Fransa’nın son dönemdeki agresif dış politikası, AB ile ayrışan yaklaşımları ve Türkiye’yi hedef alan açıklama ve eylemleri gündemin önemli başlıklarından. Bu sorunlar Doğu Akdeniz krizinde net olarak görünse de aslında birçok farklı başlık altında seyrediyor. Mevcut tablo Avrupa’nın bir diğer lokomotif ülkesi olan Almanya’yı da yakından ilgilendiriyor. SETA Berlin Koordinatörü Zafer Meşe ile AB içindeki oluşan çatlakların bölgesel ve küresel neticelerini konuştuk.
Son dönemde iyice belirginleşen Fransa’nın bölgesel ve küresel hangi hedefleri Almanya ile ilişkilerinde sorun teşkil ediyor?
Günümüzde seyreden ikili ilişkiler her ne kadar yakın ve köklü olsa da fikir ayrılıkları mevcut. Fransa’nın bölgesel ve küresel hedeflerinin daha da belirginleşmesi, ikili ilişkileri olumsuz bir yönde şekillendirme potansiyeline sahip. Fransa’nın son yıllarda daha da agresifleşen dış politika yaklaşımı ve AB bünyesinde öncü ülke iddiası sebebiyle, ikili ilişkilerde çatlaklar oluştu. Fransa–Rusya yakınlaşması, Macron’un “NATO’nun beyin ölümü”ne yönelik sözleri, AB’nin Balkan açılımına yönelik Fransa’nın vetosu, Doğu Akdeniz krizinde Fransa’nın GKRY ve Yunanistan’a askeri desteği, Libya iç savaşında Fransa ve Almanya’nın kısmen ayrışan pozisyonları, sorun başlıkları olarak karşımızda durmaktadır.
Fransa’nın özellikle Doğu Akdeniz meselesinde AB’nin dış politikasına uzak düşebildiğini gözlemledik. Bu durum hem Almanya hem de diğer AB ülkelerince nasıl algılandı? Dahası Fransa bunu nasıl göze alabildi?
Fransa’nın dış politikada fevri çıkışları AB içerisinde ciddi tepkilerin oluşmasına sebebiyet vermekte. AB’ye üye Doğu Avrupa ve Baltik ülkeleri Fransa’ya özellikle NATO‘yu eleştiren çıkışından dolayı kızmıştır, nitekim Polonya başta olmak üzere Letonya, Estonya ve Litvanya NATO’yu Rusya’nın yayılmacı politikasına karşı güvenlik şemsiyesi olarak görmektedir. Bu bağlamda AB’den ziyade NATO’ya güvenmektedirler. İtalya ve İspanya ise Fransa’dan Akdeniz’de hakim oyun kurucu aktör olma hırsından dolayı rahatsız olduklarını mütemadiyen hissettirmektedirler. İtalya Fransa’ya karşı duruşunu Libya iç savaşında meşru hükümetin yanında durarak belirgin şekilde göstermektedir.
Doğu Akdeniz krizinde AB ülkelerinin tavırlarına baktığımızda sorunun cevabının direkt Türkiye ile ilgili olduğunu görmemiz mümkün. Türkiye AB içerisinde Fransa’nın agresif politikasına karşı eleştirel yaklaşan ülkeleri yanına çekmeyi başarmış (Malta, Macaristan, İtalya) veya Fransa’nın AB nezdinde Türkiye aleyhinde yaptırım girşimine destek vermemesini sağlamıştır (İspanya, Hollanda, İskandinav ülkeleri). Bu süreç ustaca yönetilmiştir. Brexit’den sonra Fransa kendisini AB’nin hamisi olarak gördüğünden bazı politika alanlarında, buna dış politika dahil, özerk hareket etme imtiyazına sahip olduğunu sanmaktadır. Zaten onlarca yıl bu “imtiyazı“ Afrika coğrafyasında uygulamıştır. Bu ayrıcalığı AB’de kimsede olmayan nükleer güç ve BMGK daimi temsilciliği statüsü ile diğer üye ülkelere mütemadiyen hissettirmekten çekinmemektedir.
Türkiye Fransa gerilimine gelelim. Fransa son dönemde adeta her durumda Türkiye’nin karşısında pozisyon almak gibi bir siyaset benimsedi. Kendi hegemonya alanını tehdit algısı dışında da görünür gibi bu durum. Ne dersiniz?
