Ä°nsan baÄŸlanan, “adiyet” duyan bir varlık. Çok sayıda aidiyetimiz var. Ailemize, akrabalarımıza, meslek grubumuza, futbol takımımıza, etnik topluluÄŸumuza, ulusal topluluÄŸumuza, dindaÅŸlarımıza aidiyet duyarız. Aidiyet psikolojik bir süreç. Ä°nsanlar aidiyetleri için ölüp, öldürebilirler.
Cumhuriyetin kuruluÅŸu döneminde, siyasal iktidarı elde tutan elitler, aidiyetlerini Türklük üzerinden tanımladılar. Son 30 yıldır siyasallaÅŸan Kürt eliti ise, aidiyetlerini Kürtlük üzerinden kurdular. Hem Türklerin hem de Kürtlerin geniÅŸ halk kitleleri aidiyetlerinde bir numarayı Müslümanlık üzerinden ifade etseler de, elitlerin bir kısmı Türklük ve Kürtlük üzerinden bir çatışma içine girdiler. Halkın bir kısmıda elitlere eÅŸlik eder hale geldi.
“Biz ve onları” oluÅŸturmak ve aidiyetlerini inÅŸa etmek meÅŸru ve doÄŸal insan hali. Esas soru, nasıl bir kimlik ve aidiyet oluÅŸturduÄŸumuz. Daha spesifik sorularımız, bu topraklarda Türkler ve Kürtler kimlik ve aidiyetlerini nasıl kurmuÅŸlar? Halen nasıl kuruyorlar? Nasıl kurmalılar? Bu soruları üç unsur üzerinden deÄŸerlendirebiliriz. Kimlik ve aidiyetlerimiz; “içerici mi, dışlayıcı mı?”, “çoÄŸul mu, tekil mi?”, “geçiÅŸken mi, katı mı?”.
Sosyal kimlikler ve aidiyetler, bir uçta sadece kan ve soy, diÄŸer uçta ise sosyal, ekonomik ve siyasal alan üzerinden tanımlanır. Nazi döneminde Almanlar kimliklerini kan üzerinden tanımladılar. Bu tanım oldukça dışlayıcıydı. “Biz” sadece Alman ırkından oluÅŸuyordu, doÄŸal olarak “onlar” diÄŸer insanlar oldu. Bu anlayış, çatışmaya, milyonlarca insanın kanının akmasına katkı saÄŸladı.
TEKÄ°L VEYA ÇOÄžUL AÄ°DÄ°YETLER
Ä°nsanlar tek bir kimliÄŸe mi sahiptirler? Sadece tek bir ÅŸeye mi baÄŸlılık duyabilirler? Yoksa bunların çoÄŸul hali mümkün müdür? Bu soruya en güçlü cevaplardan birini Amin Maalouf veriyor. Amin Maalouf “Ölümcül Kimlikler” kitabında kimlik ve aidiyetlerin “çoÄŸul ve bileÅŸik “ olabileceÄŸini ÅŸöyle anlatıyor: “1976’da Lübnan’ı terkedip Fransa’ya yerleÅŸtiÄŸimden beri, son derece iyi niyetli olarak, kendimi “daha çok Fransız mı?”, yoksa “daha çok Lübnanlı mı? “ hissettiÄŸim sorulmuÅŸtur bana. Cevabım hiç deÄŸiÅŸmez: “Her ikisi de.”
SÖYLE BAKAYIM, TÜRK MÜSÜN KÜRT MÜSÜN?
Kimlik ve aidiyetler üzerinden kültürel ve siyasal gerginliÄŸin olduÄŸu topluluklarda ise bireyler sadece bir kimliÄŸi vurgulu olarak seçmeye ve onun üzerinden davranmaya zorlanırlar. Tarafını seç denir: Ya Türklere aitsin, ya da Kürtlere. Cümleleri kısalt! Öz konuÅŸ! Söyle bakayım, Türk müsün, Kürt müsün? Amin Maalouf, bu yaklaşımdan ÅŸikayetçi. Fransızların kendisini Fransız olarak görmeme, Arapların ise Arap olarak kabul etmeme eÄŸiliminde olduÄŸunu söylüyor. ÇaÄŸrı ÅŸu: Tek kimlikte kal, bu kimlik katı olsun, onların hiç biri de bizden deÄŸil.
Sorunumuz ÅŸu. Geçen yüzyılın başında Türk elitleri, sonunda da Kürt elitleri dışlayıcı, tekil ve katı bir kimlik ve aidiyet kurdu. Osmanlı’nın millet sistemi eÅŸitlikçi olmasa bile, içerici, çoÄŸul ve geçiÅŸken bir kimlikti. Bu hal Osmanlıyı hem büyüten, hem de dağıtan bir etki gösterdi. Yüzyıldır tartışılan soru da buradan çıktı. Çok kimliklilik bir topluluÄŸu güçlendirir mi, zayıflatır mı? Cumhuriyet elitinin cevabı, zayıflatır oldu. Bu sebeple homojen bir toplum kurmaya çalıştılar. Kürtlerin, Türklerin yaptığı gibi bir “Kürtlük” inÅŸa etme hakları elbette var. Türklere sorduÄŸumuz soruyu, Kürtler de sorabiliriz. Kürtler nasıl bir kimlik inÅŸa etmekteler? Ä°çleyici mi, dışlayıcı mı? Tekil mi , çoÄŸul mu? Katı mı geçiÅŸken mi? Bu sorular ÅŸundan önemli. Hem Türkler hem de Kürtler kimlik ve aidiyetlerini dışlayıcı, tekil ve katı inÅŸa ettiklerinde çatışma kaçınılmaz. Hem yalnız elitler arasında deÄŸil, toplumsal düzeyde, gündelik hayatta da çatışma kaçınılmaz.
[Star, 23 Mart 2015]