2023 seçim sonuçları, özellikle muhalefet açısından güçlü bir değişim dalgasını tetiklemişti. Seçim mağlubiyetinin ardından muhalefetin üç önemli aktöründen CHP ve DEM Parti'de genel başkan değişimi yaşanırken İYİ Parti'de siyasi strateji ve söylem "hür ve müstakil" olma iddiasıyla dönüştü. 31 Mart yerel seçim sonuçları ise seçmenin değişim talep ve beklentisinin hem ciddiyetini hem de kapsamını daha net bir biçimde ortaya koydu. Öyle ki söz konusu talebin yalnızca muhalefet ile sınırlı olmadığı ve siyaset kurumundan beklentinin daha köklü olduğu görüldü. Bunun neticesinde İYİ Parti'de 2023 seçim başarısızlığı sonrası bir şekilde savuşturulan genel başkan değişimi 31 Mart sonrası gerçekleşmek mecburiyetinde kaldı. AK Parti ise 2002'den bu yana ilk kez sandıktan birinci parti olarak çıkmayı başaramadı.
31 Mart'ta AK Parti'ye verilen mesaj aslında seçmenlerin belli bir süredir biriken memnuniyetsizliğinin bir tezahürüydü. Zira 2023'te partinin oyları her ne kadar yüzde 35'e düşse de Cumhur İttifakı blok olarak meclis çoğunluğunu kazanmış, Recep Tayyip Erdoğan ikinci turda dahi olsa yeniden ve beklenenden daha rahat bir şekilde cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu durumun oluşmasında elbette muhalefetin hatalı aday tercihi, dağınık ve tutarsız yapısı, irrasyonel siyasi stratejisi gibi etkenlerin de payı vardı. Ancak bununla birlikte Erdoğan, seçmenlerdeki kredisi ve seçim döneminde ortaya koyduğu performans ile başta ekonomi olmak üzere seçmenlerdeki memnuniyetsizliğin cezalandırma motivasyonuyla sandığa yansımasını önemli oranda engelleyebilmişti. Ancak 31 Mart yerel seçimlerinde bunu tekrarlamak mümkün olmadı.
Yerel seçimlerde bu tepkinin AK Parti'ye sert bir biçimde yönelmesi sonrasında Erdoğan, yalnızca politikaları değil, partideki tavan ve taban kadroları, bürokrasiyi ve hatta siyasi söylemi ve gündemi kapsayan bir yenilenmeye ihtiyaç duyulduğunu net olarak gördü. Öte yandan bu yenilenmenin ancak kapsamlı ve derin bir çalışma ile mümkün olabileceğini de en iyi bilen yine kendisiydi. Bu sebepten dolayı partisinde ihtiyaç duyulan yenilenmenin gerçekleşebilmesi ve ayrıca 2023 sonrası değişen ekonomi politikasının pozitif çıktılar üretebilmesi için zamana ihtiyaç vardı. Üstelik seçmenlere de uyarının anlaşıldığına yönelik güçlü ve ikna edici bir mesaj verilmesi gerekiyordu. İşte tam bu noktada Erdoğan, kendisinin "yumuşama" olarak adlandırdığı bir süreci başlattı.
Bir Fırsat Olarak Yumuşama veya Normalleşme
Yaptığı açıklamalar incelendiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan için "yumuşama" sürecinin esas itibariyle AK Parti ile CHP arasında Gezi Park'ına kadar götürülebilecek yıpratıcı karşıtlığın ve aşırı sert söylemlerin yumuşatılarak en azından iki parti arasında diyalog zeminini yeniden inşa etmek olarak tanımlanabilir. Zira söz konusu partiler, Türk siyaseti için artık klişe bir hal almış "kutuplaşma" kavramının ötesinde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte hakim hale gelen iki bloklu siyasetin başat aktörü konumunda bulunuyorlar. Dolayısıyla karşıtlık bu ilişkinin tabiatında olsa da iki parti arasında uzlaşıya ihtiyaç duymayan bir diyalog kanalının dahi olmaması siyasi ve toplumsal anlamda zafiyetlere sebep olmaktadır. Nitekim iki parti arasında kullanılan aşırı sert söylem ve kopukluk seçmenler arasında sosyal hayata yansımakta ve toplumsal ayrışmayı da tetiklemektedir. Bu noktada iki partinin de sert söylemleri kendi seçmen gruplarını konsolide etmek için kullandığı ve kullanmaya da devam edeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak Erdoğan, dört yıllık seçimsiz sürecin karşılıklı bir uzlaşı sağlandığı takdirde sert söylemlerin yumuşatılması için bir fırsat olduğunu, toplumun da bu yumuşama ile siyaset yorgunluğunu üzerinden atabileceğini düşünmektedir. Dolayısıyla yumuşama süreci, Erdoğan açısından herhangi bir kayba mahal vermeyecek, aksine pratik kazanım ihtimali sunan bir fırsat penceresi olarak değerlendirilebilir.
