Amerikan’ın askerlerini Suriye’den çekeceği söyledikten tam bir hafta sonra Trump, Suriye rejiminin Doğu Guta’da kuşatma altında bulunan Duma’ya yönelik kimyasal silah kullanmasının ardından ABD’nin “güçlü bir askeri karşılık vereceğini” açıkladı. Böylece Trump, Suriye’den çekilmek bir yana, ABD’nin askeri varlığını daha fazla artırmak durumunda kalacağı askeri bir angajman konusunda kendisini bağlayan bir açıklamada bulun-muş oldu. Buna karşılık, Rusya sert sayılabilecek bir cevap verdi. Moskova, ABD’nin Suriye’yi hedef alması halinde, Amerikan füzelerine vurmak için karşılık vereceğini açıklarken, Trump yine elindeki en önemli silahı, Twitter’ı kullanarak; Rusya’ya hazır olması gerektiğini, zira füzelerin yakında geleceğini ifade ederek müdahale konusundaki bağlayıcılığını bir üst seviyeye çıkarmış oldu. Putin, Trump konusunda mevcut pozisyonunu değiştirmeyi tercih etmedi ve sert bir karşılık vermekten (şimdilik) kaçındı.
Nasıl bir strateji
Suriye’deki mevcut jeopolitik parçalanma ile birlikte Fransa ve İngiltere’nin ABD’nin “peşine takılma” konusundaki istekleri de dikkate alındığında, Suriye krizinin nereye doğru everileceğine dair tartışma iyice hararetlenmiş oldu. Bu sırada, İsrail’in belirsizliği bir fırsata çevirmek için Suriye sahasında İran’ı hedef alan hava saldırısı, Suriye krizinde mevcut oyuncu sayısının ne kadar baş döndürücü olduğunu gösterir nitelikte. Trump’ın nasıl ve hangi boyutta askeri bir cevap vereceğini kestirmek şimdiden zor olsa da mevcut tartışmalar bu müdahalenin birçok cepheye yayılacak so-nuçlar üretebileceğini gösteriyor. Taktiksel düzeyde nasıl bir askeri operasyonun gerçekleşeceği konusunda birçok alternatif olsa da yapılacak müdahalenin Suriye’nin genelini kapsayacak anlamlı bir stratejinin parçası olup olmadığı şimdilik cevabını Trump’ın da vermekte zorlandığı bir soru. Trump ve müdahaleyi destekleyenler, Esed’in kimyasal silah saldırısının uluslararası toplumun içini rahatlatacak şekilde “güçlü ve ortak bir karşılık” bulması gerektiği konusunda görüş birliğine varmış durumdalar. Ancak askeri müdahalenin nasıl bir Suriye stratejisinin parçası olduğu konusunda açık bir tartışmanın olduğunu söylemek zor. Örneğin, İngiltere daha çok Sikripal olayından sonra Rusya’nın “püskürtülmesi” yönünde bir motivasyonu ön plana çıkarırken, Fransa’nın, Suriye’de yeni bir rol üstlenmek için müdahaleye istekli davrandığı anlaşılıyor. Almanya, başlangıçta kararlı bir pozisyon alsa da Rusya ile gerginleşmenin şimdilik fayda getirmeyeceğini düşünüyor. Müdahaleyi açıkça destekleyen Suudi Arabistan, hem Esed’i hem de İran’ı aynı anda frenleyecek bir opsiyondan yana tavır almış gözüküyor.