Türkiye Fransa ilişkileri eskiden beri çıkışlıdan fazla inişli olmuştur. 1980’li yıllardan beri Fransa’nın terör örgütü PKK politikası adeta Türkiye’ye meydan okur bir niteliğine sahiptir. Zamanın Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın eşi alenen PKK üst düzey yöneticilerine sahip çıkarak kendi ülkesindeki Kürt diyasporasının örgütün zulmüne maruz kalmasına alan açmıştır. Cumhurbaşkanı Hollande PKK ile benzer ilişkilere girmiştir. Macron bu geleneği PKK/YPG’yi destekleyerek devam ettirmektedir. Fransa devletinin üst düzey yöneticilerinin terör örgütü elebaşları ile aynı safta yer alması Fransa siyaset tarihine kara bir leke olarak işlenmiştir. Ayrıca Sarkozy döneminde Fransa Türkiye’nin AB üyeliğine alenen karşı çıkıp AB’nin her platformunda Türkiye karşıtı girişimlerde bulunmuştur.
Son dönemde Fransa’nın Türkiye’ye yönelik agresif tutumunu sadece Doğu Akdeniz krizinde Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı koçbaşı olarak kullanması neticesinde müşahede etmiyoruz. Fransa tabiri caizse patolojik bir hırsla kendisini Türkiye’nin her alanda karşısında durmaya adamış vaziyettedir. Akdeniz, Afrika, Ortadoğu bölgelerinde ve AB, NATO gibi kurumlar nezdinde Türkiye karşıtı meydan okumalarına ve düşmanca tavrına sürekli şahit olmaktayız.
Fransa’nın Türkiye’yi hedef almış olmasının nedeni ise kendisini küresel alanda kudretli bir jeostratejik aktör (süper güç) konumunda görme vizyonundan kaynaklanmaktadır. Fransa yeni bir dünya düzeni inşa sürecinde uluslararası sistemde yaşanan boşluğu kurmak istediği “Büyük Fransa” ile doldurarak Batı ile Çin ve Rusya arasında yaşanan güç mücadelesini bir fırsata çevirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Fransa geçmişte geleneksel nüfus alanı olan Akdeniz-Afrika-Ortadoğu jeostratejik üçgeninde mevcudiyetini aktif askeri ve siyasi hamlelerle artırma gayretindedir. Böylelikle bu hedefine ulaşabilmesi için Fransız hükümeti ekonomisini yeniden parlatma hamlesinin ancak denizlere hakim olmaktan geçtiğine inanmaktadır.
Lakin Fransa’nın Akdeniz’de hakimiyet sağlayarak Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da da nüfusunu tekrar inşa etme hedeflerini sahada uygulamasına engel niteliğinde rakip aktör olarak Türkiye durmaktadır. Örneklendirecek olursak:
• Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı Fransa-Yunanistan-AB ittifakı,
• Libya’da meşru hükümetin müttefiği Türkiye’ye karşı darbeci Hafter-Fransa-Rusya-BAE ittifakı,
• Suriye’de Türkiye’ye karşı Fransa-YPG ittifakı,
• Türkiye’nin Afrika açılımı çerçevesinde özellikle frankofon bölgelerde kalkınma, insani ve girişimci politikalarının yanı sıra askeri işbirliği girişimleri,
• Dağlık Karabağ işgalini sonlandırma operasyonunda Türkiye-Azerbaycan ittifakına karşı Ermenistan-Fransa işbirliği.
Fransa uluslararası sistemde her boşalan alana el attığında karşısında Türkiye’yi bulmaktadır. Bundan sonraki süreçte Fransa ve Türkiye arasında bölgesel ve bölge ötesi coğrafyalarda, kuvvetle muhtemel zıt saflarda olmaları itibariyle, karşılıklı meydan okumalar ve vekalet çatışmalarının vuku bulma ihtimali yüksektir.
Almanya ve Fransa’nın ortaklaştığı bir konu var: İslamofobik söylemin merkezinde yer almaları. Hem içerideki hem dünyanın geri kalanındaki Müslüman toplumun bu durumdan rahatsızlığı aşikar. Baskı, devamı durumunda nasıl gelişmelere gebe?
