısı sebebiyle son zamanlardaki en cahilane ve/veya en kötü niyetli tartışma yürütülüyor. Saldırının hedefinin bir gece kulübü olması üzerinden “laik” yaşam tarzının hedef alındığı şeklinde en naif ifadeyle balık hafızalı yorumlar yapılırken; niyetin yapay tartışmalarla Türk toplumunun arasına ayrılıklar sokma olduğu çok aşikâr. Sorun, bu absürd tartışmanın akla ziyan argümanlarla ve tepeden inmeci gündemler, arkaik Stalinist hayaller, ırkçı projeler, antidemokratik hırslar, Fetullahçı hülyalar uğruna kullanılması ve diğer bazılarının da bu kayığa binmesi.
Şunu açıkça söyleyeyim; artık tam anlamıyla bir operasyon mecrasına dönen sosyal medyadaki bu manipülatif tartışmanın Ayşe Teyze ve Ahmet Amca için hiçbir karşılığı yok. Reina da Türk toplumunun bir gerçekliği, Kayseri’deki kışla da Diyarbakır’daki emniyet müdürlüğü de. Sosyal medyadan yapılan her manipülasyon çabasının bu milletin sağduyusuna takıldığını hatırlatmakta fayda var. Tüm gerçekliğini sosyal medya üzerine kuranlar, hâlâ Türk halkının ferasetini küçük görüyorlar. Bu tür manipülasyonlar, Twitter, Facebook vs. üzerinden toplumu şekillendirebileceklerini düşünenlerin bir çaresizliği.
Gelelim gerçekten de anlamak isteyen için tartışmanın içeriğine. DEAŞ’ın bir “hayat tarzını” hedef aldığı doğrudur. Doğru olmayan ise bu hayat tarzının laik hayat tarzı olduğudur. Aksini iddia etmek safi cehalettir. DEAŞ’ın zihin dünyasında sadece örgütten müteşekkil bir “biz” vardır. Ötekiyi ise örgüt dışındaki herkes teşkil etmektedir. Açın Dabık’a, Konstantiniyye’ye, El-Bağdadi’nin mesajlarına bakın; DEAŞ zihnini dışa vurduğu yayınlarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ettiği hakaret ve tehditlerin onda birini örneğin Obama’ya, Merkel’e veya May’e etmemiştir. DEAŞ’ın zihninde Reina’da eğlenen bir Türk’ün, Arap’ın veya Batılının örneğin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den farkı yoktur. Hatta Görmez Hoca dini otoritesi sebebiyle daha büyük bir nefret objesidir. DEAŞ’ın siyah beyaz zihninde örneğin Washington Post’ta “hayat tarzı” absürdlüğünün kitabını yazan Hürriyet yazarının, örneğin bir ÖSO liderinden özünde farkı yoktur. Hatta ÖSO lideri daha büyük tehdittir. Ya da DEAŞ’ın Suriye’de şimdiye kadar öldürdüğü insanlara bakın; göreceksiniz bu insanların büyük çoğunluğunun Türkiye’de “hayat tarzı” tartışmasını organize edenlerin desteklediği “laik” şebbihalar olmadığını. Aksine DEAŞ’ın aynı şebbihaların “yobaz” olarak yaftaladığı Suriyelileri hedef aldığını görürsünüz. Daha net bir iddiada bulunayım: DEAŞ şimdiye kadar Suriye’de şebbiha öldürdüğünden daha fazla Selefi öldürmüştür. Son olarak Medine-i Münevvere’ye saldıran DEAŞ’ın aklında “sanırım” mezkur hayat tarzı yoktur.
DEAŞ en radikal tekfir tartışmalarını bile geride bırakan bir tekfir endüstrisine sahiptir. Sıklıkla alıntıladığı İbn-i Teymiye’nin bile tekfir ruhsatını hiçe sayan DEAŞ, kendisine biat etmeyen yani “öteki” olan herkesi hedef almaktadır. DEAŞ’ın Reina saldırısı sebebiyle Türkiye’de laik-dindar tartışması başlatmak ise Türkiye’yi bu tartışmayı yürütenlerden daha iyi tanıyan DEAŞ’ın ana amaçlarından birisidir.
Türk-Kürt, Alevi-Sünni veya laik-dindar gibi tartışmalar, DEAŞ’ın diğer ülkelerde de uyguladığı ve terör haritalarını çizdiği el kitaplarında da yer alan “kaos” stratejilerinin bir parçasıdır. Şimdi herkesin bir adım geriye atıp, kimin DEAŞ’ın amacına bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettiğini sorgulaması gerekiyor.
[Akşam, 6 Ocak 2017].