Türkiye’nin pozisyonunun ortada olduğunu ve Ankara’nın temkinli davrandığını not etmek gerekir. Zira, müdahaleyi takip edecek bir stratejiden yoksun saldırganlığın mevcut durumu değiştirmek bir yana daha da karmaşık hale getireceğinin farkında. Suriye’nin bir “bilek güreşi” sahası gibi görülmesinden rahatsız olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşımı son derece önemli. Türkiye’nin, ABD ile Rusya arasında arabulu-cu olabileceğine dair basına yansıyan haberlerin temelinde bu var. Meselenin elbette daha çok askeri olduğunu söyleyebiliriz, ancak her durumda Türkiye’nin Suriye krizinin geldiği aşamadan sonra süreci nasıl yöneteceği oldukça hayati. Türkiye’deki birçok tartışmada, PKK-YPG meselesine odaklanılsa da Türkiye’nin ulusal güvenliğini yakın gelecekte ilgilendiren en önemli başlıklar arasında, Suriye’deki anayasa çalışmaları ve normal politik sürece (büyük ölçüde Esedsiz) geçiş de yer alıyor. Çünkü her iki başlık da Suriye’de PKK’nın kaderini belirleyecek ölçüde önemli.
Tam da bu noktada, Astana ve devamındaki Soçi ve Ankara üçlü zirvelerinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Zira Türkiye, burada bir taraftan Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak bir anayasanın oluşmasını isterken diğer taraftan da muhalefeti hem askeri hem de siyasi olarak ayakta tutacak formülün hayata geçmesi için çabalıyor. Öte yandan daha da önemli olan, Türkiye bu üçlü zirve içinde en hayati rolü oynayan aktör. Yani Türkiye olmadan bu süreç de olmaz. Çözüm masasında oturan aktörlerin çeşitlendiği bir durumda Türkiye diğer aktörlerden sadece biri konumunda. Yani Astana eğer Cenevre’ye uzanacaksa öncesinde Türkiye’nin elde ettiği kazanımlar son derece anlamlı hale gelecek. Dolayısıyla Amerikan saldırısıyla mevcut durumun bozulma riski ve Türkiye’nin, ABD’nin ve Fransa’nın daha fazla içinde olacağı, belki Esed’in zayıflayacağı ama siyaseten Türkiye’yi tatmin etmekten uzak bir tablonun oluşabilme ihtimali var.
Türkiye, İran ve Esed rejimi rahatsız olsa bile, Rusya ile mutabakat üzerinden anayasa çalışmalarını, ABD ile mutabakat ile de gelecekte, Rusya’nın pek mutlu olmayacağı, demokratik (bütün şartların oluşması halinde BM denetiminde) bir seçimi hayata geçirmek istiyor. Dolayısıyla, ABD’nin nasıl bir saldırı planını hayata geçireceği son derece önemli hale gelmiş durumda. Bu planı yapanların hedefi, sadece Esed’i kullanmış olduğu kimyasal silahlar nedeniyle cezalandırmak değil. Öyle ya da böyle Trump ve ekibi kendilerini, bu sefer bir strateji ortaya koymak zorunda hissediyor. Hatta Fransa ve İngiltere’nin daha istekli olduğunu söylemek mümkün. Rusya, Türkiye ve İran, aralarında farklara rağmen Astana süre-cinde yakalanan konsensüsü devam ettirmek istese de ABD ve Fransa başta olmak üzere diğer aktörlerin bu süreçten çok da memnun olmadıkları oldukça açık. Bu nedenle Amerikan müdahalesine Astana süreci penceresinden bakmakta fayda var. Eğer ABD vurmayacaksa ortada bir pazarlık olacaktır. Bu büyük ölçüde Rusya’nın taviz vereceği bir şekilde, İran’ın zayıflatılacağı Esed’in ise gideceği bir şekilde olabilir. Pazarlık yoluyla ABD bunu alamazsa müdahale ile almaya çalışacaktır.
