24 Haziran seçimleri için son düzlüğe girdik. Cumhurbaşkanı adayları ve partiler seçmeni ikna etmek için son kozlarını oynuyorlar.
Adayların kampanya dili ve vaatlerine bakıldığında ilginç bir durum göze çarpıyor. Cumhurbaşkanlığı için altı aday yarışmasına rağmen sanki iki taraf varmış gibi bir hava var.
Bir başka deyişle Erdoğan ve diğerleri şeklinde taraflaşmış gibi görünüyor.
Bu manzaranın iki temel sebepten oluştuğunu söylemek mümkün: Birincisi kullandıkları dil, ikincisi ise seçim hesapları.
Cumhurbaşkanı Erdoğan zaman zaman rakiplerini eleştirirken miting ve medya programlarında gerçekleştirdikleri projelere odaklanıyor. Bir yandan yeni proje vaatlerinde bulunurken öte yandan savunma sanayisinden şehirleşmeye, terörle mücadeleden dış politikadaki etkinliğe kadar Türkiye'nin mesafe aldığı alanlarda daha da ileriye gitmek için iktidara talip olduğunu dile getiriyor.
Seçim çalışmasını parti kadrosu ve profesyonel ekiplerin yaklaşımın ile sınırlı tutmuyor, seçmeni özne haline getiriyor. Meydanları da bu siyasete ortak ediyor, katılımcıların onayını alıyor. Bu kadarla da yetinmeyip kendisine güvenen sıradan ahaliden konu komşusunu ikna etmesini talep ediyor. Yenikapı mitinginde bu duruma açıkça şahit olduk.
Erdoğan'a karşı yarışan adaylar ise sevgili arkadaşım Enes Bayraklı'nın deyişi ile yıkım siyasetinden başka bir şey vaat etmiyor. TİKA'nın kapatılmasından, terörle mücadelede geri adım atılmasına, FETÖ'ye göz kırpılmasından dış politikada teslimiyete kadar bir çok alanda AK Parti döneminde ortaya çıkan uygulamaların iptaline yönelik vaatlerde bulunuyor.
Hal böyle olunca Erdoğan fazlasıyla avantajlı konuma gelmekle kalmıyor, kendi kendisi ile yarışır duruma geliyor. Muhalefet ise bırakın kararlı seçmeni, kafası karışık ya da kararsız seçmeni dahi ikna edecek argümanlar ya da vaatler sunamıyor.
AK Parti karşıtlığından başka sermayesi de yok. Dolayısıyla seçmeni etkilemenin dışında yollara başvurarak AK Parti'yi zayıflatmaya yönelik çalışmalar yapıyor.
Son günlerde en çok dile getirilen senaryolardan birisi HDP'nin barajı aşması için CHP'nin kendi seçmenini HDP'ye yönlendirmesi. CHP daha az oy almayı göze alarak HDP'nin barajı aşmasını öncelemiş durumda. Bunun karşılığında ise Cumhurbaşkanlığı oylamasının ikinci tura kalması durumunda HDP'nin var gücüyle Muharrem İnce'ye oy verme vaadi.
İki veya daha fazla arasında bir ittifakın oluşması tabi ki meşru bir şey ve bu seçimde bu tarz ittifaklara da şahit olmaktayız. Ancak burada başka bir durum söz konusu.
Tercihini özgürce kullanması beklenen seçmenin iradesinin üstelik blok halinde yönlendirme çabasıdır bu. Ve dolayısıyla bu pazarlık bir yönüyle henüz tecelli etmemiş seçmen iradesi üzerinde kirli bir pazarlıktan başka bir şey değil.
Uluslararası basında bu manzarayı Erdoğan'a karşı oluşmuş bir sinerji olarak işliyor. Özellikle son günlerde muhalefetin motivasyonunu diri tutmak adına, Erdoğan'ın devrilebilme ihtimalinin yüksek olduğunu dile getiriyor. İngilizce ve Almanca dillerinde yayın yapan bir çok medya organı meseleyi bu şekilde ele alıyor.
Ancak unuttukları gerçek şudur: Bu Türkiye'nin seçimi.
Dahası seçmen bütün bunları görüyor. Hem de tahmin edilenden çok daha net bir şekilde. Manipülasyonlarla seçmen iradesinin yönlendirildiği günler de çok geride kaldı. 24 Haziran'da bu ülke, Allah'ın takdiri ve milletin iradesi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde yeni umutlara yelken açacak.
[Fikriyat, 21 Haziran 2018].