SETA > Haber |
PKK Suriye den Sonra Irak ta da Güçleniyor

“PKK Suriye’den Sonra Irak’ta da Güçleniyor”

Kuzey Irak Yönetimi tüm tavsiye, ikaz ve tehditlere rağmen 25 Eylül’de gitti referanduma. Olacaklara dair bir öngörü de vardı. Referandumdan sonra yaşananlar o ihtimaller dâhilinde olan şeyler mi, yoksa sürprizler de var mı?

Türkiye’nin endişelerinin ne kadar haklı olduğu bir bir ortaya çıkmaya başladı. Türkiye Barzani’ye uyarılarda bulurken şu an yaşanan senaryoyu kendisine doğrudan iletti aslında. Çünkü hem bölgesel konjonktür, hem yerel güç dinamiklerini değerlendirdiğimizde, bağımsızlık hamlesinin başarılı olma şansı hiçbir şekilde yoktu. Ama tabii bu derece hezimet yaşayacaklarını, IKBY’nin bu derece dağılacağını, KYB ile KDP arasında ihanete varan ayrışmalar da ve peşmergenin savaşmadan tüm bölgelerden hızlıca çekileceği de beklenti dâhilinde değildi. Evet, askeri güç dengelerine baktığımızda Irak ordusu ile Haşdi Şabi karşısında peşmergenin askeri olarak fazla direnç gösterebileceği de beklenmiyordu. Bunu referandumdan hemen sonra bölgede gerçekleştirdiğim saha çalışmasında da gözlemlemiştim. Ancak en azından bir savaşma iradesi olabileceği ve direnme çabası içerisine gireceği, özellikle Kerkük gibi bölgelerde geri adım atmayacağı düşünülüyordu. Nihayetinde çok hızlı şekilde savaşamadan tüm tartışmalı bölgeleri kaybettiler. 2014’e değil 2003 sınırlarına kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Iraklı Kürtler adına kolay kolay silinmeyecek büyük bir travma ve hezimet var.

HERO TALABANİ’NİN ÇIKAR HESABI

KYB’e bağlı peşmergeler savaşmadan çekildi. Barzani de bu yönde bir açıklama yaptı. KYB’li peşmergeler neden savaşmadı?

Biraz referandum sürecini irdelemek gerek. Referandum kararının nasıl alındığına baktığımızda Mesut Barzani ve KDP’nin adeta KYB ve diğer siyasi partileri biraz da zorlayarak referanduma gittiğini biliyoruz. Ancak son dönemde KYB’nin içerisinde de bir güç mücadelesi ve ayrışma süreci vardı. Özellikle Celal Talabani’nin sağlık durumu çerçevesinde partide ciddi bir güç mücadelesi yaşanıyordu. Bir tarafta aile fertleri, diğer tarafta politbürodaki kimi isimler. Barzani bunu çok iyi kullandı, KYB’nin içerisinden bazı isimleri ve güç odaklarını yanına çekmeyi başarmıştı. Bunların başında Kosret Resul ve Kerkük valisi Necmettin Kerimi geliyordu. Referandum kararını da onlarla kurduğu ittifak üzerinden hayata geçirdi. Kürt milliyetçiliğini daha kabartarak adeta de facto bir şekilde referandumu dayattı. Dolayısıyla referandumun gerçekleşmesi sonrasında güç dengelerinin aleyhine şekillendiğini gören KYB içerisindeki aile fertleri, özellikle Hero Talabani, Pavel Talabani gibi isimler KDP’den bağımsız şekilde İran ve Bağdat ekseni ile anlaşma yoluna gitti. Kendi çıkarları için o “büyük Kürt davasını” da satarak, kendi kontrollerindeki KYB peşmergelerini Kerkük etrafından hızlıca çekerek sürecin bu şekilde işlemesine neden oldular. Ama tüm KYB peşmergeleri aile ile birlikte hareket etmedi bunun da altını çizmek gerek. Kosret Resul’e bağlı 3 bine yakın peşmerge Barzani ile birlikte hareket etti ama onlar da direnç göstermemeyi tercih edip geri çekildiler. Bu bize şunu söylüyor; ilerde KYB içerisinde hem de KYB ile KDP arasında ciddi bir çatışma dinamiği yaşanabilir.

KYB İLE KDP ARASI ÇOK GERGİN

Bu çatışmanın boyutu ne olur, gerilim bölünmeyle mi sonuçlanır yoksa fiziki çatışma mı çıkar?

Farklı öngörülerde bulunabiliriz. Bir defa, açık şekilde KDP’e bağlı medyanın KYB’li isimleri özellikle Talabani’nin ailesini ihanetle suçlaması çok önemli, meselenin hangi boyutta olduğunu göstermesi açısından. Yaşanan bozgunu ve hezimeti KYB peşmergerlerinin üstüne atarak işinden çıkmaya çalışıyorlar. İki taraf arasında ciddi gerginlik var. Bunun ötesinde Kürt siyasetinin tarihsel arka planına baktığımızda dönem dönem birbirleriyle savaştıklarını, birbirlerine karşı hem Bağdat yönetimini hem de İran gibi ülkeleri araçsallaştırdıklarını gördük. Dolayısıyla IKBY içerisinde birliği sağlamanın çok zor olacağı günleri göreceğiz diye düşünüyorum.

KYB’YE BÖLGE Mİ TAHSİS EDİLECEK?

İki aşiretin, KDP ile KYB ittifakıyla oluşan IKBY bölgesinde fiziki bir bölünme bekliyor musunuz?

Referandum meselesinde KYB içerisindeki Talabani ailesinin Bağdat ile bir anlaşma yaptığı anlaşılıyor. Bu anlaşma çerçevesinde Süleymaniye ve Halepçe’yi içine alan yeni bir bölge oluşturulması dahi konuşuluyor, KYB’ye tahsis edilecek bir bölge. Yine Süleymaniye Havalimanı’nın Bağdat yönetimine devredilerek açılması, bu bölgedeki memurlara Bağdat yönetiminin doğrudan maaş ödemeye başlaması ve tabii IKYB içerisinde ciddi bir ayrışmaya neden olacak bir süreçten de. Bunun ötesinde ise KYB’de içinde bir çatışma yaşanıyor. Barzani’ye yakın gruplar Kosret Resul başta olmak üzere aile ile karşı karşıya gelmiş durumda. Ama sahada bize gösterilen fotoğraf ailenin Kosret’e ve Barzani’ye yakın KYB’li isimlere karşı çok daha güçlü olduğu. İran’la da Bağdat yönetimi ile de kurduğu angajman çerçevesinde içerde kendi güçlerini tahkim edip partide kontrolü tamamen ele geçireceklerdir. Bundan sonra ise mücadele KDP-KYB ekseninde olacak, Bağdat da durumdan yararlanacak diye düşünüyorum. Bunların ötesinde IKBY’de KDP ve KYB karşı büyük bir toplumsal tepki de oluşacaktır.

PKK SURİYE’DEN SONRA IRAK’TA DA GÜÇLENİYOR

KYB ve KDP arasındaki gerilimin bir çatışmaya, siyaseten ve fiziken bölünmeye ve uzun vadede inançsızlığa sebep olması PKK-PYD’yi nasıl etkiler?