Müdahalenin şekli önemli
Trump yönetiminin önünde, rejimin tekrar kimyasal silah kullanmasını engelleyecek müdahalenin nasıl olacağına dair seçenekler mevcut. Dola-yısıyla ilk müdahalenin ilk hedefi, rejimin bundan sonra kimyasal silah kullanabilecek kapasitesini yok etmek. İkinci olarak ise Trump yönetimi, tercih edeceği müdahale yöntemiyle Rusya ve İran’ın Suriye sahasındaki etkinliğini zayıflatacak, siyasi kazançları maliyetlerinden daha fazla olacak kendi gerçekliğini oluşturma arzusunda. Yani aynı anda hem Esed’i hem de İran ve Rusya’yı zayıflatacak bir formül bulması gerekiyor. Bu bakım-dan, ABD’nin tercih edeceği askeri saldırının Suriye’de bir değişime neden olacağını beklemek gerekir. Ancak bu değişimin Trump’ın kazanacağı bir sonuç üretip üretmeyeceğini şimdiden tahmin etmek gerçekten zor. Diğer taraflar açısından da istenilen sonucu üreteceğini bilemiyoruz. Eğer Trump, uluslararası toplumun kendini daha iyi hissedeceği yalnızca cezalandırıcı bir saldırıyı tercih ederse, bu durum Ağustos 2017’de gerçekleştirilen saldırı-nın neden olduğu etkiyi ortaya çıkarabilir ve rejime maliyeti yüksek stratejik bir zarar vermeyebilir. Trump’ın çizdiği mevcut resim dikkate alınacak olursa, ABD’nin kimyasal silah kullanmasından dolayı sadece bu eylemi cezalandıracak bir saldırıya başvurmayacağı anlaşılıyor. Trump hedefi ve kapsamı çok geniş olmayan fakat, uçak hangarları, mühimmat depoları, rejimin ve İran’ın birlikte bulunduğu komuta merkezleri gibi birden çok merkezin hedef alınmasını önceleyen takibi olmayan kısmi bir saldırıyı tercih ederse, bu durumda saldırının sadece Esed ve İran için bir bedeli olacak-tır. Böylesi bir tercihin Rusya için de maliyeti olabilir. Ancak bu durum bazı riskleri bünyesinde barındırmaktadır ve ABD’nin bu aşamada Rusya ile karşı karşıya gelme niyetinin olmadığı anlaşılmaktadır. Askeri olarak krizin tırmandırılması iki büyük gücü karşı karşıya getirme riski yüksek olduğu için beklenmedik bir kazanın yaşanma ihtimali bu seçeneğin riskini daha fazla artırmaktadır. Rusya’nın sessiz kalabileceği bir durum oluşursa, böyle-si bir saldırı seçeneğinin Esed rejimini ve İran’ı zayıflatma konusunda başarıya ulaşması mümkün olabilir. Bu durum muhalefetin konumunu da yeniden güçlendirebilir. Eğer Trump, rejimin askeri kapasitesini hedef alan daha fazla genişletilmiş bir saldırıdan yana tercihini yaparsa, daha etkili bir sonuç üretme olasılığı mümkün. Bu durumda saldırının süresinin daha uzun olması beklenebilir. Bu seçeneğin gerçekleştirilme ihtimali daha düşük ama Rusya ile daha fazla karşı karşıya gelme riskini barındırıyor. Zira Rusya’nın Suriye’deki varlığını da tehdit edecek olan bu senaryoya, Putin’in razı olması beklenemez. Son alternatif ise, İngiltere ve Fransa’nın denizden Suriye’nin kimyasal silah depolarını ve bazı askeri havaalanlarını hedef alacakları sınırlı-ortak bir saldırı. Trump’tan ve yönetiminden gelen sinyaller bu yazının yazıldığı sırada başlangıçtaki istekli havayı yansıtmıyordu. Böylesi bir müdahalenin Suriye’deki mevcut durumu değişmesini beklemek ise gerçekçi olmaz. Trump ya da müdahaleyi destekleyen aktörler genel bir Suriye stratejisi ortaya koymadan ya da mevcut dengeleri dikkate almadan bir saldırı gerçekleştirirlerse bunun işe yaraması mümkün değil. Eğer bu müdahale, devamı olan ve Suriye’nin genelini kapsayacak bir stratejinin parçası olursa o halde Suriye’de hesaplar yeniden yapılmak durumunda.
[Star Açık Görüş, 14 Nisan 2018].