SETA > Yorum |

AK Parti Kaybederse Türkiye de Kaybeder

AK PARTÄ°’YE kapatma davası açılmasının üzerinden tam bir buçuk ay geçti. BaÅŸbakan’ın bazı çıkışlarını saymazsak, parti için elle tutulur bir yol haritası hâlâ ufukta görünmüyor.

AK PARTÄ°’YE kapatma davası açılmasının üzerinden tam bir buçuk ay geçti. BaÅŸbakan’ın bazı çıkışlarını saymazsak, parti için elle tutulur bir yol haritası hâlâ ufukta görünmüyor.

Derin bir sessizlik örtüsü bütün ülkenin kaderini belirleyecek olan kapatma davası depreminin üzerine atılmış gibi. Mesajların, eleÅŸtirilerin, karar alma süreçlerinin ve kavganın tek bir ismin, Tayyip ErdoÄŸan’ın üzerinde birikmesi ise AK Parti’nin etki alanını daraltıyor.

22 Temmuz seçim zaferinin içerisindeki “367 kararı ve muhtıra”ya karşı duruÅŸun marjinal payı, “14 Mart’a karşı stratejisizlik” ile tehdit edilir hale geldi. AK Parti’yi 22 Temmuz’da en az 10 puan yukarıya taşıyan çıpa, müdahaleye karşı verdiÄŸi hızlı tepki ve akabinde açıkladığı yol haritasıydı. Oysa 14 Mart’ta aynı tavrı göremiyoruz. 27 Nisan’da “söylemde mutedil, eylemde kararlı” tavrıyla teveccühün adresi olmuÅŸtu. Åžimdi ise “söylemde heyecanlı, eylemde kararsız” bir yaklaşım sergiliyor. Bu, aslında “Yargı sürecine saygı gösterelim” yaklaşımının bir baÅŸka yolla AK Parti’ye nüfuz ettiÄŸini gösteriyor. Oysa “Ä°ddianameni söyle, kararı söyleyeyim” düzeyine gerilemiÅŸ olan hukuk sistemi içerisinde, yargı sürecinin sonucunu beklemenin tek bir verili karşılığı var: Zaman kaybı!

Gelinen noktada AK Parti’nin önünde aslında çok da fazla seçeneÄŸi yok. Sadece iki temel yol ve bazı ara hamleler var. Ana yollar belli; Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi ve erken seçim. Ara yollar da, süreç yönetimi ve söylem kurgusuyla alakalı. Üçüncü yol ise naif bir entelektüel çabadan ibaret olan “savunma”. EÄŸer açılan davanın hukuki bir mesele olduÄŸuna ikna olunmuÅŸsa savunmanın gerçekliÄŸinden bahsedilebilir, dolayısıyla “manifesto gibi bir savunma” hazırlamak makul bir yaklaşım olabilir. Lakin fason bir iddianameye manifesto gibi bir savunmayla karşılık vermeye çalışmak, kuzunun kurda “sıvı mekaniÄŸi, jeoloji ve fizik delilleriyle” suyu bulandırmadığını ispatlamaya çalışmasından farksız bir yaklaşımdır. Dreyfus fantezilerini andıran bu yaklaşım, Türkiye’nin milli normalleÅŸmesine katkı saÄŸlayacak bir adım da deÄŸildir. Savunma odaklı strateji, çıkarılan dev yangını taşıma kova suyuyla söndürmeye çalışmaktan öteye gitmeyecektir. Ancak aksi kontrollü bir yangın ile oksijen tüketmeyi hedefleyen strateji baÅŸarılı olabilir. Tükenecek olan oksijen, anakronik yargıdan baÅŸkası da olmayacaktır. Daha açık bir ifadeyle, kapsamlı bir demokratikleÅŸme paketi veya erken seçim alternatiflerinin her ikisinin de gelip dayanacağı ana eksen, derin bir yargı reformundan baÅŸka bir adres deÄŸildir. Bu adımın atılmaması Türkiye’nin milli normalleÅŸmesini geciktirmekten baÅŸka bir amaca hizmet etmeyecektir. Bunun ilk maliyeti ise AK Parti’nin Türkiye sosyolojisini yatay kesen tek yapı olmasının sorgulanması olacaktır.