Şurası gerçek ki IKBY bölgesinde yaşanan kaostan PKK yararlanmaya çalıştı. Kerkük’ün düştüğü an hemen görüntü vermeye çalıştılar. Sokaklara indiler, bayraklar çektiler, sanki Kerkük’ü savunuyormuş gibi bir imaj oluşturmaya çalıştılar. Ama ardından KYB ve diğer KDP’li peşmergelerin de çekilmesiyle PKK da direnmeden hızlı şekilde Kerkük ve Mahmur gibi konuşlandığı bölgelerden kaçtı. Kerkük valisi Necmettin Kerimi 2014’den itibaren PKK’yı Kerkük’e yerleştirmeye başlamıştı. Kerkük’ü ziyaret ettiğimde -referandumdan hemen sonra- PKK varlığına yönelik birçok emare gördüm. Türkmenler çok net şekilde PKK’nın hangi evlere yerleştirildiğini tek tek açıkladılar. Yine K1 hava üssü gibi bölgedeki bazı askeri üslerde de PKK’nın varlığını biliyoruz. Burada Amerika’nın önemli bir rolü var. Bunun altını çizmek gerek. Bazı PKK militanlarının ABD ve KYB’li peşmergelerce eğitilmesi dahi söz konusuydu. Yine PKK’lıların KYB peşmerge üniforması giyerek Kerkük’te varlık gösterdikleri anlaşılıyordu. Burada da Necmettin Kerimi’nin güç dengelerini kendi lehine kullanabilmek, KYB’de kendini güçlendirmek ve PKK’yı hem Bağdat yönetimine hem Haşdi Şabi’ye karşı araçsallaştırmak için kullandığını gördük. Tabii, PKK da meseleden yararlanmaya çalışarak Kerkük’te yer edinmeye çalıştı ama ifade ettiğim gibi PKK da KYB’lilerle birlikte geri çekilmek zorunda kaldı. Şimdi PKK’nın Süleymaniye’de ciddi anlamda güçlenmeye başladığını görüyoruz. Keza Kandil’in etrafında Duhok, Zaho gibi bölgelerde 600’e yakın köyü kontrol ediyor PKK. Bu bölgede vergi dahi topluyor. Burası KDP’nin (Barzani’nin) alanı. Yine Sincar bölgesinde çok geniş bir alanı YPG’lilerle birlikte yine Yezidilerden oluşturdukları YBŞ ile kontrol ediyorlar ve örgütün ciddi anlamda Suriye ile birlikte Irak’ta da güçlenmeye çalıştığını görüyoruz.

TÜRKİYE’NİN PKK’YI ELİMİNE ETME SİYASETİ

PKK bu kez de kuzey Irak’taki güç boşluğunu lehine çevirmek isteyecek yani?

Yaşanan kaos bir şekilde PKK’ya yeni alanlar açabilir. Türkiye bu tehdidi gördüğü için özellikle Barzani’yi uyardı ama Barzani’nin olumlu cevap vermemesi, referandumu zorlaması ile de Bağdat ve Tahran’da bir eksen oluşturdu. Bu eksenin evet, Kürt bağımsızlığını engellemeye yönelik bir yönü olduğu gibi PKK’yı bölgede elemine etmeye yönelik de bir amacı var. Türkiye Bağdat’tan çok önemli sözler aldı. Dikkat ederseniz askeri operasyonu başlatmadan Başbakan Abadi PKK’ya ilişkin önemli bir açıklama yaptı ve yine Irak Milli Güvenlik Kurulu yaptığı açıklamada “PKK’nın Kerkük’teki varlığını direkt savaş sebebi olarak sayarız” dedi. Bu önemli. Bunun iki yönü var; birincisi evet, Türkiye’ye bir mesaj. Türkiye’de yapılan müzakereler ve görüşmeler çerçevesinde PKK meselesi üzerinden Türkiye’nin desteğini iyice tahkim etme çabası. Ama ikincisi Bağdat’ın samimi olarak PKK’ya karşı mücadele edip etmeyeceğini göstermesi açısından önemli. Şimdi Kerkük’ten çıkardılar, önemli ama bunun ötesinde diğer bölgelerden özellikle Sincar gibi bir bölgeden PKK’nın temizlenmesi gerekiyor.

PKK SİNCAR’DAN ACİLEN TEMİZLENMELİ

Çünkü Sincar’da büyük bir kampı var terör örgütünün?

Sincar’da binlerce PKK militanı söz konusu. Burada Yezidilerden oluşturdukları YPŞ güçleri var. Yine PYD ile sınır hattı olduğu için YPG’li güçlerin bir kısmının bu bölgelere de konuşlandığını biliyoruz. PKK’nın çok önem verdiği bir bölge burası. Coğrafi açıdan Sincar Dağı kendilerine bir avantaj sağlıyor, bunun ötesinde ise Kandil ile PYD bölgesi arasında ana hub niteliğinde bir yer. Rabia/Semalka sınır kapısı önemli bir geçiş noktası. Burayı ne pahasına olursa olsun PKK elinde tutmak istiyor. Şu anda Peşmerge hezimete uğrayıp Kerkük dışındaki tüm bölgelerden, tartışmalı bölgelerden çekilirken Sincar’dan da çekildiklerini gördük. Burada KDP’nin kontrolünde olan Yezidi güçlerin taraf değiştirerek Haşdi Şabi’ye katılması sonucu tüm KDP’li askerler bu bölgeden çekildi ama onların bıraktığı boşluğu kısmen PKK’nın da doldurması ve belli bölgelere yerleşmesi söz konusu oldu. Şimdi Türkiye’nin Bağdat yönetiminden beklentisi Irak ordusunun PKK’yı o bölgeden temizlemesi. Bunun için ortak operasyon da yapılabilir ama hızlı şekilde, zamana yaymadan mevcut konjonktürel durumu fırsata çevirerek PKK’nın tüm Sincar Bölgesinden acilen temizlenmesi gerekiyor.

IRAK’TA ÇİFT ORDU SORUNU VAR

Bağdat Hükümeti’nin güçlü bir ordusu olmadığını Musul’u DEAŞ’a terk ederken gördük. 48 saat içinde Kerkük’ü boşalttıran, IKB’yi 2003 sınırlarına çeken gücün Bağdat’a değil İran’a, Şii milislere ait olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla “yanlış hesap Bağdat’tan döndü” diyoruz ama Bağdat bizim bildiğimiz eski Bağdat mıdır?

Irak ordusu gerçekten 2014 döneminde tamamen dağıldı. DAEŞ karşısında direnç gösteremedi. Ardından Amerika’nın müdahalesi, bölge ülkelerinin desteği ve nihayetinde Şii mercilerin cihat çağrısı ile oluşturulan Haşdi Şabi çerçevesinde DAEŞ’e karşı bir direnç gösterdiler. Haşdi Şabi dediğimiz yapılanma bir mezhep gücü. Ciddi terör suçlarına imza atmış, insan hakları ihlalleri gerçekleştirmiş bir yapılanma. İran’ın Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs güçleri üzerinden Kasım Süleymani’nin etkili olduğu bir yapılanma. Bu yapılanmaların peşmerge karşısında önemli bir güç olarak ortaya çıkmış olduğu da doğru ama bir şeyin de altını çizmek gerekiyor. Merkezi Irak Ordusu dönem içerisinde eskiye nazaran toparlanmış durumda. Yeniden kurumsal yapısını oluşturdu. Eskisi kadar zayıf değil ama Irak’ta şu an ikili bir yapı var. Bir tarafta Merkezi Irak Ordusu diğer tarafta Haşdi Şabi. Haşdi Şabi’nin elinde de Irak Ordusuna benzer şekilde zırhlı araçlar, Abraham tanklar, ağır silahlar hatta savaş helikopterleri var. Irak’ta çift ordu sorunu var. Yakın bir gelecekte Irak’ta Haşdi Şaabi içindeki unsurların birbiriyle ya da Irak Ordusuyla gerginlik yaşaması hatta çatışmaya girmesi dahi mümkün.

