Bir süredir muhalefet partileri ve bazı dış politika uzmanları tarafından Türk dış politikasının “iflas” ettiği ve kapsamlı bir restorasyona ihtiyacı olduğu iddia ediliyor. Bu bağlamda, mevcut dış politikaya yönelik bir dizi eleştiri sıralanıyor. Bu eleştirileri birbiriyle ilişkili iki başlık altında toplamak mümkündür. Bunlardan ilki, AK Parti’nin ulus-devlet paradigmasının altını oyuyor olması. Bu bağlamda, bölge devletlerinin iç işlerine karışmak, bölgede devlet-dışı aktörleri desteklemek, milli çıkarları “ümmet” gibi ulus-ötesi politik topluluklara referansla belirlemek ve “maceracı” bir dış politika takip etmek gibi eleştiriler yapılıyor.
İkinci başlıkta ise, uzun bir dönem dış politikada milli çıkarları belirleyen seküler-milliyetçi kimliğin ihlal edilmesine dair eleştiriler var. Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasını ima eden “eksen kayması”, ülkenin “Ortadoğu bataklığına saplanması” ve din-mezhep referanslı “akılcı olmayan” bir dış politika takip etmek gibi eleştiriler ön plana çıkıyor. Böylece, muhalefete göre Türkiye giderek bölgesinde yalnızlaşan, toplumsal anlamda kutuplaşan ve uluslararası arenada da saygınlığını yitiren bir ülkeye dönüşmüş durumda.
Birçok farklı siyasi ve akademik pozisyonu bir araya getiren bu eleştiriler, aynı zamanda dış politikada nasıl bir restorasyon öngörüldüğünün ipuçlarını da veriyor. Buna göre, ulus-devletçi perspektif ve seküler-milliyetçi kimlik tarafından şekillenen Kemalist dış politika ilke ve tercihlerinin yeniden Türk dış politikasına kılavuzluk etmesi öneriliyor. Lakin Kemalist dış politika ilkelerinin, mevcut dış politikanın “iflasına” ne şekilde çare olacağına ve günümüz şartlarında nasıl uygulanacağına dair herhangi bir tartışmaya ve analize şahit olmuyoruz. Bu analiz kısırlığına, Erdoğan-Davutoğlu karşıtlığına indirgenmiş anti-politik bir söylem eşlik ediyor. Analizi ikame eden bu söyleme göre Erdoğan-Davutoğlu ikilisi neredeyse bölgedeki her problemin sorumlusu.