Zayıfladığı söylenen Atlantik İttifakı, "casus zehirleme" krizinde dayanışma sergiledi. Batı'nın "Rus casusları sınır dışı etme" şeklindeki ortak tepkisi Birleşik Krallığın bir diplomasi başarısına dayanıyordu. Yine de ABD'nin 60 Rus diplomatı sınır dışı ederek Avrupa ülkelerinden öne geçmesi dikkatlerden kaçmadı. Savcı Muller'in soruşturması ile başı dertte olan Trump'ın Rusya'ya karşı sert durarak iç siyasete mesaj verdiği belirtiliyor. Her şeyden önce Batı'nın Rusya'ya karşı gösterdiği ortak tavrı "yenibir soğuk savaş" olarak nitelemek için erken. Bugünkü kapışma Soğuk Savaş dönemindeki gibi karşıt ideolojilere dayanmıyor. Aksine Putin'in Rusya'yı "güçlü bir küresel güç yapma" gayreti ile Trump'ın "Önce Amerika" politikası benzer milliyetçi formlardan besleniyor. Yine, Putin, "uluslararası normları ihlal etmekle" eleştiriliyor ancak Trump da NATO gibi çok taraflı antlaşmalara olumsuz yaklaşımıyla Batı bloğu fikrini zayıflattı. Atlantik'in iki yakasında ihtilaflar muhtelif. ABD'nin yeni milliyetçi yaklaşımından küresel ticaretin rejimini değiştirmeye kadar birçok anlaşmazlık konusu var. Sözgelimi Çin ile ticaret savaşı yapma arzusu ya da İran nükleer anlaşmasını iptal etme arayışı Avrupa'da karşılık bulmuyor. Tüm bunlara rağmen, Rusya bağlamında ABD ve Avrupa arasındaki konu bazlı işbirliği genişleyebilir. Batı kamuoyunda Putin liderliğindeki Rus yayılmacılığına "artık yeter" demek için bir mutabakat şekilleniyor. Washington'ın sert "casus" tepkisini seçimlerden sonra tehdit algılamasında öne çıkan Rusya'ya dair politikasının yeni bir evreye girmesi olarak da okuyabiliriz. Zira Obama döneminin Moskova ile ilişkilerde "reset" yapma yaklaşımı da Kırım'in iltihakı sonrası ekonomik yaptırımlarla diz çöktürme tavrı da sonuç alamadı. Putin, ABD'nin küresel sorumluluklardan geri çekilmesinden istifade etmeyi bildi. Suriye iç savaşına müdahaleyle Ortadoğu'daki nüfuzunu genişletirken Avrupa üzerindeki baskısını da artırdı. Gelinen noktada Washington sadece Çin, Kuzey Kore ve İran'a yönelik yeni politika arayışında değil. Rusya'nın sınırlandırılması da Atlantik ittifakının diğer yakası ile birlikte yeniden ele alınmak zorunda. Bu gidişat Türkiye'nin jeopolitik, stratejik önemini yeniden öne çıkarıyor. İlişkideki bütün olumsuzluklara rağmen Varna Zirvesi'nde AB'nin Türkiye ile devam etme tavrını göstermesi sadece mülteciler ile ilgili değil. Ankara'nın, Avrupa'nın güvenliği, Rusya ve İran denkleminde etkili bir aktör olmasıyla da doğrudan irtibatlı. Casus krizinde Türkiye, "kimyasal silah kullanımını insanlık suçu olarak" kınamakla yetindiyse de Rusya konusunda daha sık "müttefiklik gereğini yapma" çağrılarına muhatap olabilir. Batı'nın Rusya ve İran gündemi yoğunlaştıkça hem fırsat alanları genişleyecek hem de konu bazlı bile olsa zor "tercih kararları" alınması gerekecek. S-400'ler, Suriye'de yeni denge, yaptırımlar, İran'ın sınırlandırılması dış politikayı meşgul edecek. Rusya ve İran bağlamında yeni bir türbülans geliyor. İşte böylesi bir süreçte Ankara, PKK-YPG ile mücadelesinde sonuç almaya odaklandı. Son MGK bildirisinde Menbiç'ten teröristlerin çıkarılmaması durumunda Türkiye'nin "inisiyatif kullanacağı" bir kez daha vurgulandı. ABD ile komite toplantılarının olumlu geçtiği belirtiliyor. YPG'nin Menbiç'ten yakın zamanda çekilmesi sürpriz olmayacak. Ancak ABD ile asıl mesele Fırat'ın doğusundaki YPG varlığının kaderi. Washington açısından ise yeni bir Suriye politikası oluşturma zamanı. Zira gelinen noktada Suriye dosyası ABD'nin Rusya, İran ve Türkiye ile ilişkilerinin mahiyetini belirleyen bir odak noktasına dönüştü. CENTCOM'un sahadaki ağırlığına rağmen yeni dışişleri bakanı Pompeo ve ulusal güvenlik danışmanı Bolton'un mevcut politikaya muhtemel etkisi tartışılıyor. Trump'ın Fransa cumhurbaşkanı Macron'la Suriye'de Türkiye ile işbirliği ihtiyacını konuşması olumlu bir işaret. Ancak YPG'yi Sünni Araplarla harmanlamak için Rakka'da "Suriye Gelecek Partisi" kurmak CENTCOM'un kısır politikasının yeni bir projesi.
[Sabah, 30 Mart 2018].