İBADİ HAŞDİ ŞABİ’YE ŞİMDİLİK HAKİM

Çift ordunun hukuki durumu nedir Bağdat açısından?

Kuruluş aşamasında Ayetullah Sistani ve diğer Şii mercilerin fetvaları ile kuruldu. Herhangi bir hukuksal yapısı yoktu ama ardından Irak Parlamentosu karar alarak bir şekilde Haşdi Şabi‘yi resmileştirdi. En azından kâğıt üzerinde hukuki açıdan devlete bağladı. Ama sahada Başbakan İbadi’nin de, merkezi ırak yönetiminin de Haşdi Şabi üzerinde çok fazla etkili olmadığını, din adamlarının ve yine İran’ın ciddi anlamda Haşdi Şabi üzerinde etkisi olduğunu biliyoruz. Bu çok ciddi bir sorun. Irak’ın toprak bütünlüğü açısından da, bir demokratik hukuk devleti olması açısından da sürdürülebilir bir durum değil. Haşdi Şabi bir şekilde elimine edilmesi, dağıtılması ve Merkezi Irak Ordusuna belli unsurlarının dâhil edilmesi gerekiyor. Bu bir tehdittir. Türkiye bu tehdidin farkındadır. Musul’a yapılan operasyonda özellikle Sünni bölgelere Haşdi Şabi’nin girmemesi için mücadele etti Türkiye. Kendi desteğiyle Musullulardan oluşan Haşdi Vatani gruplarını eğitti ve onların Musul merkezine girmesine çabaladı. Ama Haşdi Şabi şu an gerçekten çok etkin bir güç. Peşmergenin bu kadar kısa sürede dağılması üzerine gücünü daha da artmış durumda. Birçok bölgeye Irak unsurlarıyla birlikte Haşdi Şabi de girdi ancak İbadi’nin emri ile Haşdi Şabi’nin tekrardan kent merkezlerinden çekilmeye başladığını görüyoruz. Bu olumu bir adım.

İBADİ IRAK’I BİR ARADA TUTABİLECEK Mİ?

Türkiye Haşdi Şabinin tasfiyesi için ne yapabilir?

Türkiye genel politikasında şunu amaçlıyor. Başbakan İbadi yönetimini destekleyerek hem merkezi Irak ordusunun güçlenmesi Hem de İbadi’nin görece Maliki’ye diğer bazı Şii siyasilere nazaran daha az mezhepçi olduğunu daha dengeli bir şekilde ülke yönetebileceğine inanıyor. İbadi’nin güçlenmesinin İran’ın etkisini kısmen de olsa Irak üzerinde azaltacağına inanıyor. Buna yönelik bir yatırımı var. Bu sadece Türkiye’nin politikası değil, Batılı ülkeler de, ABD de, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de böyle bir düşünceye sahip. Peşmerge karşısında, IKBY karşısında İbadi’nin muazzam bir başarı elde etmesinin gelecekte, yakın dönemde seçimlerin olacağı Irakta İbadi’nin elini güçlendirecek bir faktör. Türkiye bunu kendisi için olumlu bir senaryo olarak görüyor. Irak’ın toprak bütünlüğü korunuyor. İbadi görece daha az mezhepçi, daha kabul edilebilir bir isim olarak ön plana çıkıyor.

BARZANİ’NİN İHANETİ

Bu iyi bir fikir ama sahada işler öyle yürür mü? Sonuçta ABD sözel olarak onu desteklese de bir boşluk bıraktığı kesin. Ve İran dolduruyor o boşluğu. Bu süreci ellerini bağlayıp oturarak geçirir mi?

Türkiye Irak Kürdistan bölgesel yönetimine bölgede en büyük desteği veren ülkeydi. Başkan Mesut Barzani’yle de KDP’yle de çok yakın ilişkiler kurduk. Bağdat baskısı altındayken ekonomik olarak ayakta kalmalarını sağlayan ülke Türkiye oldu. Peşmergeyi DAEŞ’e karşı destekleyip Haşdi Şabi’ye karşı uzun süre peşmergeyi savundu. Kendi petrolünü ve Kerkük’teki petrolü Bağdat’a rağmen Türkiye üzerinden satmasını sağladı. Tüm bunlara rağmen ne yazık ki Mesut Barzani Türkiye’nin çok sert şekilde karşı durmasına, bunun neye mal olacağını Barzani’ye söylemesine rağmen referandum konusunda geri adım atmadı. Bu hamle Türkiye’ye büyük bir ihanet anlamına geliyordu. Dolayısıyla Türkiye IKBY siyasi ve ekonomik açından büyük yatırım yapmış olmasına rağmen kendi siyasal pozisyonunu yeniden revize etmek durumunda kaldı. Bu bağlamda Bağdat ve Tahran ile bir eksen kurmasını bu çerçevede okumak gerek. Evet, hala IKBY’i kaybetme arzusunda değil Türkiye. Erbil hatasını anladığı zaman referandumdan ve bu maceradan vazgeçtiği zaman ilişkilerin belirli bir düzeyde oluşmasını beklemek mümkün. Ama asla eskisi gibi olmayacak. Bunun altını çizmek gerek.

IKBY PKK’YI TOPRAKLARINDAN ATMALI

Barzani’nin ne yapması gerekiyor Türkiye ile Erbil’in tekrar ilişki kurması için?

Erbil’in rasyonel temellere geri dönmesi gerekiyor. Bu etnik milliyetçiliğin yarattığı zehirlenmeden kurtulmaları, bu maceradan vazgeçtiklerini ortaya net bir şekilde koymaları gerekiyor. Bağımsızlık arayışı içinde olmadıklarını, Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde özerk bölgenin yönetiminin devam ettirilmesi gerekiyor. Bunun ötesinde ise PKK’ya yönelik Türkiye’nin beklentilerini kesinlikle karşılamaları gerekiyor. Tüm ısrarlarına rağmen Türkiye’nin taleplerine ve çabalarına rağmen Mesut Barzani’nin de, KDP’nin de PKK’ya karşı Türkiye’nin istediği adımları atmadığını görüyoruz.

MESUT BARZANİ İKTİDARDA KALAMAZ

Barzani yönetiminin akıbeti de muamma. Barzani iktidarda kalabilecek mi?

IKYB’nin içindeki güç dinamiklerini özellikle de KDP’nin kontrol ettiği bölgeleri ve demografik yapıyı, sosyal dokuyu irdelediğimizde Barzani ailesinin dışarıdan askeri bir müdahale olmadığı takdirde iktidarlarını koruyacaklarını düşünüyorum, Erbil, Duhok gibi kendi kontrol alanlarında. Mesut Barzani de görevi devam etme çabasında olduğunu net şekilde gösterdi, yaptığı basın açıklamasında. Seçimlerin uzun süre erteleneceği görülüyor. Mesut Barzani düşük ihtimal de olsa görevi kendi isteği ile bırakabilir. Aile içi dengelere baktığımızda bir güç mücadelesi görülüyor. Barzani’nin oğlundan yana ağırlık koymaya çalıştığı görülüyor. Neçirvan Barzani de önemli bir oyuncu olarak istekli gözüküyor.