Kıta Avrupa’sının Müslüman toplumu ile mücadelesi Fransa ve Almanya örneklerinde görülebildiği üzere Kulturkampf’a evrilmeye başlamıştır. Nedir Kulturkampf kavramının konumuzla ilgili anlamı? Dini bir cemaatin toplumsal hayattaki etkisini kırmaya yönelik bir dizi devlet seferberliği ve bunlara tepkilerden oluşan süreci tanımlamaktadır. Devletin Kulturkampf politikası baskı rejimi aracı ile daima sert yöntemlerle uygulanmıştır.
Müslüman nüfusunun en yoğun olduğu Fransa ve Almanya’da haftalardır İslam dini ve Müslüman toplumu İslamofobik saldırılara maruz kalarak kültürel ve toplumsal anlamda kriminalize edilip marjinalleştirilmektedir.
Macron bu alanda da hukuk, hoşgörü ve öngörüden yoksun bir siyaset anlayışı ile ön plana çıkmıştır. Şu da bir gerçektir, Macron’un cumhurbaşkanlığı görevine geldikten sonra devreye soktuğu ekonomik ve sosyal politikalar nedeniyle ülke uzun süredir toplumsal olaylarla çalkalanmaktadır. Fransız toplumunun nazarında hem içeride ve hem de dışarıda krizleri yönetememesi nedeniyle başarısız ve deneyimsiz cumhurbaşkanı profili çizen Macron’un, 2022’de düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetme korkusuyla ülkesinde bulunan Müslüman toplumu hedef olarak seçtiği aşikardır.
Separatizm yasasının Fransız Meclisinden geçmesi durumunda Müslüman şahıs ve kurumlar bir baskı rejimi ile mücadele etmek zorunda kalacaktır. Her iki ülkenin asıl hedefi kendi ülkelerinde bulunan Müslüman toplumların başka ülkeler tarafından yönlendirilmemesi, anayasa ve geleneklere uygun bir İslam modeli ve kendi ülkesinin kontrolünde dizayn edilmiş bir İslam anlayışıdır.
Her fırsatta temel hak ve özgürlükler savunuculuğunu yapan Fransa ve Almanya Müslümanlar söz konusu olduğunda evrensel değerleri beklemeye almaktadır. Avrupa genelinde bu endişe verici gidişat Avrupa’da yaşayan Müslümanların güncel hayatını olumsuz etkilemektedir, özellikle Fransa’da sanki bir korku cumhuriyeti hissiyatı hakimdir.
Gerektiğinde sarı yeleklilerin meydanlara çıkıp isyan ettikleri gibi kendi haklarını yoğun yaşadıkları bölgelerin sokaklarına taşıyıp devletin hukuksuz uygulamalarına isyan etmelerinin küçük bir ihtimal olmadığını düşünmekteyim.
İslam dünyası bu gelişmelere kayıtsız kalmayacaktır. Macron’un İslam reform girişiminde görüldüğü üzere Türkiye başta olmak üzere İslam dünyasının kilit ülkeleri Endonezya, Malezya, Pakistan ve İran boykot dahil Fransa ile ticari ve siyasi ilişkileri en alt düzeye indirme eğiliminde olduklarının mesajını vermiştir. Macron son İslam hamlesi ile Fransa’yı İslam coğrafyasından etkileşim bağlamında uzaklaştırdı. Demek ki her şerde bir hayır var.
Peki, aşırı sağa yaklaşan popülist, elitist, ayrılıkçı yaklaşımı Macron’a seçim kazandırır mı?
Macron Cumhurbaşkanı adayı iken seçim sürecinde reformist, liberal ve her türlü ayrımcılık ile mücadele eden bir profile bürünmüştü. Seçildikten sonra ekonomik ve sosyal politika alanlarında gerçekleştirdiği reformlar halk tarafından benimsenmedi, hatta ters tepti. Geri adım atmak zorunda kaldı. İç siyasette bir başarı sağlayamadığından dış politikada agresif ve tutarsız çıkışları ile ülkesini müttefikler nazarında yalnızlaştırdı. 2022 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde az da olsa kazanma şansını yükseltmek adına aşırı sağ hareketlerin söylemlerini kullanarak Müslüman toplumu hedef tahtası yaptı. Macron’un birbiriyle tezat oluşturan yaklaşımları Matruşka bebeği gibi kılıktan kılığa giren oyuncağı anımsatıyor.
