Transatlantik ilişkiler derin bir krizden geçiyor. Türkiye-ABD ilişkileri bu genel durum içinde bir istisna oluşturmuyor. Uzun süreli ve sadık müttefikler, Ortadoğu ile ilgili neredeyse tüm önemli sorunlar üzerinde anlaşmaya varmakta başarısızlar. ABD Suriye'de terör örgütü PKK'ya destek verirken Türkiye Rusya'ya yakınlaşıyor. Bunlar yalnızca tepki gösterme amaçlı tutumlar da değil. Hem Türkiye hem de ABD birden fazla sorunla ilgili en uygun anlaşmaya varmak için beş yıldan uzun bir süre müzakereleri sürdürdü. Ancak tüm çabalar başarısızlığa mahkum oldu.
Herhangi bir ilişkinin en az iki yönü vardır. Eğer oyunda sosyal bir etkileşim varsa, savaş ya da barış gibi ya da herhangi bir kriz gibi, her iki tarafın da katılımı ve sorumluluğu gerekir. Hiçbir savaş tek başına yapılmaz. Eğer bir taraf diğer tarafın tepkisi olmadan savaşmak istiyorsa savaş başlamaz. İki taraf birbirini suçlayabilir ve olayları kendi bakış açılarından yorumlamaya eğilim gösterebilir. Eğer bir taraf derinlemesine araştırırsa, bütün taraflar için kusurları ve mazeretleri bulmak kuvvetle muhtemeldir.
Türk-Amerikan ilişkilerinde ise krizin tek taraflı olarak yaratıldığı söylenebilir. ABD, ortağının çıkarlarını hesaba katmadan defalarca pozisyonunu değiştirdi. Diğer taraftan Türkiye, defalarca yaklaşımının ABD'ninkiyle uyumlu olup olmadığını anlamaya çalıştı, fakat sonuçta ne olumlu bir karşılık aldı ne de iyi niyet gördü.
ABD'nin son yıllarda sorunlara dahil olmayan tutumu dünya politikasını çalkantılı sulara sürükledi. Müttefiklerinin yeniden güçlü bağlar kurma teşebbüslerine rağmen, ABD bilgisizlik, umursamazlık ve ilgisizlik konusundaki kararlı davranışını sürdürdü. Suriye gibi kriz bölgelerine coğrafi yakınlığından dolayı, Türk-Amerikan ilişkileri, herhangi bir ikili transatlantik ilişkide olabileceğinden daha fazla problemi yansıtmakta.
Suriye, her şeyden çok, bozulma ve yıpranma alanı haline geldi. ABD yönetimi, farklı türde yabancı politika stratejileri takip ediyor. ABD ayrıca herhangi bir mantıklı karşılık vermeden Türkiye'nin sadakatini ve anlayışını bekliyor.
İlk olarak Obama yönetimi, zamanında Türkiye ile yakın bağları olan Esed rejimine karşı Suriye'yi demokratikleştirme konusunda Türkiye'nin desteğini talep etti. Türkiye tereddüt etti. Obama yönetimi, Türkiye'ye otoriter rejime karşı pozisyonuna karar vermesi yönünde baskı uyguladı. Türkiye buna uydu. Daha sonra Obama yönetimi, transatlantik ittifakın şampiyonu olduğunu kanıtlaması için DEAŞ'a karşı mücadele etmesini istedi. Ankara bunu reddetmedi, fakat terörist gruplara karşı tek başına savaşmamak için daha fazla destek talep etti. Ancak Washington yönetimi, Özgür Suriye Ordusu’nu destekleme ve güvenli uçuşa yasak bölge oluşturma konusundaki sözlerini tutmadı. Esed rejimi kimyasal silahlar kullandı. Washington bunu görmezden geldi. İran binlerce Şii savaşçıyı savaş bölgesine taşıdı, Washington rahatsız olmadı. Hatta Rusya Esed rejimini desteğe dahil olmaya davet edildi.