İRAN YAYILIRKEN TÜRKİYE NE YAPACAK?

İran etkisinde bir Kerkük Türkiye açısından artık daha zor değil mi? Türkiye muhatap olarak Bağdat’a dönüyor ama Bağdat’a İran hakim. Ve İran ile Türkiye pek çok açıdan karşı karşıya aslında. İran-Şii yayılmacılığı rahatsız edici. Türkiye’nin sözü Kerkük dahil bu bölgeye ne kadar geçecek?

Türkiye aslında referandum öncesi döneme dönmeyi tercih eder. IKBY üzerinde çok ciddi bir etkinliği vardı. Bunu müttefiği Barzani’nin yaptığı büyük hatalar çerçevesinde kaybetti. Yeni konjonktüre göre de Türkiye yeniden hamle yapmak durumunda kaldı. Büyük resme baktığımızda İran’ın hala ciddi anlamda yayılmacı politikasına devam ettiğini görüyoruz. Boşalan o jeopolitik alanı doldurmaya çalışıyor. Afganistan ve Irak’ta Amerikan işgallerinin yarattığı o süreçten günümüze kadar gelen eylemlerine baktığımızda İran bir şekilde yayılmacı politikalarına devam ediyor. Mezhebi araçsallaştırıyor. Eski Fars İmparatorluğu’nun Neo-Safavi anlayışı tekrardan geniş bir coğrafyada hükümran kılma çabasında. Ama son dönemde özellikle kendisine karşı ciddi bir blok oluştu. Bunun başını da Trump yönetimi, İsrail ve Körfez ülkeleri, Muhammed bin Zaid ve Muhammed bin Selman’ın liderliğinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri çekiyor. Trump’ın İran politikasını açıklaması, nükleer anlaşmanın Amerika tarafından geçersiz kılınarak İran’ın nüfuz alanına yönelik, önemli bir hamle yapılacağı gözüküyor.

TÜRKİYE İÇİN FIRSATLAR DOĞABİLİR

Bu durum Türkiye’yi nasıl etkiler?

Türkiye için yeni fırsatlar da yaratabilir. Türkiye şu anda evet Amerika ile birçok noktada karşı karşıya, Körfez bloğu ile karşı karşıya. Çünkü özellikle Amerika’nın ve Körfez’in hem PYD bölgesine hem IKBY’e yatırım yaparak, İsrail ile birlikte bağımsız büyük bir Kürdistan kurma çabası içinde olduğu anlaşılıyor. Amerika her ne kadar IKBY’nin referandum girişimine zamanlama itibariyle karşı çıksa da büyük fotoğrafta, orta vadede böyle bir yatırımı söz konusu. Türkiye bunu ulusal güvenliğine birinci dereceden tehdit olarak görüyor. Toprak bütünlüğü açısından meseleyi hayati çerçevede ele alıyor. Dolayısıyla bunun karşısında yeni arayışlara girdi. Astana sürecini başlattı Rusya ve İran ile birlikte. Yine, Irak’ta Bağdat, Ankara, Tahran eksenini oluşturdu. Ama bu, İran ile de ciddi anlamda rekabet etmediği, birçok noktada karşı karşıya gelmediği anlamına gelmiyor. Türkiye dengeli bir politika izleyerek ne İran blokunun ne Körfez-Amerika blokunun yanında saf tutmayı tercih edecek. İki tarafın birbiriyle mücadelesinden doğacak fırsatı da kullanarak kendi etkinlik alanını tekrar artırmaya çalışacaktır. Bu Irak’ta da, Suriye’de de Türkiye’ye çok önemli yeni fırsatlar sunuyor.

BÖLGEDE TÜRKİYE’NİN ETKİSİ ARTAR, PKK ELİMİNE EDİLİR

Ne gibi fırsatlar bunlar?

Körfez bloku ve Amerika İran’ın nüfuzunu Irak’ta azaltmaya çalışacak. İbadi üzerinden bu yatırımı yapıyorlar muhtemelen Mukteda Sadır gibi isimleri destekleyerek, finanse ederek bir şekilde İran’a karşı kullanma çabaları var. İran’ın boşaltacağı alanı da Türkiye gibi önemli bir aktörün doldurması Irak’ta mümkün gözüküyor. Suriye bağlamında baktığımızda İran’ın nüfuz alanının tehdit edilmesi, geriletilmesi Türkiye’ye Suriye üzerinden de önemli bir alan açacak. Diğer bir mesele ise PKK. İran da, Amerika bloku da PKK’yı araç sallaştırdı bir süre ama şimdi bu iki eksen birbiri ile çatıştığı dönemde PKK’nın her iki eksene aynı anda hizmet etmesi mümkün olmayacak. Bu taraflardan birisi Türkiye ile PKK ile mücadele konusunda işbirliği yapacak. Yine, Amerika ve İran ekseninin karşı karşıya geldiği denklemde Türkiye’nin PYD alanına yönelik operasyon yapması için çok ciddi alan açılacak. Türkiye de bunu fırsata çevirerek bence bu süreç içinde önümüzdeki dönemlerde PYD tehdidini elimine edebilir.

PYD-PKK RUSYA’YA MI YÖNELİYOR?

Geçtiğimiz hafta PYD’nin eski genel başkanı Salih Müslüm’in bir açıklaması oldu. Şaşırtıcı biçimde ABD eliyle var edilen Müslim, Amerika’nın Suriye’de karanlık bir hedeflerinin Rusya’nın ise pek şeffaf olduğunu söyleyip Rusya’nın kendilerine masada yer açmasını istedi! Anlamı ne bunun? ABD, PKK’yı elden çıkaracak mı?

PKK ve alt örgütlenmesi PYD’nin Amerika’yla uzun dönemdir çalıştığını biliyoruz. 2014’te başlayan bir süreç var Suriye’de, adeta Amerika’nın kara gücü halinde kendilerini konumlandırıyorlar. Ve geniş bir alanı kontrol altına aldılar. Ama tabii bunun ne kadar sürdürülebilir olduğu ile de ilgili ciddi endişeleri var. Rakka operasyonu artık tamamlandı. Deyrizor’daki durum nasıl şekillenecek belli değil. Rejim ile orada karşı karşıya gelme ihtimalleri var. DAEŞ tehdidinin bittiği noktada Amerika’nın kendilerini kullanıp kullanmayacağı konusunda endişeye sahipler. Bunu dengeleyebilmek adına şu mesajı veriyorlar; ‘Amerika eğer sen bizi desteklemezsen, angajmanını kesersen biz de Rusya’ya yöneliriz”. Rusya da bunu gördüğü için uzun süredir PYD’yi doğrudan hedef almadı, hatta zaman zaman Afrin bölgesinde, Tel-Rıfat operasyonlarında olduğu gibi destekledi de. PYD’nin hala Moskova’da ofisleri var. PKK’yı terör örgütü olarak görmüyor Rusya. PKK’yı Amerika ekseninden çıkarabilirse kendisinin kullanabileceğini düşünüyor. Bu tabii önemli. PYD bunu gördüğü için alan açıyor. Hem Amerika’yı tehdit ediyor, gerçekten de ABD ile ilişkileri bozulursa Rusya’ya hızlı bir şekilde dönebileceklerini gösteriyor. PKK zaten ideolojik bir yapılanma değil. Evet, ideoloji kullanıyor, Marksist sol siyaseti, Kürtçü ideolojiyi kullanıyorlar ama gerçekte tamamen çıkarlar üzerinden hareket ediyor. Makyavelist bir örgüt var karşımızda. Hızlı manevra kabiliyetine sahip. Türkiye için bir tehdit. Türkiye Astana süreciyle Rusya’yla yakınlaşırken bir şekilde Rusya’nın PYD’nin hamisi olmasını da engellemeye çalışıyor. Bu süreci bir şekilde yönetme çabasında.

