Orta Doğu ülkelerinin kendi aralarındaki ittifakların gerçekten “kazan-kazan” sonucunu doğurmasının ve uzun süreli olmasının önüne geçen iki temel neden var.
İlk olarak, iktidar değişimleriyle birlikte yeni gelen yönetimlerinin ittifak tercihlerinin farklılaşması kalıcı fayda sağlayacak ittifakların oluşumunu engelliyor. Türkiye’den örnek vermek gerekirse, eğer iktidara gelebilirse CHP yönetiminin AK Parti döneminde kurulan ittifakları devam ettirmeyeceği kuvvetle muhtemeldir. Hatta CHP sözcülerinin örneğin Libya konusunda yaptıkları açıklamalar bu konuda şüphe bırakmıyor.
Böyle olunca Türkiye ile yakın bir ortaklık içerisine girme hususunda istekli olan ülkeler, Türkiye’deki muhtemel bir iktidar değişikliği durumunda bu ortaklığın geleceği konusunda tereddüt edebiliyorlar. Örneğin Türkiye-Katar ortaklığının ilerleyip ittifaka dönüşmesinin önündeki en büyük engel, muhalefetin önemli bir kısmının Arap sermayesine ve Arap ülkeleriyle ilişkilere sorunlu bakışı olabiliyor.
İkinci olarak, Orta Doğu’da uzun dönemli bölgesel ittifaklar kurabilecek düzeyde bağımsız hareket edebilecek devlet sayısının çok az olması da bölgede etkili ittifaklar kurulmasını engelliyor.
Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin ABD ve İsrail’den bağımsız hareket edip kendi halklarının çıkarlarını önceleyen bölgesel ittifaklar kurmaları ne kadar mümkün?
Kendisini mevcut Orta Doğu “düzeninin” sahibi olarak gören ABD ve onun Orta Doğu politikasının şekillenmesinde temel belirleyici olan İsrail lobisi bu ülkelerin bağımsız ittifak girişimlerine ne kadar müsaade eder?
Amerikan düzenine meydan okuma anlamına gelecek bu tür ittifaklara girişmek ağır bedeller ödemeyi gerektirdiği için, temel dayanakları kendi halkları yerine Amerikan desteği olan Riyad, Kahire ve Abu Dabi yönetimleri böyle bir bedeli ödemek istemezler.
Türkiye ise kendi halkının ve bölge halklarının çıkarlarını öncelediği için, Özal zamanında olduğu gibi AK Parti döneminde de bağımsız dış politikaya yönelerek Orta Doğu’da daha uzun dönemli ittifaklar arayışına girdi. Bunun yerleşik Amerikan-İsrail düzenini sorgulamak anlamına gediğini ve bu sorgulamanın ağır bedelleri olacağını biliyordu ama yine de bu zorunlu adımdan geri durmadı.
Peki, bu bağımsız politika çerçevesinde hangi ittifaklara girdi Türkiye?
Libya’da isyancı Hafter ve destekçilerine karşı meşru hükûmete destek verdi ve zor zamanlarda onun arkasında durdu. Ankara’nın desteği Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükûmetini ayakta tutarken Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarının gasbedilmesini önleyecek anlaşmaların da hayata geçirilmesini sağladı.
Libya’nın başına üşüşen yağmacılara bu şekilde karşı çıkan Türkiye, aynı tavrı 2017 yılında Katar’ın başına üşüşen yağmacılara karşı da göstermişti. Her iki ülkeyi yağmalamaya çalışanların da aşağı yukarı aynı aktörler olması ve bunların Türkiye’ye karşı da uzun zamandır sistematik bir yıpratma çabası içerisinde olmaları Ankara’nın Orta Doğu politikasının hangi hat üzerine oturduğunu da gösteriyor.
Türkiye, Orta Doğu’nun ABD-İsrail ya da Rusya’nın çıkarları doğrultusunda değil, bölge halklarının çıkarları doğrultusunda şekillenmesini istiyor ve bu yolda muhataplarına “güven” veren ittifaklar kurmaya çalışıyor.
Bu ittifakların, hem Türkiye’ye hem de müttefiklerine yarar sağlayacak şekilde uzun dönemli olmasının önündeki en büyük engel olarak ise muhalefetin bir bölümünün sorumsuz politikaları görünüyor.
Muhalefetten gelen sorumsuz açıklamalar, Türkiye ile daha yakın ortaklığa hazır olan Libya ve Katar yönetimlerinde tereddütlere yol açarak ülkemizin çıkarlarına zarar veriyor.
[Türkiye, 13 Haziran 2020].