Referanduma son iki hafta kaldı. Zaten seçmenin önemli bir kısmı kararını vermişti.
Ancak diğer seçimlerden farklı olarak bu referandumda önemli bir miktarda da kararsız seçmen vardı.
Son iki haftaya girerken genel görünüm kararsız seçmenin oranının azaldığı yönünde..
Öte yandan son iki hafta hala maratonun en önemli kısmı... Hala ikna edilecek seçmen, ulaşılacak vatandaş, kazanılacak oy var.
Partiler bu süreçte daha bir sıkı sarılıyorlar işe, deyim yerindeyse son kozlarını oynuyorlar.
Diğer liderler gibi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da son kozunu oynuyor ve parti genel başkanlarını televizyonda açık oturuma çağırıyor.
Üstelik bunu rakipleri kendisinden korkuyormuş, televizyona tartışmaya çıkmak istemiyorlarmış gibi bir eda ile yapıyor.
'Kanalı siz seçin, zamanı siz seçin, siz yarım saat konuşun ben 15 dakika konuşayım' gibi 'ihsan'larda bulunarak liderleri sözüm ona ikna etmeye çalışıyor.
Davetini yinelerken de eski seçimlerden televizyonun tek kanallı olduğu yıllardan örnek veriyor. Seçim öncesinde tüm liderlerin ekranda buluştuklarını ve medenice tartıştıklarını, halkın bu manzarayı özlediğini söylüyor.
Kılıçdaroğlu bu çağrısını ilk kez bu seçimde yapmadı. Daha önce ısrarla benzer çağrılar yaptı. Ancak her seferinde liderler bu çağrıyı ciddiye almadılar.
Sonuçta Kılıçdaroğlu'nun çağrısı kendisine bir siyasi kazanç da sağlamadı.
Fikir Kılıçdaroğlu'na mı ait yoksa birileri bu fikrin tutacağını onun kulağına mı fısıldıyor bilemiyoruz ama ortada birkaç seçimdir uygulanmış ve sonuç vermemiş bir hamle var; ne liderler Kılıçdaroğlu'nu ciddiye alıyor ne de seçmende bu nedenle olumsuz bir algı oluşuyor. Yani daha önce defalarca denenmiş ve başarısız olmuş bir taktik bir daha deneniyor.
Kılıçdaroğlu veya bu fikri kendisine verenlerin gözden kaçırdığı husus ise şu; televizyonda liderlerin açık oturuma çıkıp tartışması seçmen nezdinde zannedildiği kadar olumlu çağrışımları olan ve özlenen bir tablo değil. Aksine bu tablonun seçmene 90'ların kısır siyasi tartışmalarını, kişisel polemiklerini, çözümsüz sorunlarını hatırlattığını söyleyebiliriz.
Televizyonda tartışan liderler çokça eski Türkiye'ye ait bir manzara. Siyasetin 'birinin ak dediğine öbürünün kara demesi' olarak seyrettiği günlerin görüntüsü.
Bugün saçma bir nostalji ile yüceltilen o tartışma programlarında ne bir icraat ne de bir hizmet planı konuşulup tartışılıyordu. Seçmenin günlük yaşantısına olumlu yönde etkisi olacak bir fikir de ortaya konulmuyordu.
Liderler sırayla bol keseden vaatlerini sıralıyor ve bir diğerine laf sokuşturmaya, mahalle maçı edası ile gol atmaya çabalıyordu.
Seçmenin de o programları izleyip bilgilendiği veya fikrini değiştirdiği yoktu.
Ancak bizim lider diğerine nasıl yüklendi, nasıl zor durumda bıraktı diye moral buluyor, mutlu oluyordu.
Liderlerin tartışma programları seçmen nezdinde Kılıçdaroğlu'nun zannettiği gibi özlenen bir şey değil, aksine eski Türkiye'nin siyasetine dair olumsuz bir hatıra.
Gelelim Kılıçdaroğlu'nun çağrısını ciddiye almayan liderlere.
Kılıçdaroğlu'nun çok da iyi bir hatip olmadığı ortada. Tek başına konuşurken bile gaf üstüne gaf, hata üstüne hata yapıyor. Buna rağmen diğer liderler neden Kılıçdaroğlu'nun çağrısını kabul edip canlı yayında onu zor durumda bırakma fırsatını elini tersiyle itiyorlar?
Çok basit olan cevabı yukarıda verdik aslında; Kılıçdaroğlu'nun göremediğini görüyorlar ve bunun seçmenin umurunda olmadığını hatta seçmen için olumsuz bir görüntü olduğunu biliyorlar..
[Takvim, 2 Nisan 2017].