ANKARA ANLAŞMASI MASADA MI KASADA MI?

Referandum sürecinde Türkiye tarihi anlaşmaları masaya çıkarttı, şartları hatırlattı. Şimdi yeni durumla birlikte tekrar kasaya mı alınacak yoksa bu söylem hala cari mi?

1924 Ankara anlaşması gibi anlaşmalar, Türkiye açısından önemli. Bölgenin ve Irak’ın parçalanması çerçevesinde Türkiye’nin orada çeşitli haklarının ortaya çıkması söz konusu olabilir. Tabii uluslararası hukuk dediğimiz şey aslında biraz da güçlüye hizmet eden bir araç. Türkiye gerçekten güçlü bir şekilde masaya yumruğunu vurabilse, eski anlaşmaları gündeme getirerek bunlar üzerinde kendisine bir alan açabilir.

IRAK TOPRAKLARINDA TÜRKİYE’NİN GÖZÜ MÜ VAR?

Halihazırda bile mi?

Halihazırda değil tabii. Türkiye temel politikasını Irak’ın toprak bütünlüğü üzerine inşa etti. Kerkük özelinde ise Kerkük’ün etnik ve mezhebi açıdan çok parçalı bir yapısı var. Türkmenlerin de oradaki haklarını muhafaza edecek, Kürkler, Arap ve Türkmenlerden oluşan dengeli bir yönetim oluşmasını istiyor. Bölgedeki geniş enerji kaynaklarının da yine eşit şekilde dağılımı ve yönetilmesi taraftarı. Türkiye’nin Irak’ın topraklarında hiçbir şekilde gözü yok. Türkiye’nin temel ihtiyacı, Irak’ta, Suriye’de istikrar alanlarının oluşturulmasıdır. Aslında Arap Baharına kadar Türkiye’nin temel politikasına bakıldığında Türkiye’nin bölgesel siyasi ve ekonomik entegrasyon siyaseti izlediğini, bu yönde adımlar atıldığı görülür. Ama yazık ki Arap Baharı sonrasında yaşanan devrimler, karşı devrimler, darbeler, iç savaşlar bu projelerin rafa kalkmasına, bertaraf olmasına neden oldu. Türkiye’nin temel amacı artık istikrarın tesis edilmesi.

ÇOK ZOR BİR DÖNEME GİRİYORUZ

Peki, anlaşmaların gücü?

Geçmişteki anlaşmalar ve uluslararası hukuk vesaire bunlar önemli elbette ancak ben güçlü olmaya inanıyorum. Uluslararası hukuk sadece araçsallaştırılıyor, geçmişteki anlaşmaların büyük güçler tarafından kendi adımlarını meşrulaştırmak için kullanılıyor. Türkiye’nin güçlü olmaya ihtiyacı var. Zor bir döneme giriyoruz. Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor. Bence bu durum devam edecek ve çatışmaların daha da şiddetlenmesi söz konusu. Çünkü küresel sistem çöküyor. Bunun tabii Ortadoğu ayağında da çok büyük etkileri olacak. Şuana kadar devletler vekâlet savaşı verdiler, doğrudan çatışmaktan kaçındılar, vekil unsurları birbirleriyle çatıştırdılar. Doğrudan karşı karşıya gelmenin çok büyük maliyetleri olabilirdi. Bundan kaçındılar ama küresel sistemin güvenlik mimarisinin çöktüğü bir dönemde devletlerin de artık doğrudan karşı karşıya gelme ihtimalleri gittikçe artıyor. Özellikle Amerika ve körfezin kurduğu blokla İran’ın karşı karşıya gelme ihtimalini, bunun devletler düzeyinde olma ihtimalinin ben çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu durum önemli tehditler barındırırken önemli fırsatlarda barındırıyor, işte bu noktada Türkiye’nin güçlü olmaya ihtiyacı var. Kendi ülkesinde milli birliği sağlayarak devlet aygıtlarını yeni döneme hazırlaması, dizayn etmesi, orduyu, istihbaratı, ekonomiyi buna göre dizayn etmesi gerekiyor. Daha da zor bir döneme gireceğimize inanıyorum.

TÜRKİYE’NİN ZAMANI, BÖLGENİN VE KÜRENİN ZAMANI

Zor bir döneme giriyoruz dediniz. Devlet ciddi bir FETÖ zafiyeti yaşadı, yaraları sarmaya, yeniden inşasını tamamlamaya çalışıyor. FETÖ’nün işgal ve murdar ettiği alanları yerli ve milli unsurlarla tahkim etmeye çabalıyor. Ama bunu için biraz zamana ihtiyacı var. Dolayısıyla bölgenin ve kürenin zamanı ile Türkiye’nin zamanı birbirine uyacak mı?

Türkiye attığı adımlarla zaman kazanmaya çalışıyor aslında, Irak’taki ve Suriye’deki adımları bu çerçevede okuyabiliriz. Mesela Astana süreci ile bir şekilde çatışmaları dondurmaya yönelik hamleleri önemli, Türkiye’ye çok ciddi, zaman kazandırabilir. Hem Suriyeli muhaliflerin kazanımlarını korumak hem de PYD’ye yönelik yapacağı büyük bir operasyon öncesinde zaman kazanması için Astana süreci önemli. FETÖ yapılanmasının genel mimarisini de, 15 Temmuz girişimini de aslında Ortadoğu’dan bağımsız ele almak mümkün değil. Türkiye’nin mevcut dış politikası, Ortadoğu’daki hamleleri çok belirleyici oldu bu darbe girişiminde. Darbeyi sadece FETÖ’nün yapmaya çalıştığını düşünmek naiflik olur, onun arkasında büyük bir küresel güç vardır. Bu gücün kim olduğunu herkes biliyor şu anda. Pensilvanya’nın nerede olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Amerika’nın bu yapılanma ile angajmanı çok net şekilde görünüyor. Türkiye’ye çok ciddi anlamda politika dayatmak istediler, Türkiye bunu kabul etmeyince de FETÖ’yü harekete geçirerek darbe girişiminde bulundular. Başarısız oldu, bu çok önemli. Türkiye’nin bu anlamda direnç gösterebilmesi ve FETÖ’yü başarısızlığa itmesi, elimine etmesi çok önemli ama sizin dediğiniz gibi ardından Türkiye kendini yeniden restore etmeye başladı. FETÖ Türkiye’ye, ordumuza, istihbaratımıza, genel anlamda siyaset kurumlarına çok büyük zarar verdi. Türkiye’nin yeniden inşa sürecini hızla tamamlayıp devleti re-organize ederek, Ortadoğu gerçekliğine hazırlanmamız gerekiyor. Birçok noktada elimiz kolumuz ne yazık ki bağlandı. Suriye’de bir kaç yıl önce atacağımız adımları yeni atmaya başladık. Sorunlar daha küçük ölçekliyken, akutlaşmamışken Türkiye hamle yapsaydı çok daha başarılı olabilirdi ama FETÖ eliyle, farklı operasyonlarla, Gezi olayları ile engellendi. Şimdi Türkiye bu mesafeleri aştı. Artık her alanda güçlenmeye çalışıyor. Sadece milli savunma sanayii alanındaki gelişmeleri göz önünde bulunduralım. Türkiye’nin insansız hava araçları teknolojisini elde etmesi PKK ile mücadelede çığır açtı. PKK’yı Türkiye içerisinde en azından askeri olarak etkisizleştirmeyi başardık. Bu millileşmenin, devletin yeniden organizasyonunun ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Her alanda çalışmalar var. Türkiye güçlendikçe Irak’ta, Suriye’de çok daha etkili adımlar atacaktır.

