BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan ve AK Parti üst yönetiminin ilk dönem iktidarları süresince iletiÅŸim kurmakta en fazla zorlandığı kitle Alevi toplumuydu.
Alevi toplumu ile AK Parti realitesi arasındaki kopukluk aslında göz ardı edilen çok daha köklü bir iletiÅŸimsizliÄŸin, Türkiye’deki Alevi-Sünni iletiÅŸimsizliÄŸinin, bir yansımasıydı. Aleviler AK Parti’nin ilk döneminde kendilerini dışlanmış hisseden en geniÅŸ toplumsal kitleydi. AK Parti’nin yükseliÅŸini “laik cumhuriyete” ve dolayısıyla kendi varoluÅŸlarına bir tehdit olarak gördüler. AK Parti hükümeti tarafından Aleviler’i sahiplenmeye yönelik somut adımlar atılamadı, atılmaya çalışılan adımlar ise çoÄŸunlukla Alevi toplumu tarafından samimi bulunmayarak tepki gördü. Alevi STK’larının bir kısmı ise hükümetten duymuÅŸ oldukları tedirginliklerini Ankara’daki Danıştay Cinayeti protestoları ve Cumhuriyet mitinglerindeki tepkileriyle ortaya koydular.
Alevilerin toplumsal talepleri geç de olsa AK Parti iktidarı tarafından kabullenilmeye baÅŸlandı. Alevi toplumunun bu dönemde üç milletvekiliyle AK Parti çatısı altında temsil edilmesi önemli bir adım olarak görülebilir. Alevi olduÄŸundan dolayı öÄŸretmeni tarafından kötü muameleye maruz kalan ilkokul öÄŸrencisinin babasının BaÅŸbakan tarafından aranması da kayda deÄŸer bir jestti. Öte yandan BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın 11 Ocak’ta Muharrem Matem Orucu iftarına katılacak olması diyalog sürecinin baÅŸlatılması açısından tarihi bir hamle. Tüm bu hamleler elbette yüzyıllardır iletiÅŸim ve karşılıklı anlayış eksikliÄŸinden dolayı biriken sorunların çözülmesini saÄŸlamaya yetmeyecektir. Ancak Alevilerin merkezi hükümet ile doÄŸrudan iletiÅŸime geçmeleri ve kimliklerinin tanınma sürecinin baÅŸlaması önemsenmesi gereken bir husus. Benzer bir diyalog sürecinin Diyanet ve dindar Sünni kesimle de baÅŸlatılması elzem.
Alevi Siyasetinin Serencamı
Alevi kimliÄŸine dair birbirinden farklı tanımlar ve kimlik üzerinden edinilmeye çalışılan toplumsal talepler var. Bu nedenle “Alevilik ve Alevi kimliÄŸinin tanım(lar)ı nedir?” sorusu yerine “Alevi tanım(lar)ı ile ne yapılmak istendi ve ÅŸu anda ne yapılmak isteniyor?” sorusunu sormak daha yerinde. Her ne kadar Alevilik tarihsel olarak geriye götürülebilecek olsa da, Cumhuriyet tarihi boyunca Alevilerin kimlikleri üzerinden siyasi ve sosyal taleplerde bulunmaları yeni bir olgu.
Aleviler Osmanlı döneminde yaÅŸamış oldukları ayrımcılık ve olumsuz deneyimlerden dolayı Cumhuriyet’i sahiplendiler; özellikle laikliÄŸi Alevi kimliÄŸinin devamı açısından hayati görüyorlar. Tekke ve Zaviyeler Kanunu’yla geleneksel Alevi-BektaÅŸi kurumsal yapısı özellikle ÅŸehirlerde önemli ölçüde darbe yedi. 1950’lere kadar neredeyse bütünüyle kırsal kesimde yaÅŸayan ve Köy Enstitüleri aracılığıyla üst toplumsal katmanlara eklemlenebilen Aleviler, 1950’li ve 60’lı yıllardan bu yana yoÄŸun bir ÅŸehirleÅŸme ve modernleÅŸme tecrübesi yaÅŸadılar. Ä°stanbul, Ankara gibi büyük ÅŸehirlerde ağırlıklı olarak çalışan kesime mensup olan Aleviler, kendilerini 1970’lerden itibaren aktif bir ÅŸekilde sol hareket içerisinde konumlandırdılar ve oldukça ağır bir siyasi ve toplumsal bedel ödediler. Sol mücadele Alevilerin sosyal, siyasi ve iktisadi taleplerini karşılayamadığı gibi iç çeliÅŸkilerinin de derinleÅŸmesine neden oldu. Dedelik, musahiplik gibi geleneksel kurumlar ve Alevi ritüeller bu dönemde aÅŸağılandı.