Macron’un sağ seçmene oynaması Almanya örneğinde olduğu gibi ancak sağ partileri güçlendirir ve oylarının artmasına yardımcı olur. Korkarım bu gidişle 2022 yılında Fransa bir aşırı sağ siyasetçi tarafından yönetilecektir.
2021’de Almanya’da da seçim var. Merkel sonrası Almanya Fransa ilişkileri için ne öngörüyorsunuz?
Aslında Merkel sonrası kadar Macron sonrasının da önemli olduğunu düşünüyorum. Bir önceki soruda belirttiğim üzere Macron’un 2022’de tekrar seçilmesi son kamuoyu yoklamalarına göre tehlikede olabilir.
Merkel sonrası Almanya, Fransa ile ilişkileri benzer düzeyde tutar. Nitekim Fransa ve Almanya AB’nin iki lokomotif ülkesi ve AB’nin ekonomik, sosyal politikalarının beraberinde getirdiği sorumlulukların altından ancak beraber kalkmaları mümkün. Fransız-Alman ilişkileri ciddi bir kurumsallaşma sürecinden geçip sağlam bir zemine oturmuş durumundadır. En önemlisi, ekonomik boyutun işbirliğini zorunlu kılması. Dolayısıyla muhtemel fikir ayrılıkları kamuoyu önünde eskalasyona sebebiyet vermeyecektir.
Türk gemisine müdahalenin AB Liderler Zirvesi öncesi yapılmasının bir anlamı var mı? Özellikle Almanya’nın Türkiye’ye bir mesajı olduğu konuşuluyor, ne dersiniz?
Müdahalenin zamanlamasına dikkat çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye AB ile yeni bir sayfa açma mesajını içeren bir açılımını kamuoyu ile paylaşmışken ve tüm aktörler AB Zirvesine odaklanmışken İRİNİ misyonu kapsamında bir korsan harekatını anımsatan operasyonla Türk yük gemisinin silahlı askerler eşliğinde aranması en hafif tabirle açık bir provokasyondur. Hatırlatmakta fayda var: Uluslararası sularda ticari gemilere müdahale edilebilmesi için bayrak devletinin rızasının alınması esastır. Libya silah ambargosuna dair BMGK kararlarının bu yükümlülüğü ortadan kaldırmadığı tartışılamaz bir gerçektir. Nitekim Türkiye’nin devreye girmesiyle arama durdurulmuştur. Bundan sonraki süreçte Türkiye mütekabiliyet bağlamında sahada cevap vereceğini ve tazminat dahil hukuki ve siyasi adımların atılacağını ilan etti.
Burada AB Liderler Zirvesi öncesi Türkiye’nin AB ile yapıcı bir diyaloğa girme mesajı ile birlikte Zirve öncesi olumlu bir havanın oluşmasını engelleme girişimi söz konusu olabilir. Bu tür korsan bir harekat ile Türkiye’yi provoke edip fevri bir davranışa teşvik etmek, önümüzdeki AB Liderler Zirvesi’nde Türkiye aleyhine ağır yaptırım ihtimalini güçlendirmek muhtemel bir senaryo. Bu durumundan faydalanabilecek olan ülkeler bellidir: Yunanistan, GKRY ve Fransa. Almanya ve İtalya’nın böyle bir senaryoya dahil olmaları düşük ihtimal. Sanırım gözden kaçan başka bir gelişme, gemi müdahalesi ile irtibatlandırılmadı. Müdahaleden bir gün önce Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere ortak bir açıklama yaptı Libya Siyasi Diyalog Forumu’nun ilk tur sonuçlarını kutlamak adına. Açıklamanın en kritik kısmı: “Libya Siyasi Diyalog Forumu ile Berlin sürecini engelleyenlere, devlet fonlarını yağmalamaya veya insan hakları ihlallerine devam edenlere karşı önlemler almaya hazırız.“ Bu mesajın sahada uygulanması da Berlin sürecinin engellenmesi bağlamında zaten İRİNİ misyonuyla devreye girmiştir. Gelecek gün ve haftalarda Türkiye’nin başvurusu üzere yetkili mercilerden (AB, İRİNİ operasyon merkezi vs.) aydınlatıcı izahat muhtemelen gelecektir. Gelen cevaba göre Türkiye mütekabiliyet bağlamında gardını mutlaka almıştır.
[Star, 28 Kasım 2020, Röportaj: Hale Kaplan].