ERDOĞAN SONRASI İÇİN İYİ HAZIRLANMAK GEREK

Türkiye’yi engellemeyi amaçlayan bu saldırıların tümü spesifik olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alıyordu. Her bir saldırı da aslında Erdoğan’ın başarılı liderliğiyle, devlet-millet dayanışmasıyla atlatılabildi. Diyelim ki Allah geçinden versen emri Hak vaki oldu, Türkiye Erdoğansız da atlatabilecek mi bu zorlu süreci?

Henüz o kurumlaşmayı sağlayamadık ne yazık ki… Erdoğan’ın denklem dışı kaldığı bir durumda Türkiye’de çok ciddi kaos yaşanır. Elbette Türk milleti yeni bir lider çıkaracaktır ama ciddi kaos süreci yaşanır. Yine FETÖ tarzı yapılanmalar harekete geçmeye, Amerika gibi ülkeler yeniden operasyonlar çekmeye çalışacaktır. O yüzden Cumhurbaşkanlığı sisteminin kurumsal yapısını bir an önce oluşturulup Türkiye’nin devlet aygıtlarını kişilerden bağımsız olarak yeniden düzenlemesi gerekiyor.

Barzani herkesin gördüğünü neden görmedi? Siyasi sıkışmışlığı, öngörüsüzlüğü, acemiliği görülüyor fakat birilerince kasten yanıltılma ihtimali de var mı?

Ben bir kaç faktör üzerinden okuyorum bunu. Bir, IKBY kendi iç dengeleri açısından. Barzani ve KDP çok sıkışmış durumdaydılar, parlamento çalıştırılmıyordu çok uzun bir süredir. Barzani’nin görev süresi bitmesine rağmen görev süresi devamlı uzatılarak IKBY’nin başkanlığına defacto devam ediyordu. Ciddi bir ekonomik kriz söz konusuydu. Bunun getirdiği toplumsal bir öfke vardı ve ciddi bir çıkmazın içindelerdi. Barzani referandum meselesini araçsallaştırarak kendisine siyaseten çıkış bulmaya çalıştı. Tekrar başkanlığını, KDP’nin liderliğini garanti altına alabilecek bir süreci işletebileceğini düşündü. Ötesinde ise Bağdat’ın zayıf olduğunu düşünüyordu. DAEŞ ile mücadelenin getirdiği o yıkımı belki kullanabilme düşüncesine sahipti, yine kendisi adına özellikle peşmerge adına batılı ülkelerle kurduğu angajmana ve mücadelenin getirdiği meşruiyete. Bunların hepsini kullanabileceğini düşündü ve faktörleri de göz önünde bulundurarak en doğru zamanın içinde olduğunu düşündü. Şu an milliyetçiliğin yarattığı olumsuzluk da var. Barzani, çocukluk hayali olduğunu söylemişti. Gerçekten de Kürt milliyetçiler de böyle çocukça adımlar atıyorlar. Geleceği doğru okumaktan ziyade irrasyonel, aşırı özgüven patlamasıyla, gerçekten bağımsızlığı elde edebileceğini düşündü. Bunun ötesinde sizin sorunuz da önemli.

Açalım bunu lütfen?

Bazı uluslararası angajmanların altına girdiği de açık, bunun altını çizmek gerek. Bunların içerisinde İsrail birinci derecede etkendir. Küresel anlamda İsrail lobileri ve İsrail’e yakın Amerika’da ve Batılı ülkelerde güçlü olan bazı pozisyonların da Barzani’yi yönlendirmesi söz konusu oldu. Burada ABD’nin referandumun karşısında yer almasında bence önemli. Türkiye’de bazı soru işaretleri oluştu ilk dönemde. ABD bağımsızlığı destekliyor mu? Sadece şeklen mi karşısında, diye. Referandum sonrasında yaşananlar bunun doğru olmadığını, Amerika’nın gerçekten karşı olduğunu gösterdi zamanla.

Referandumdan önce gönderilen bir mektup var ama, Bağdat’la görüştükten sonra yapın, o zaman sizi destekleriz?

Barzani referandumda ısrarcı olunca Batılı ülkeler de, Türkiye de arabulucu olarak sürecin içerisinden bir çıkış üretmeye çalıştılar. Hatta Barzani’ye onurlu bir çıkış da sunuldu. Amerika Birleşik Devletleri’nin o mektubu aslında bunu gösteriyordu. “Şimdi referandumdan vazgeç, Bağdat ile masaya otur, senin meşru anayasal haklarını elde etmen konusunda tüm gayretimi göstereceğim” diyordu. “BM gibi uluslararası kurumları devreye sokacağız eğer Bağdat’ta anlaşamazsan bir yıl sonra referandumu gerçekleştir, o zaman seni destekleyeceğim” şeklinde bir resmi mektup gönderildi. Türkiye’nin önemli teklifleri vardı, Fransa’nın önemli bir rolü vardı. Ama Barzani tüm teklifleri görmezden gelerek ısrarcı oldu, böyle bir hezimet yaşadı. ABD’nin Bağdat’ın askeri olarak harekete geçmesinden sonra yaptığı açıklamalara baktığınızda özellikle Pentagon açıklaması adeta Bağdat’a yeşil ışık yaktığını gösteriyor. Tüm tartışmalı bölgelerin Bağdat’ın hükümranlığına tekrar devredilmesi konusunda Amerika’nın pozisyon aldığı görüldü.

ABD BARZANİ’Yİ CEZALANDIRDI

Neden izin verdi buna ABD?

Amerika’nın Barzani’yi cezalandırdığına yönelik yorum yapılmasına neden oldu bu. Ama şu anda tek Amerika yok. Birçok farklı pozisyonlar var, içeride ciddi güç mücadelesi var. Müesses nizam ile Trump karşı karşıya, kurumlar kendi hükümranlıklarını oluşturdular. Pentagon bir yerde, diğer kurumlar farklı alanlarda, İsrail lobilerinin kendisine ait farklı alanı var. Amerika içindeki bazı pozisyonların İsrail ile birlikte Barzani’yi şevklendirdiği, cesaretlendirdiği, defakto kazanım elde ederse Amerika’nın pozisyon değiştireceğine, kendisini destekleyeceğine inandırdıkları anlaşılıyor. Bu da Barzani’nin irrasyonel hareket etmesinde önemli bir etken diye düşünüyorum.

DEAŞ’I VAR EDEN ABD’DİR

Büyük resme bakalım istiyorum: Amerika Obama döneminde İran’a Şii yayılması için alan açtı, Rusya da geldi o alanı doldurdu. Trump ise “İran’a gününü göstereceğim” diyerek seçildi ama buna rağmen Kerkük mevzuunda olduğu gibi Haşdi Şabi marifetiyle yine İran bölgeye yayıldı. Bu ne demek, ABD ne yapıyor?

