Türkiye’nin dış politikada seçmiş olduğu bağımsız ve kendi halkının çıkarını önceleyen yol bazı küresel ve bölgesel aktörlerle kendisini karşı karşıya getiriyor.
Aksi durumda ülkemiz bu aktörlerle mücadeleyi daha çok içeride yürütmek zorunda kalırken izlenen proaktif dış politika dış cephelerde mücadeleyi öne çıkarıyor. Yani dışarıda aktif hareket etmemesi Türkiye’nin örneğin PKK ile mücadeleyi 1980’ler ve 1990’lardaki gibi daha çok içeride yürütmesini zorunlu kılarken, mücadelenin bu örgütün dış kaynaklarına ve destekçilerine uzanması onu zayıflatıp içerideki saldırılarının azaltılmasını sağladı.
Ancak PKK ile mücadelenin dış destekçilerine uzanmasını sadece bu örgütün Irak, Suriye ve İran’daki varlığına karşı adım atmakla sınırlı görmemek gerek. Örgütün en fazla destek gördüğü ABD, Almanya ve Fransa gibi ülkelere de, artık Türkiye’ye bu tür terör örgütlerini kullanarak müdahalelerde bulunmanın bedeli çok yüksek olur mesajı vermek bu mücadelenin en önemli parçasını oluşturuyor.
Yani Türkiye sadece Irak ve Suriye’deki müdahaleleriyle değil aynı zamanda Katar, Libya ve Somali’deki varlığıyla da karşısındaki küresel ve bölgesel rakiplere kendisine karşı düşmanca politika izlemenin maliyetinin arttığı mesajını veriyor.
Bu noktada, proaktif ve pasif dış politikanın Türkiye’ye maliyeti konusundaki tartışmaya da değinmek gerekir. Bazılarının zannettiğinin aksine pasif dış politikanın Türkiye’ye maliyeti çok daha fazladır. Yani siz Libya, Suriye ve Katar’da mücadele etmezseniz kendi sınırlarınız içerisinde vermeniz gereken mücadele çok daha zorlu olacaktır.
Yine bazılarının zannettiği gibi, “biz Libya, Katar, Suriye ve Irak’ta birilerinin emperyalist politikalarına karşı çıkmazsak onlar da bizimle uğraşmazlar” düşüncesi kesinlikle bir yanılgıdan ibarettir. Tabii eğer hâlâ Amerika’nın, Almanya’nın ya da Rusya’nın himayesine girmenin Türkiye için en doğru yol olduğunu savunan yoksa.
Ayrıca Türkiye’nin Libya, Suriye ve Katar gibi ülkelerdeki faaliyetlerinin sadece savunma hedefine matuf aktiviteler olmadığının da altını çizmek gerekir. ABD, Almanya ve Rusya nasıl kendi çıkarları doğrultusunda dünyanın her yerinde aktif bir şekilde hareket edip iş birliklerine giriyorlarsa Türkiye’nin de özellikle kendisine tarihsel ve kültürel olarak yakın coğrafyalarda bu tür iş birlikleri arayışı içerisinde olması son derece doğaldır ve kendi halkının çıkarları için kaçınılmazdır.
Sınırlarının ötesindeki topraklardaki faaliyetleri diğer devletleri nasıl sık sık karşı karşıya getiriyorsa, Türkiye de Libya, Suriye ve Katar’daki faaliyetleri dolayısıyla başka ülkelerle karşı karşıya geliyor.
Suriye’nin kuzeyinde ABD ile, batısında Rusya ile karşı karşıya gelmesi Türkiye’nin bu ülkedeki güvenlik çıkarlarını unutup bu ülkeyi terk etmesi sonucunu nasıl doğurmuyorsa, Libya’da Fransa veya Rusya ile karşı karşıya gelmesi de bu ülkeden çekilmesi sonucunu doğurmayacak. Zira Türkiye Trablus’taki meşru hükûmetin daveti üzerine Libya’da bulunuyor ve bu ülkeye destek vermesi hem Libya hem de Türk halkının çıkarlarına hizmet ediyor.
Sirte ve Cufra’nın Rusya, Fransa ve BAE tarafından desteklenen isyancı Hafter’in elinden kurtarılıp Libya’nın toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda bir yandan askerî hazırlıklar yapılırken diğer yandan diplomatik temasların yoğunlaştığı görülüyor. Türkiye tarafından desteklenen Ulusal Mutabakat Hükûmeti’nin askerî başarıları sayesinde Hafter cephesi ocak ayındaki Berlin Zirvesi’nin yapıldığı döneme göre çok daha zayıfladı. Diplomatik girişimlerin sonuç vermemesi Libya cephesini Türkiye açısından da hareketlendirebilir ve Mısır, BAE, Rusya ve Fransa ile tansiyonu artırabilir.
Diğer taraftan Ermenistan’ın saldırısıyla hareketlenen Azerbaycan-Ermenistan cephesinin de Türkiye’yi daha aktif bir politika izlemeye zorladığı görülüyor. Suriye ve Irak ise her zaman olduğu gibi, Ankara’nın dikkatle izlemesi ve her türlü provokatif gelişmeye hazır olması gereken çatışma bölgeleri olmaya devam ediyorlar. Doğu Akdeniz meselesinde de Yunanistan ve GKRY küresel aktörleri kendi yanlarında devreye sokmaya çalışıyorlar.
Bu çatışmalar üzerinden Türkiye’nin ABD, Rusya ve AB ile ilişkilerinin yeni gerilimler yaşaması söz konusu olabilir.
Daha bağımsız dış politika izlemeye çalışmak ve gelebilecek tehditleri sınırlarımızın daha ötesinde karşılamaya yönelik hamleler bu gerilimleri kaçınılmaz kılıyor. Muhatabı olan küresel aktörler Türkiye’yi eşit ve içişlerine müdahale edilmemesi gereken egemen bir devlet olarak kabul ettiklerinde bu sorunlar azalacaktır.
[Türkiye, 22 Temmuz 2020].