Özgür Özel penceresinden bakıldığında ise "normalleşme" sürecinin ardında benzer bir kazanım motivasyonu olduğu söylenebilir. Özel için söz konusu süreç hem parti içinde kendi konumunu güçlendirme hem de Kılıçdaroğlu döneminde özellikle CHP'ye oy vermede tereddütler yaşayan seçmen gruplarında çeşitli açılardan yıpranan parti algısını olumlu yönde toparlama açısından belli kazanımlar elde edilebilmesi için araçsallaştırılabilir. Buna ek olarak hem sandıktan birinci parti olarak çıkan bir partinin genel başkanı olarak ülkeyi yönetebilecek olgunlukta olduğunu gösterme ve parti içinde "değişim" iddiasının altının doldurabilme yönünde fırsata çevrilebilir. Ayrıca yakın geçmişte partiyi ve yönetimini kısıtlayan, Deniz Baykal ve Kılıçdaroğlu dönemlerinde bazı partili seçmen grupları nezdinde AK Parti ve Erdoğan nefreti üzerinden oluşan, oldukça sağlıksız bir siyasallaşma biçimini seyreltilmesi için imkan sağlayabilir. Dolayısıyla Özgür Özel açısından "normalleşme", belki de Erdoğan'dan daha fazla kazanım elde edebileceği bir süreç olarak değerlendirilebilir.
Sınırlar ve Sorunlar
Tüm bu potansiyel kazanımların önünde duran en büyük engel ise her iki partinin birbiriyle geliştireceği olası müzakere ve diyalog kanallarına karşı direnç göstermeye meyilli kurumsal ve aktör bazlı yapısıdır. Öyle ki kurumsal anlamda hem AK Parti hem de CHP, 2002'den bu yana iktidar-ana muhalefet aksında konumlanmaktadır ve bu da kurumsal refleksleri doğal olarak derinden şekillendirmektedir. Dolayısıyla yumuşama veya normalleşme açısından partileri, tabanı ve seçmenleri kapsamlı bir şekilde ikna etmek kolay değildir.
Aktör bazlı olarak bakıldığında ise her iki partinin içinde veya yanında konumlanan bazı önemli figürlerin olası bir yumuşama veya normalleşme sürecine karşı çıkarak mevcut sert ve kopuk siyasetten elde ettikleri kazanımları korumak isteyecekleri rahatlıkla ifade edilebilir. Bu noktada özellikle AK Parti ile CHP arasında lider veya kurumsal anlamda ilişkilerin iyileştirilmesi, o veya bu şekilde mevcudu riske atmamak adına eleştirilecektir. Dolayısıyla, örneğin Kılıçdaroğlu'nun "müzakere değil, mücadele" çıkışında da görülebileceği gibi partilerin kendi içindeki rakip aktörler veya grupları arasında farklılaşma ve ayrışma muhtemeldir.
Öte yandan yumuşama veya normalleşme sürecinden beklentileri de düşük tutmak gerekmektedir. Zira her iki partinin de kazan-kazan temelli yürütmesi gereken bu süreçten elde edeceği kazanımlar her ne kadar geniş veya kapsamlı olsa da öncelikli değil. Nitekim karşıtlığın giderilmesi yapısal olarak mümkün olmamakla birlikte sertliğin her iki tarafta da belli bir konfor alanı oluşturduğu, bu konfor alanının da özellikle siyasi anlamda sorunlu anlarda seçmenlerin mobilizasyonu açısından kolay bir yol olarak tercih edildiği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle 2002'den bu yana yerleşik hale gelmiş siyasal karşıtlığın siyasal sistemle birlikte yapısal açıdan desteklendiği bir ortamda iki partinin de sert söylem ve karşıtlığın doğal ve kolay kazanımlarına sarılması da oldukça olağandır. Dolayısıyla bu durum, bir siyasal konfor olarak her zaman daha tercih edilebilir bir mahiyete sahiptir ve ihtiyaç duyulduğu anda yumuşama veya normalleşme sürecinin potansiyel kazanımlarından kolaylıkla vazgeçilmesine sebep olabilir.
Özetle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yumuşama, Özgür Özel'in ise normalleşme olarak adlandırdığı ve iki parti arasında en azından diyalog kurma ve yapıcı siyasete alan açma çabası olarak tanımlanabilecek bu süreç, iki blok açısından da potansiyel bazı kazanımlar vaat etmektedir. Ancak bu kazanımlar mevcut siyasi yapı ve aktörler göz önünde bulundurulduğunda ikincil plandadır. Bu yüzden sürecin sınırlarını belirleyecek temel dinamik de öncelik olarak görülmeyen kazanımların cazibesini ne kadar sürdürebileceğidir. Söz konusu kazanımlar elde edildiği ya da cazibesini yitirdiği veya siyasi önceliklerin kendisini daha çok hissettirdiği an süreç de sona erecektir. Dolayısıyla yumuşama veya normalleşme sürecinden beklentileri düşük tutmak daha rasyonel bir yaklaşım olacaktır.
[Sabah, 22 Haziran 2024]