AK Parti’nin önünde duran seçeneklerin başında Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi veya kapsamlı bir demokratikleÅŸme paketi gelmektedir. Bu adımı tek başına veya Meclis’te destek bularak atabilir. Muhtemel desteÄŸin ilk adresi MHP’dir. MHP’nin 15 Mart’ta Devlet Bahçeli adına yaptığı açıklamadan bazı bölümleri hatırlayalım: “65 aydır iktidarda olan bir siyasi partinin kapatılması için dava açılması, hukuki yönleri bir tarafa bırakılsa da, çok vahim sonuçları olacak bir durumdur. Büyük bir Meclis çoÄŸunluÄŸuna dayanarak iktidar olan bir siyasi partinin kapatılması için baÅŸlatılan sürecin siyasi sonuçlarının yapacağı tahribat, bunun hukuki sonuçlarından çok daha önemli ve öncelikli bir konu olarak görülmelidir. Böyle bir ortamda Yargıtay BaÅŸsavcısı’nın bu süreci baÅŸlatırken bunun siyasi sonuçlarını ve yapacağı tahribatın niteliÄŸi ve boyutlarını çok daha dikkatli olarak deÄŸerlendirmiÅŸ olması gerekirdi.” Bu açıklamanın, AK Parti’nin bir gün öncesinde kapatma davasına verdiÄŸi tepkiden daha hafif olduÄŸunu kimse iddia edemez. Hatta çok daha derli toplu ve sarih. O halde MHP’nin bu yaklaşımını ana taslak kabul ederek bir müzakere süreci pekâlâ baÅŸlatılabilirdi. Ne yazık ki böylesi bir süreç davanın açılmasının üzerinden beÅŸ hafta geçmiÅŸ olmasına raÄŸmen baÅŸlamadı. Gecikme hem MHP’nin yaklaşımlarını dönüÅŸtürmesine yol açtı hem de AKP’nin siyasal zihnini toparlamasını engelledi. Daha da önemlisi, kapatma davası Türkiye’yi yaralayacak, “milletin ortak bir meselesi” olmaktan, sadece “AKP’nin sorunu” haline dönüÅŸmeye baÅŸladı. AK Parti’nin yeterince idrak edemediÄŸi bu dönüÅŸümü, MHP de çok rahatsızlık duymadan seyretmekle yetiniyor.

Erken seçim ihtimaline gelince, seçim kararı sürecini ve zamanlamasını AK Parti’nin yönetebildiÄŸi ve yönetemediÄŸi iki durumla karşı karşıya kalacağız. Özellikle altıncı ay sonrasında ekonomik göstergeler de bu kararları doÄŸrudan ÅŸekillendirecektir. 2006’nın ikinci yarısını rölantide, 2007’yi siyasi krizle ve 2008’i bir devlet kriziyle geçirmiÅŸ olan ekonomi, küresel baskıların da altında ciddi anlamda sıkıntı yaÅŸama sinyalleri vermektedir. 1999 ve 2001 benzeri bir yıkım beklentisi olmasa da, 22 Temmuz öncesi seçimi besleyecek düzeyde bir ekonomik rahatlık da olmayacaktır. Son beÅŸ haftada yaÅŸanan kararsızlığın maliyetini de 2008’in ikinci yarısında hissetmeye baÅŸlayacağız. Dolayısıyla geç kalınmış bir erken seçim çeliÅŸkisiyle yüz yüze kalınabilir. Böylesi bir senaryoda seçim Türkiye’nin önünü açmaktan ziyade AK Parti’nin çıkış planına dönüÅŸebilir. Tıpkı Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinde olduÄŸu gibi, AK Parti, kapatılma davasını Türkiye’nin milli normalleÅŸmesi olarak ele alabildiÄŸi ölçüde baÅŸarılı olabileceÄŸini görmelidir. Bu algının kırıldığı her nokta AK Parti’nin hanesine maliyet olarak kaydedilecektir.

“DikleÅŸmeden dik durmak” veya “Türkiye kazanacaksa, biz kaybetmeye hazırız” metaforları gereÄŸinden fazla retorik kokmaktadır. Ülkenin her tarafında sosyolojik anlama sahip olan bir partinin kaybetmesiyle Türkiye’nin kazanması mümkün deÄŸildir. Dik durmanın yolu, bunu söyleme mahkum etmekten deÄŸil, fiile geçirecek bir yol haritasını açıklamaktan geçmektedir. AK Parti, ülke kaderiyle özdeÅŸleÅŸmiÅŸ olan geleceÄŸini daha da pekiÅŸtirmeye çalışmalı, kazanmasını da kaybetmesini de Türkiye’den ayırmayan bir inanca sahip olmalıdır. Ancak böylesi bir inançla “milli normalleÅŸme”nin adresi olmaya devam edebilir. Aksi takdirde, cepheleÅŸme tuzakları içerisinde Türkiye’yi yatay kesen fay hattından uzaklaÅŸma, liberal sığ yaklaşımlar eliyle baÅŸka baÅŸkentlerden Türkiye ile konuÅŸan bir söyleme mahkum olma tehlikesi belirecektir. AK Parti sadece kapatılmasını engelleyerek, baÅŸlatılan süreci hitama erdiremez. Stratejisini çok daha geniÅŸ ve uzun soluklu hazırlamak zorundadır. Bu ise meseleyi AK Parti’yi de aÅŸan, Türkiye’nin yarını ekseninde konuÅŸlandırmaktan geçmektedir. Böyle bir deÄŸerlendirme, AK Parti’nin 2014’te veya 2023’te nasıl bir Türkiye tahayyül ettiÄŸi sorularına cevap verip verememesiyle doÄŸrudan alakalıdır.

Anlayış, Mayıs 2008 http://www.anlayis.net/TSiyaset.aspx?SAYI=60#1223