FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında birçok şeyi eş zamanlı olarak yaşıyoruz. Bir yandan darbe girişimine karşı kazandığımız zaferle sevinirken, öbür yandan şehit ve gazilerimizi hatırlayıp üzülüyoruz. Tek bayrak, tek vatan, tek millet ve tek devlet olma şuurunu zerrelerimize kadar hissederken, darbe kalkışması zilletini bize layık gören hainleri hatırlıyoruz. Devleti yeniden inşa eden kalıcı atılımları yaparken, aynı zamanda fire vermiş bir devletin krizini yaşıyoruz.
Kriz, var olmasına var ama çok şükür kontrol altında. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere sorumlu ve liyakatli devlet adamları, krizi iyi yönetiyor. Ancak krizin iyi yönetilmesi, kriz fırsatçılarının ortaya çıkmasına mani değil. 2002’nin, 2007’nin, 2013’ün ve 15 Temmuz 2016’nın öncesinde kalanlardan bahsediyorum. Aslında hep aynı yerdeydiler. Türkiye dönüşürken onlar yerlerinde saydılar. Acaba biz mi yanlış yerde duruyoruz diye hiç düşünmeden, yol almış millete kızdılar, darbe ile milleti geri çevirmeye, ‘hizaya sokmaya’ çalıştılar.
Evet, darbecilerden bahsediyorum. Keyif kaçırmak istemem ama Türkiye’nin darbecileri FETÖ’cülerle sınırlı değil. Bir de yıllardır "irtica da irtica" diye milletin ensesinde boza pişirip, FETÖ’ye alan açan darbecilerimiz var. Uzun süredir sesleri solukları çıkmadığı için onları unutmuştuk ama FETÖ darbe girişimini fırsat bilip, ufaktan ses vermeye başladılar.
Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde birin yanına bin, suçlunun yanına masum katılarak FETÖ tarafından mağdur edilmiş olabilirler. Onların mağduriyetlerini gidermek, varsa itibarlarını iade etmek, bu satırların yazarı dâhil hepimizin boynunun borcudur. Şüphesiz kaybedilen günleri hatta hayatları geri getirmez, çekilen acıları dindirmez ama borcumuzu ödemeliyiz. Ancak, eğer defter kitap açılıp, hesap yapılacaksa; başka yerden değil kitabın ortasından başlamalıyız.
FETÖ, bu ülkede bir dinî cemaat görünümü altında örgütlendi. Asıl yüzü meydana çıkana kadar FETÖ’yü destekleyenlerin hepsi, bu imaj nedeniyle destekledi. Ve tabii karşı çıkanlar da bu nedenle karşı çıktı. Milli güvenliğe bir tehdit oluşturduğu için değil, dindar bir görüntü verdiği için!
Eğer ki;
Devletin dinî hayat üzerindeki baskısı yıllarca devam etmiş olmasaydı, dini cemaat formunda örgütlenen FETÖ, dindar tabandan bu kadar destek görmezdi.
28 Şubat Süreci’nde kurban derileri Türk Hava Kurumu tarafından gasp edilmeseydi, bu millet kurban derilerinin nereye gittiğini sorgulama ihtiyacı duymadan cemaat görünümlü FETÖ’ye vermezdi.
Eski Türkiye’nin devleti, dindar ve fakir Anadolu evlatlarının elinden tutsaydı, devleti için canını veren insanlarımız, evlatlarını FETÖ’nün değil, devletin kucağına teslim ederdi.
İmam Hatip mezunu veya değil, dindarların evlatları, askerî liselere kabul edilseydi, namaz kılan subaylar disiplinsizlik nedeniyle ordudan ihraç edilmeseydi, kimse ‘kimliğinizi gizleyip askerî liseye girmelisiniz’ diyen FETÖ’cülere çocuğunu teslim etmezdi.
Eski Türkiye, büyükşehirlere üniversite okumaya gelmiş öğrenciye, kimliğini muhafaza etme, dinî inancını yaşama, ucuza ve insani şartlarda barınabileceği yurt imkânı sunsaydı, hiç kimse FETÖ’nün cemaat evi görünümlü örgüt evini tercih etmezdi.
Ve Eski Türkiye’nin ordusu, eline geçen her fırsatta darbe yapmasaydı, Türk Silahlı Kuvvetleri vatan savunmasındansa rejim bekçiliğine soyunmasaydı ve kendi içerisindeki darbe heveslilerini kulağından tutup kapının önüne koysaydı, bu millet FETÖ’cülerin orduya kurduğu kumpası daha erken fark eder, gerekirse 15 Temmuz’da olduğu gibi sokaklara dökülüp Mehmetçiğine sahip çıkardı.
Bu hatalar yapıla yapıla 15 Temmuz’a kadar gelindi. Bugün FETÖ’cü darbe girişimi nedeniyle fırsatçılık yapıp, Eski Türkiye’nin Kemalist-darbeci ordusunun hayaletini çağırmaktansa, Yeni Türkiye’nin yerli ve millî ordusunu inşa edelim.
Orduyu FETÖ benzeri yapılanmalardan temizlemenin yolu, kapıları tekrar milletin yüzüne kapamak değil, Türk toplumunda ne varsa orduda da onun olması için sonuna kadar açmaktır.
Artık bu gerçeği herkes idrak ve kabul etmelidir. Edemeyenlerse TV’ye çıkıp yorum yapmaktansa, evde oturup emekliliğin tadını çıkartmalıdır!
[Türkiye, 4 Ağustos 2016].