12 Eylül Askeri Darbesi ve çift kutuplu dünyanın sol bloÄŸunun çökmesi, Alevi toplumunu 1980’li yılların sonlarında itibaren kimlik siyasetine yönelmesinde etkili oldu. Aleviler halen Türkiye’deki sol toplumsal tabanın ana omurgasını oluÅŸturuyorlar. Belki de ilk defa 1980’lerin sonlarında itibaren müstakil bir modern kimlik mücâdelesi olarak kendilerini ifade etmeye; sol örgütler ve STK’lar içerisinde siyasi deneyim kazanan aktivistler de bu tecrübelerini Alevi STK’ları kurarak deÄŸerlendirmeye baÅŸladılar. Ancak Marksist söylemi ağır basan bu yaklaşım, gerek Alevi toplumu içerisinde gerekse Alevi toplumunun devletle ve diÄŸer toplumsal gruplarla iliÅŸkilerinde çeÅŸitli sıkıntılara neden oldu. Alevi kimlik siyaseti son derece tepkisel bir tonla dillendirilmeye baÅŸlandı. Bu tepkiselliÄŸe, yakın tarihimizin karanlık Sivas ve Gazi olaylarının da eklenmesi Alevi-Sünni yabancılaÅŸmasını derinleÅŸtirdi. Alevi kimlik siyaseti, 90’lı yılların sonundan itibaren AB uyum sürecinin de etkisiyle insan hakları, grup hakları söylemleri ÅŸeklinde ifade edilmeye baÅŸlandı.
Alevi kimlik mücadelesi açısından belki de en fazla önemsenmesi gereken mesele, Alevi kimliÄŸinin yüzyıllar boyunca siyasi merkez tarafından gözardı edildiÄŸi hissi ve Alevilerin genel dışlanmışlık psikolojisidir. Bu hoÅŸnutsuzluk 1980 öncesi dönemde Marksist bir dille ifade bulurken günümüzde insan hakları çerçevesi, dindar kesimi dışlayıcı bir laiklik savunusu ve kimlikçi bir dille ifade edilmektedir. Alevi örgütlerinin birçoÄŸunun üzerinde uzlaÅŸtığı toplumsal talepler, Diyanet ve zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin ibadet yeri olarak tanınması ve desteklenmesidir. Bu talepleri, Alevi toplumsal taleplerinin bütünü olarak algılamaktansa kimlik siyasetinin enstrümanları olarak görmek daha gercekçi bir yaklaşımdır. Alevilerin siyasi ve sosyal talepleri karşılansa bile maÄŸduriyet hissi ve dışlanmışlık psikolojisi devam ettiÄŸi sürece sorun, bu hissiyatlar üzerinden farklı enstrümanlarla yeniden üretilecektir.
Bu çerçeveler Alevi camiasını hem devletle hem de dindar Sünni kesimle karşı karşıya getirdi ve doÄŸal olarak da Avrupa eksenli bir dış desteÄŸe bağımlı kıldı. Alevi STK’ları devletle hesaplaÅŸmak yerine, zaman zaman dindar Sünni kesimi öteki olarak algıladı ve bu kesimin devlet tarafından dışlanmasına seyirci kaldı. Sorunun ve gerilimin sürmesi Alevileri CHP’nin doÄŸal müttefiki, hatta sol partilerin temel oy deposu haline getirdi. CHP ve sol partiler de meselenin çözümüne yönelik politikalar ortaya koymaktansa gerilimi her an sürdürecek bir yaklaşımı benimsediler. Sonuç olarak laiklik söylemi üzerinden yapay bir Alevi-Sünni gerilimi üretildi ve bu, büyük oranda gerilimden nemalananların iÅŸine yaradı.
Alevi kimlik siyaseti ve hak arayışlarının tartışma zemininin Avrupa baÅŸkentleri ve AÄ°HM’den TBMM’ye, TBMM’deki muhatabının CHP’den diÄŸer bütün partilere, Alevi camiasındaki muhatabının da tepkisel örgütlenen Alevi STK’larından daha geniÅŸ Alevi kitlesine hitap eden Alevi STK’larına kayması, meselenin çözümlenebilmesi açısından yapısal bir dönüÅŸümü ifade edecektir. AleviliÄŸin Türk toplumunda marjinalize ederek sorunun devamını saÄŸlamak, Türkiye üzerindeki siyasi denetimini sürdürmek isteyen AP ve AÄ°HM’nin, Alevileri doÄŸal destekçisi olarak gören CHP ile diÄŸer aşırı sol partilerin ve uzlaÅŸma karşıtı siyasi aktivistler tarafından yönlendirilen STK’ların iÅŸine gelmektedir. Meseleyi bir hukuk mücadelesi olarak tanımlamak ve AÄ°HM çerçevesinde yaklaÅŸmak ise Alevi toplumunun bazı taleplerinın yerine getirilmesini saÄŸlayabilir; fakat toplumsal uzlaşı ve diyaloÄŸa herhangi bir katkısı olamaz. Bu nedenle kapsamlı bir diyalog ve uzlaşı sürecinin parçası olarak atılan adımlar çok daha anlamlı olacaktır. Gelinen noktada birbirinde oldukça farklılık gösteren Alevi kurum ve toplulukları da bir karar verme eÅŸiÄŸindeler. Yüzyıllardır çevrede durma pozisyonlarını önümüzdeki dönemde etnik, mezhepçi ve siyasi bir dille mi sürdürecekler, yoksa siyasi merkezle ve Sünni halkla kucaklaÅŸma yoluna mı gidecekler?
Anlayış –Ocak 2008