Amerikalılar genelde Ayn El-Arab'ı (Kobani) ABD'nin Suriye'ye yaklaşımının son aşamasını oluşturan anahtar olarak düşünüyor. Bu mantığa göre, Türkiye DEAŞ’a karşı harekete geçmeyi reddedince, DEAŞ'a karşı mücadelede olası tek seçenek olarak (PKK'nın Suriye kolu) PYD kaldı.
Ancak bugünkü detaylara bakınca, bu sav hiç bir anlam ifade etmiyor. Kobani'nin, ABD'nin PYD'ye verdiği desteği meşrulaştırmak için yazılmış ve yönetilmiş bir tiyatro sahnesi olduğunu görebiliyoruz. Çok güzel dramatize edildi ve kamuoyu üzerinde istenen etkiler eldi edildi. Uluslararası medya merkezleri manipüle haberlerle tüm olayı, Kobani'nin Suriye'de DEAŞ'ın saldırılarına hedef olan tek yermiş gibi düşünülmesine neden olacak şekilde yansıttı. Böyle bir kahramanlığın ve toplumsal cinsiyet temsilinin dünya tarihinde pek örneği görülmemiş bir şey olduğu sanısını yaydı. Yayınlar o kadar profesyonelce yönlendirildi ki tüm bu olan bitenin doğal bir hal olduğunu düşünmek olanaksız.
Kobani'yle Batı toplumu PYD'ye milyonlarca dolar akıtmaya hazırlandı. Türkiye'nin itirazlarına rağmen ABD, hiçbir zaman bu terör grubuna desteğini ciddi şekilde yeniden gözden geçirmedi. Türkiye bu yolu en az beş defa değiştirmeye çalıştı ancak yanıt alamadı. Doğal olarak Türkiye kendi yolunu değiştirdi. Artık ABD'nin öncelikleriyle ilgilenmiyor. Rusya ile ilişkilerinde (tercih olarak değil zorunluluk nedeniye) yeni bir süreç başlattı. Üzerine çok fazla gelinen Türkiye'ye başka seçenek kalmamıştı. Şu anda PYD'ye karşı mücadele ediyor, ABD'yle arasına mesafe koyuyor ve Rusya'ya iş birliği içinde.
Bu yeni güvenlik stratejisinin mizacı hakkında birçok soru sorulabilir. İnsanlar çoğunlukla "Türkiye bu yolda nereye kadar gidebilir?" sorusunu soruyor. Türkiye'yi yardımsız bırakanlar hala PYD'yi desteklemeye devam ederek "dostça" uyarılar gönderiyor ve aynı zamanda dostane olmayan tehditler savuruyor. İddia edildiğine göre, Rusya ile yakın ilişkilerin uzun vadede beklenmeyen sonuçları olabilir. Fakat uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız. Türkiye 2012-2016 yılları arasında ABD'yle ittifakından dolayı çok acı çekti ve bu nedenle şu anda ABD'nin gerçek bir dost gibi davranmasını beklemekten başka hiçbir şey ölümcül görünmüyor.
Türkiye'nin sivil bir savaşın sınırından döndüğünü ve askeri bir darbeden saatlerle kurtulduğunu hatırlatmaya gerek yok. Aynı zaman aralığında PKK, 2015 yılının yaz aylarında ayaklanmaya kalkışarak Anadolu'nun güney doğusunu bölmeyi denedi. Türkiye üç ayrı terör örgütünün eş zamanlı saldırılarına hedef oldu. ABD'nin müttefiki olan Türk devleti çökmek üzereydi.
Yolunu değiştirmesi, açıkça Türkiye'nin güvenliğinin de düzelmesini sağladı. Rusya ile olan iş birliği sayesinde, Türkiye'nin güney sınırlarındaki terör koridorunu ortadan kaldırmasını sağlayan Fırat Kalkanı operasyonu mümkün hale geldi. Bu operasyon sayesinde ayrıca tüm DEAŞ unsurları Türkiye sınırından temizlenmiş oldu. Bu yüzden, eğer biri "Türkiye neden Rusya ile iş birliği yapıyor?" diye soracak olursa, cevap çok basit: Bunu yapmak daha güvenli.
