Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Beştepe'de Anadolu Yayıncılar Derneği üyeleriyle bir araya geldiği toplantıda yaptığı konuşma hayati mesajlar taşıyordu. Cumhurbaşkanı "Karşımıza maskeyle çıkarlarsa artık haydut muamelesi yapma kararı aldık. Çık ortaya delikanlıca benim Türkiye ile meselem var de ki, millet görsün. Bundan sonra Türkiye'de çeşitli sıfatlar altında ajanlık yapan hiçbir Avrupalıya ister şahıs, ister kurum olsun izin verilmeyecek. AB üyelik süreciymiş, Geri Kabul Anlaşması'ymış, artık hiç biriyle bizi tehdit edemeyecekler. Bitti o işler. 16 Nisan'da şu cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine bir geçelim ondan sonra çok daha farklı bir Türkiye doğacak" diyerek 16 Nisan'a yaklaşırken her geçen gün daha da aymazlaşan Avrupa'ya Türkiye duruşunu hatırlattı. Burada Cumhurbaşkanı'nın sadece Avrupa vatandaşlarını kastettiğini sanmak Erdoğan'ı anlamamak olur. Erdoğan'ın 2002'den beri yürüttüğü mücadelede maskesi ne olursa olsun Türkiye üzerinde kurduğu vesayeti sürdürmek isteyen çevrelere karşı durduğunu hatırlamalıyız. Laiklik perdesi arkasına gizlenen Kemalist vesayet ile salya sümük vaazlar ardına gizlenen FETÖ'cü vesayet aynı kararlılıkla bu mücadelenin hedefi oldu. Erdoğan Türkiye üzerindeki tahakküm gücünü korumak isteyen ve hegemonyal üstünlüğünü yitirmek istemeyen Avrupa'ya da aynı kararlılıkla karşı çıkmış vaziyette. Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri uzun yıllardır Türkiye ile ilişkilerde değerler adına hiçbir şey bırakmadı. Bırakmadığı gibi Türkiye'yi değerler üzerinden eleştirmeye devam etti. Bir yandan Türkiye karşıtlığını diplomatik ilişkiler dahilinde ulaşılabiliecek en gergin seviyeye çıkaran Avrupa diğer yandan Türkiye'deki saha elemanları eliyle etkinliğini sürdürmeye devam edeceğini sandı. Ancak önümüzde yeni bir dönem var. Ne ekerse onu biçeceğini unutan Avrupa'nın ülkemizdeki ajanları kadar finanse ederek devşirdiği içimizdeki hainler ile de mücadele her zamankinden daha sert bir zeminde yürüyecek. Sadece Can Dündar değil adı sanı duyulmadık Can Dündarcıklar ile de bu mücadele kızışacak. Örneğin yakın bir tarihte Alman vakıflarından aldığı finansal destek ile yürüttüğü sözde araştırmaları Türkiye'de toplumsal kaosa hizmet eden sözde akademisyenlerden bunun hesabı sorulacak. Yahut devlet üniversitelerine çöreklendiği halde Alman akademik değişim birliği DAAD'den aldığı paralara memur maaşından daha düşkün olan ve Almanya adına ajanlık yapanlara devlet ne yaptığını soracak. Üstelik bunu yaparken de hiç zorlanmayacak çünkü kim ne zaman nerede kiminle kim adına ne yaptı devletin malumu. Devletin ekmeğini yerken o devlete karşı Avrupa'nın kılıncını sallayan sözde aydınlar yakın bir gelecekte devlete ve millete hesap verecekler. Zira Erdoğan'ın da ifade ettiği üzere 16 Nisan sonrası yepyeni bir Türkiye doğacak. Erdoğan'ın dile getirdiği doğacak olan farklı Türkiye'nin en önemli özelliği aydınlarını Batı'nın kucağına bırakmayacak olması olacak. Zira Tanzimat'tan beri aydın olarak adlandırılan kitlemizi Avrupa'ya gebe bırakan yegane şey bu ülkeler tarafından ceplerinin doldurulması değil. Özellikle siyasal ve sosyal bilimlerde belli çevreler tarafından kabul edilmenin yolu bu çevrelerin istediklerini yazıp söylemekten geçiyor. Avrupa'nın bize karşı sahip olduğu kabul edilen üstünlük sebebiyle aydınlarımız, Avrupa'nın siyasal-sosyal çevrelerine yanaşabilmek adına şahsi menfaatlerini sık sık milli menfaatlerin üzerine koyuyorlar. Oysa yeni Türkiye'de aydın sınıfında var olmanın yolu başka ülkelere ajanlık yapmaktan geçmiyor; aksine işini doğru yapmaktan, bunu yaparken de nerede yaşadığını unutmamaktan geçiyor.
[Takvim, 23 Mart 2017].