11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika’nın Ortadoğu politikaları tamamen yerle yeksan oldu. Kontrolsüz şekilde, hesap kitap yapmadan önce Afganistan’ı, ardından Irak’ı işgal etti. Gerekçelerinin de -Irak’ın kimyasal silah üretmesi ya da el-Kaide ile ilişkiler- doğru olmadığını Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell bizzat kendisi BM’de itiraf etti. Bunun hem Ortadoğu’ya hem ABD’ye çok büyük maliyetleri oldu. İki büyük devlet tamamen çöktü. Yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, muazzam bir kaos yaşandı ve DAEŞ’i var edecek bir sosyolojinin oluşmasına neden olundu. Bugün DAEŞ’i var eden dolaylı yoldan Amerika’dır. O sosyolojiyi var edecek şekilde bölgeyi işgal etti. Amerika’ya trilyonlarca dolara mal oldu. Binlerce Amerikan askeri öldü, on binlercesi yaralı kaldı. 2008 ekonomik krizi de aslında Amerika’nın bölgedeki işgallerinin yarattığı ekonomik maliyettir. Sizin de ifade ettiğiniz gibi bunu İran fırsata çevirdi. Amerika’yla birlikte hareket etti. Irak’ı nüfuz alanına aldı. İlerlemeye devam etti. Arap Baharının yarattığı süreçten, iç çatışmalardan faydalandı. Suriye-Yemen ekseninde Şii Hilali oluşturmayı başardı. Tabii burada Obama yönetiminin de İran’a yönelik uyguladığı ‘appeasement’ denilen yatıştırma politikasının da etkisi var. İngiltere’nin Hitler’e uyguladığı şeyleri Obama İran’a uyguladı. İran da bunu sonuna kadar istismar etti, kendi gücünü bölgede dayatmaya devam etti. Trump döneminde ise Amerika retorik değiştirerek, İran’ı da hedef göstermeye kalkıştı. Ama pratikte İran’ı dengelemeye yönelik, adım atmaktan hala uzak. Trump’ın yeni İran politikasında İran’ı hedef alacakları anlaşılıyor. DAEŞ meselesi bitmeye yakın bir noktada Pentagon’dan da bu anlaşılıyor.

ABD’NİN DEAŞ’TAN SONRAKİ HEDEFİ İRAN

İran’la ilgili söylemle tutum farklılığı neden?

Amerika’nın Trump döneminde İran’ı doğrudan hedef alamamasındaki temel mesele hala DAEŞ tehdidi ile uğraşmalarıydı. Şimdi Irak’ta iyice elimine oldu DAEŞ, Ambar bölgesine sıkıştı. Suriye’de Deyrizor’a çöl bölgesine sıkıştı. Birkaç ay içinde DAEŞ’in en azından kontrol bölgelerini kaybedeceği yönünde benim öngörüm. Evet, örgüt olarak varlığını devam ettirecek, hücre yapılanmaları ile hareket edecek klasik bir terör örgütüne dönüşecek ama kontrol noktalarını tamamen kaybedecek ve oluşturduğu tehdit azalacak. Bu noktada ise Amerika’nın doğrudan İran’ın nüfuz alanını hedeflemeye başlayacağını öngörüyorum. Körfezde bir blok oluşturdu, hem Suudi Arabistan, hem Birleşik Arap Emirliklerini yanına aldı. Bu denkleme İsrail zaten ana unsur olarak katılıyor, Mısır yaptığı son açıklama ile Trump’ın İran politikasını desteklediğini açıkladı, bu da önemli bir gelişme. Bu eksen İran’ın nüfuz alanını doğrudan etkileyecek. İsrail’in Hizbullah’a askeri hamle yapması çok olası görünüyor yakın dönemde.

ABD TAHRİK EDİYOR, İRAN ACEM SİYASETİ GÜDÜYOR

Trump İran ile nükleer anlaşmayı imzalamadı. Oysa o anlaşma İran’ın nükleer çalışmalarını askeri alandan çekmeye yönelikti. Anlaşmayı onaylamayarak İran’ı bu yola sevk ederek savaş için bahane mi üretmek istiyor?

İran’ı tahrik etmeye çalışıyor, ilk hamlenin İran tarafından atılmasını istiyor. Nükleer müzakereler sonrası yapılan anlaşmayı Amerikan Başkanının birkaç ayda bir onaylaması gerekiyordu. İlk defa Trump iktidara geldikten sonra onaylamadı ve topu kongreye attı. Kongreye ya İran’a karşı ciddi yaptırımlar getirirsiniz ya da ben bu anlaşmayı tamamen bozarım dedi, ama Avrupa ülkeleri anlaşmanın devamından yana tavır aldılar. İran ise tabii Acem diplomasisi yürütüyor. Trump’a istediğini vermiyor, sahada somut adımlar atarak gücünü tahkim etme çabasında daha çok. Ama hem Trump’ın geldiği nokta hem Pentagon’un şu anki durumu, hem Körfez ülkeleri ve İsrail’in istek ve arzu durumuna bakarsak bir karşı karşıya geliş kaçınılmaz. Bu sadece zamanlama meselesi. DAEŞ tamamen elimine edildikten sonra, bence yakın bir dönemde, ilk etapta doğrudan devletler düzeyinde olmasa da yine vekil unsurlar, ardından İran’ın nüfus alanına yönelik büyük bir hamle yapılacak. Çünkü İran gerçekten doğal sınırlarının çok ötesine çıktı ve bölge ülkelerini tehdit eder konuma geldi.

TÜRKİYE DENGE SİYASETİ GÜDECEK

Türkiye’nin tavrı ne olur bu durumda?

Türkiye’nin de bundan memnun olduğunu söylemek mümkün değil. Ama Türkiye’nin karşı blokla da ilişkilerinin iyi olmaması hasebi ile karşı blokun da Türkiye’ye karşı hamle yapma ihtimalini gördüğü için daha dengeli bir yerde kendini konumlandırma çabasında olacak. Ve yaşanacak mücadeleyi kendi adına fırsata çevirmek durumunda. Bunun ötesinde yakın vadede ciddi anlamda bir karşı karşıya geliş bekliyorum. Bundan çıkış çok mümkün değil.

ABD İRAN’I VURUR MU?

ABD’nin yapmak istediği sadece İran’ı yayıldığı alandan geri çektirmek ve siyasi sınırlarına hapsetmek mi yoksa Irak’ta ve Suriye’de yaptığının bir benzerini İran’da da denemek mi?

Ben İran’ın askeri olarak Amerika tarafından işgal edileceğini düşünmüyorum. Bu çok rasyonel bir öngörü olmaz ama Amerika’nın uzun dönemde İran’a karşı rejim değişikliğine yönelik çabası olduğunu biliyoruz. CIA’in başına da, İran operasyonlarının başına da geçen isimlerin profillerine baktığımızda Amerika’nın bu yönde adımlar atabilmesi mümkün. İran’ın kendi içinde ciddi zayıflıkları ve kırılganlıkları var, etnik açıdan da mezhebi açıdan da. Kürt bölgesi, Belucistan bölgesi gibi, Ahvaz da Arap bölgesi gibi etnik ayrışmalar var. Mezhebi açıdan Sünniler söz konusu, hem Körfez ülkelerinin hem Amerika’nın ciddi yatırım yaptığını biliyoruz. Bir şekilde etnik ve mezhebi fay hatları tetiklenerek, İran içinde kaos oluşturulmaya çabalanacaktır. Bölge ülkelerinin İran’a karşı desteklenmesi ve İran’ın vekil unsurlarının Şii Milislerinin Suriye’den Irak ekseninden çıkartılma çabası söz konusu olabilir. Yemen’de Körfez ülkeleri uzun süredir savaşta, başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Amerika’nın ağırlığını artırarak Husilere karşı adım atması söz konusu olacak. Nihayetinde Amerika askeri olarak hedef alabilir. Hizbullah’a yönelik İsrail’in olası bir operasyonu çok gündemde olacak. Ama ABD’nin İran’ın doğrudan işgali pek olası görünmüyor.