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, bugün Ankara’da olacak. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşecek. Herkes görüşmelerin içeriğini merak ediyor. İyimser olmak için bir neden var mı? Bu ziyaret, Türkiye-ABD ilişkilerinin mevcut güzergahını değiştirebilecek mi? Ya da ilişkilerde bir bozulma anlamına mı gelecek?
Tüm bu soruların basit bir cevabı var, o da hayır. Hiçbir şey değişmeyecek. Tillerson bir dizi yeni vaatlerle gelecek ve bunlar yerine getirilmeyecek. Tillerson’ın Türk mevkidaşı da bu gerçeğin farkında. Sızan bazı bilgilere göre, Tillerson Türkiye-Suriye sınırı boyunca bir güvenli bölge önerisinde bulunabilir. Bu, Türkiye'nin savaşın ilk zamanlarında yaptığı bir teklifti. Fakat ABD bu teklifi uzun süre dikkate almadı. Ancak bu mesele, Afrin operasyonu nedeniyle yeniden gündeme geldi. ABD hükümeti, tüm tepkilere karşın Zeytin Dalı operasyonunu başlatan Türkiye'yi ikna etmek için elinde başka koz kalmadığını anladı. Günümüz koşullarında, Türkiye için ne stratejik ortaklığın tarihi ne de geleceğe yönelik tehditler ikna edici nitelikte. Devletin bekası tehlikeye girdiğinde, ABD’nin yaklaşımı Türkiye'nin kaygılarını gideremez.
Öyle görünüyor ki ABD'nin elinde kabul edilebilir hiçbir şey yok. ABD somut adımlar atmadan, Türkiye ABD ile olan ortaklığına bakış açısını değiştirmeyecektir. Tillerson Türkiye'nin Zeytin Dalı operasyonuna son vermesini istemeye kalkarsa başarısız olur. Bunun yerine sunması gereken, en azından ABD’nin Menbiç'ten çekilmesidir. Bu, Fırat nehrinin doğu kısmı hakkındaki daha ileri görüşmeler için bir başlangıç noktası oluşturabilir. Türkiye sınırları üzerinde bir oldubittiyi asla kabul etmeyecektir. Pazarlık edilemez. Menbiç, tüm sınırla ilgili herhangi bir olası müzakerenin ön şartıdır. Afrin'den başlayarak İran'a doğru ilerlemek yıllar sürebilir, fakat bu Türkiye'nin stratejik hedefidir. Buna karşı çıkan herhangi bir teklif kesinlikle reddedilecektir.
Öte yandan ABD, her şeye rağmen Türkiye'nin endişelerini göz ardı etmeyi sürdürmeye karar verebilir. Bu durumda, daha fazla ihtilafa ve daha yakın Türk-Rus işbirliğine hazır olmalıdır. Yeni durum göz önüne alındığında, ABD'nin Suriye'deki yaklaşımı artık sürdürülemez. İran, İsrail sınırlarına kadar ilerledi. İsrail, İran’ın bu kadar yaklaşmasının büyük bir güvenlik tehdidi olacağına inanıyor. Bu bir İsrail müdahalesine zemin hazırlayabilir. İsrail Hava Kuvvetleri geçen hafta Suriye rejimini bombaladı. Rusya Suriye rejimi adına bir İsrail jetini vurdu. Bu, İsrail'in savaşa girmek üzere olduğu ve ilk kez Rusya ile (ABD'den daha fazla) pazarlık yapması gerektiği anlamına geliyor. Geleneksel olarak İsrail ve Türkiye, bölgedeki en yakın ABD ortaklarıydı. ABD zaten Türkiye'yi kaybetti. Dahası ABD'nin Suriye'deki çekincesi İsrail’i Rusya'ya doğru itecek. Böyle bir politikanın sürdürülebilir olmamasının nedeni budur. ABD Ortadoğu'daki klasik rolüne ve ortaklıklarına geri dönmeli. Aksi takdirde Suriye'de dışlanacak. Bu politikanın maliyetleri rekor seviyeye ulaştı ve daha da vahim sonuçlar doğurabilir.
[AA, 15 Şubat 2018]