18 Mart'ı her sene 'Çanakkale Zaferi'nin yıldönümü olarak kutluyoruz. Türk milletinin Çanakkale'de yazdığı destan, vatan toprağını çiğnetmemek için akıttığı öz kanı, binlerce şehid... Gerçekten unutulacak gibi değil. Evet Çanakkale'de yazılan destanı unutmuyoruz ama o destandan çok kısa bir süre sonra İstanbul'un işgal edildiğini, Meclis-i Mebusan'ın basıldığını, Boğaz'da demirleyen İngiliz savaş gemilerinin namlularını Yıldız Sarayı'na doğru çevirdiğini de unutmayalım. Unutmayalım ki bugün içerisinden geçtiğimiz süreci daha iyi anlayalım. 'Güçlü ve Büyük Türkiye' yürüyüşünün ne demek olduğunu, sadece Türkiye'nin değil dünyada adalet isteyen herkesin yürüyüşü olduğunu kavrayalım. Tek sermayesi her şeye muhalefet etmek, taş üstüne taş koymayıp bol bol tenkit etmek olanlar bunu anlayamaz. Onların 18 Mart ufku 'Çanakkale anlatılırken Mustafa Kemal'e yeterince yer verildi mi?' diye bakmaktan öteye gidemiyor. Çanakkale'nin bu millet için ne ifade ettiğini, binlerce vatan evladının neden toprağın bağrına düştüğünü anlamak istemezler. İsteseler de anlayamazlar... 1923 ile başlayan bir tarih Çanakkale Destanı'nı yazmayacaktır. Kitaplarda yer alsa bile bu kadar dar bir ufuk Çanakkale'yi anlayamayacaktır. Onlar anlamazlar, anlamak istemezler, isteseler de anlayamazlar. 'Olmaz, yaptırmayız, izin vermeyiz, istemeyiz, hayır' diye bağırırlar ancak. Oysa bu milletin bir parçası olanlar için Çanakkale dünümüzü ve yarınımızı anlamak yolunda olmazsa olmaz bir anahtar. Çanakkale merceğinden bakılmadan bugüne nasıl geldiğimiz, bugün nerede olduğumuz ve yarın nerede olmamız gerektiği anlaşılmaz. 300.000 şehid... Resmi rakamlara göre... Hakikatte ise sayının çok daha fazla olduğu düşünülüyor. Canı boğazına kadar gelmiş, Çanakkale Boğazı'nda canını kurtarıp kurtaramayacağının mücadelesini veren bir devletin şehid sayısını eksiksiz hesaplaması zor. Nice isimsiz beden yatıyor toprağın altında. İsimsizler, cisimleri de yok ama diriler, yaşıyorlar. Kesinlikle ölü değiller! Onlar bizim kayıp atalarımız. Bu kadar felakete peş peşe uğrayarak bugünlere nasıl geldiğimizin cevabı ve bugün yaşadığımız 'adam kıtlığının' anahtarı onlarda. Çanakkale'de yazılan destanı tefsir edip kayıp atalarımızı bulmamız lazım. Kaybolmuş bir nesil. Daha doğrusu bir neslin en nitelikli, en kıymetli, en donanımlı, en vatanperver insanları kayboldu. Onların büyük çoğunluğu Çanakkale'de şehit düştü. Çanakkale'yi kurtardık ama onların yokluğunda memleket neredeyse elimizden gidiyordu. Öz yurdumuzu Çanakkale'de çiğnetmedik, öz vatanımızı İstiklal Harbi'nde düşmandan temizledik ama birkaç yıl sonra 'öz yurdunda garip, öz vatanında parya' olduk. Bu hakikatler ne Çanakkale Destanı'nın büyüklüğünü gölgeler, ne şehidlik mertebesine ulaşan atalarımızın kahramanlığından ve şerefinden bir şey eksiltir. Şehidlerin kendi kanları ile yazdığı destan başka hiç kimsenin övmesi ile şeref kazanacak değildir. Zaten şereflerin en yücesi ile şereflenmiş olanlara bizim övgülerimiz ile verebileceğimiz bir şeref yok. Onları övmekle ancak biz şeref kazanabiliriz. Onların övgüsü bizim için şeref vesilesidir. Ancak Çanakkale'yi anlamamız gerekiyor. Çanakkale'yi anlayıp, 'Güçlü ve Büyük Türkiye' yolunda dersler almamız gerekiyor.
[Takvim, 19 Mart 2017].