İSRAİL BU İŞİN NERESİNDE?

İsrail bütün bu resmin neresinde peki?

İsrail zaman zaman sessiz kalarak, zaman zaman kendisini göstererek bölgedeki faaliyetlerine devam ediyor. Önemli bir oyuncu, kendi gücünün ötesinde Amerika ve Batı ülkelerde lobi gücünü kullanarak ülkelerde politikasını şekillendirme çabasına giriyor. Ama ilginç şekilde IKBY’nin bağımsızlık meselesini gerçekten kendini göstererek destekledi.

İSRAİL BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’A YATIRIM YAPIYOR

Her alanda kendini gizlerken IKBY’nin bağımsızlık referandumunu neden bu kadar açıktan destekledi İsrail?

Bu meseleye ne kadar önem verdiğini belki göstermek için, uluslararası konjonktürün de artık buna hazır olduğunu belki görmesinden kaynaklandı. IKBY’nin dışarıdan hangi ülkelerin desteklediğine yönelik bazı şüpheler de olur. Amerika’nın tavrı gerçekten bu kadar netse İsrail nasıl açıktan destekliyor? Yine, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin aslında Barzani ile son dönemde kurduğu ilişki çerçevesinde IKBY’nin bağımsızlığını desteklemeye yönelik bazı şüpheler söz konusuydu. Acaba İsrail, Körfez eksenini çok aleni şekilde desteklemeye mi başlayacak? İsrail’in dış politikasına baktığımızda temelde bir doktrine sahip olduğunu görüyoruz; Arap devletlerinin parçalanması ya da Arap devletlerinin Arap olmayan etnik ve ulus devletleri tarafından çevrelenmesi politikası. Çok uzun bir dönem Etiyopya’ya Türkiye’ye ve İran’a İsrail’in bu bağlamda yatırım yaptığını gördük. Ama İran’da İslam devriminin yaşanması, Türkiye’de demokrasinin olgunlaşması ve bir şekilde İsrail karşıtı bir iktidarın mevcudiyeti, İsrail’in iki ülkeyi de kaybetmesini beraberinde getirdi. Bunun ötesinde İsrail bölgedeki kaosa da yatırım yaparak Arap ülkelerinin içinde bir etnik mezhebin çatışmayı beraberinde getirecek süreçlere yatırım yaptı. Bir şekilde mevcut gerilimde, İran’ın başını çektiği Şii blok ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği Sünni blokun mezhep kavgası vermesi, daha doğrusu mezhepleri araçsallaştırarak mücadeleye girmesi, İsrail’in ciddi anlamda işine gelen bir süreçti. İslam ülkeleri enerjilerini birbiriyle mücadele ederek tüketiyordu ve bundan İsrail yararlanıyordu. Irak ve Suriye’nin parçalanması, küçük nüfus alanlarına bölünmesi İsrail açısından çok önemli bir kazançtı. Nihayetinde İsrail’in son yıllardaki politikasına baktığımızda İslam ülkeleri enerjisini kendi içerisindeki mücadeleye verirken, Batı Şeria’da Gazze ablukasına devam ederken, Batı Şeria’da da yeni yerleşim yerleri kurarak Kudüs’ün statüsünü değiştirme çabasında olduğunu gördük. Kendini tahkim ederken İslam ülkelerinin birbiri ile mücadelesine yatırım yaptı. Şimdi de bağımsız Kürdistan’ın kurulması, İsrail’in kendi politikası açısından önemli. İsrail’in Genelkurmay Başkan yardımcılarından biri alenen yaptığı açıklamada PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini, bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının İsrail’in çıkarlarına hizmet edeceğini, İsrail’in de bu bağlamda politika üretmesi gerektiğini savunuyordu. İsrail ve aktörler aleni şekilde Kürt meselesine yatırım yaptıklarını bize gösteriyor. Bugün PYD bölgesine de İsrail’in ciddi anlamda yatırım yaptığını istihbarat düzeyinde ve diğer bağlamda görüyoruz. IKBY’ye benzer şekilde yatırım yaptığını görüyoruz, çünkü oluşabilecek bir Kürt kuşağını hem İran’a, hem Arap devletlerine hem de Türkiye’ye karşı kullanabileceğini biliyor.

SAHADAN SICAK GÖZLEMLER

Referandum sonrasında bölgeye gittiğiniz söylemiştiniz. Gözlemleriniz nasıl?

Referandumun hemen akabinde Erbil, Duhok, Musul, Kerkük gibi bölgeleri ziyaret ettim. İlk etapta şunu görmek mümkündü; muazzam bir coşku vardı Kürtlerde, gerçekten bağımsızlığa gittiklerine inanıyorlardı, buna inandırılmışlardı. Sokaklarda ellerine bayraklarla kutlamalar içerisindelerdi. Ama bir anda bir şey oldu karşılarında Ankara, Tahran ve Bağdat ekseni olduğunu gördüler. Yaptırım siyaseti uygulanacağına yönelik açıklamalar yapıldı, hatta askeri boyut konuşuldu. O noktadan sonra bir anda endişe içine girdiler. Gerçekten mevcut kazanımları tehdit altına girebilir miydi? Büyük bir maceraya mı atılmışlardı, sorgulamaya başladılar. Eksen daralmaya başlayınca somut adımlar atılınca özellikle Erbil ve Süleymaniye Havalimanları kapatılınca insanlar gerçekten korkmaya başladı. Bunu görmek mümkündü. Tabii Arap ve Türkmenlerde de muazzam bir endişe vardı. Defakto şekilde Kürtlerin baskı rejimi kurabileceklerini, etnik milliyetçilik üzerinden kendilerini baskı altına alabileceklerini düşünüyorlardı. 2003’ten Amerikan işgalinden beri Kürtler ABD angajmanıyla Kerkük’ün kontrolünü adım adım ele geçirmeye başlamışlardı. Türkmenlere ve Araplara yönelik dışlayıcı bir siyaset izlediler. Bölge nüfusunu İsrail’in Batı Şeria’da yaptığına benzer şekilde yerleşim yeri politikaları ile Kürt nüfusu Kerkük’te inanılmaz derecede artırdılar. Kerkük’ün yönetimini ele geçirdiler. İş dünyasından da, siyasetten de Türkmenlerin ve Arapların dışlandığını gördük. Dolayısıyla bağımsız bir Kürdistan’a karşı çok büyük bir endişe içerisindelerdi. Nihayetinde bu endişelerin ne kadar doğru olduğu da adım adım ortaya çıktı. Peşmerge -biz sahadayken görüştüğümüzde ciddi özgüvene sahipti, Bağdat’ın Haşdi Şabi’nin kendisine karşı askeri hamlede bulunamayacağını, bulunsalar dahi askeri olarak onları çok rahat püskürteceklerini iddia ediyorlardı ama sahadaki gerçeklik bunun tam tersini bize gösterdi. Cephede savaşamadan tüm bölgelerden çekildiler, büyük bir kumar oynandı ve feci kaybettiler.

[Star, 22 Ekim 2017].


Etiketler »