Doğu Avrupa’da son dönemde yaşanan gelişmeler uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye başladı. Polonya-Belarus sınırındaki göçmen krizi, Rusya-Ukrayna sınırındaki askeri güçlerin yığılması, Baltık bölgesindeki tatbikatlara katılımı ve Bosna Hersek’te artan etnik gerilim gibi olaylar Avrupa’da etki alanı mücadelesinin bir kez daha ivme kazandığını gözler önüne serdi.
Doğu Avrupa’da yaşanan son gelişmeleri daha iyi anlamak için uzmanlar son dönem Rus dış politikasını, Polonya-Belarus sınırındaki göç krizini ve bu olayların Türkiye, Batı ve genel olarak uluslararası sistem üzerindeki etkilerini analiz etti.
Hazırlayan Gloria Shkurti Özdemir
Uzmanlar Yaşar Sarı Oktay F. Tanrısever Vişne Korkmaz Magdalena Kumelska-Koniecko Muhammed Koçak
Yaşar Sarı Haydar Aliyev Avrasya Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, İbn Haldun Üniversitesi ve Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Rusya’nın Batı cephesindeki son hamleleri uluslararası sistemi, NATO ve ABD’yi nasıl etkileyebilir? Moskova yönetimi bu hamlelerle neyi hedefliyor?
Rusya’nın son dönemki hamlelerini; ABD’nin bölgeye (özellikle Yunanistan’daki Dedeağaç’a) yaptığı yığınak, Karadeniz’de ABD’li ve diğer Batılı savaş gemilerinin sıklaşan ziyaretleri, NATO ile yaşanan temsilcilik krizi, Almanya’daki seçimlerin sonucu Sosyal Demokratlar liderliğinde yeni bir hükümetin kurulacak olması ve doğal gazda yaşanan tedarik sıkıntısı gibi birçok gelişme ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Rusya özellikle Almanya’daki seçim sonuçlarını, Fransa’nın NATO’ya karşı mesafeli duruşunu ve Türkiye’nin son dönemlerde Batılı müttefikleri ile yaşadığı sıkıntıları dikkate alarak kendisine alan açmak için diplomatik manevra yapmakta yani hem askeri (tatbikatlar, askeri yığınak gibi) hem de siyasi hamleleriyle (göçmenler, hem Ukrayna’da hem de Bosna’daki ayrılıkçılara destek açıklamaları gibi) Batılı devletlerin sinir uçları ile oynamaktadır. Bunu yaparken şu dört temel hedefi gözettiği anlaşılmaktadır: (i) Hedef üzerinde artan ABD baskısını azaltmak, (ii) Rusya’ya karşı Batılı devletlerin (özellikle de AB üyelerinin) uyguladığı ambargolardan kurtulmak, (iii) Kırım başta olmak üzere elde ettiği kazanımların resmen olmasa bile de facto tanınması ve uluslararası kamuoyu tarafından benimsenmesini sağlamak ve (iv) Batı Bloku içerisindeki ileri gelen devletlerin (ABD, Almanya, Fransa ve bir ölçüde de Türkiye’nin) Rusya’ya yönelik politikalarındaki farklılıklardan yararlanarak Batı ittifakındaki çatlakları genişletmek.
Donald Trump başkanlığı döneminde ABD’de başkan ile Amerikan müesses nizamı arasındaki Rusya’ya yönelik söylem ve politika farklılığının Joe Biden’ın başkan olması ile giderilmesi ve Washington yönetiminin müttefiklerini Moskova’ya yönelik politikalar konusunda birlikte hareket etmeye zorlaması Rusya’yı taktiksel adımlar atmaya yöneltmektedir. Son olarak Rusya’daki (başta Vladimir Putin olmak üzere güvenlik birimlerinde çalışmış kişilerin ağırlıkta olduğu bir yapıya sahip) karar alıcıların stratejik fırsatlardan yararlanma konusunda hızlı davrandıkları da bilinmektedir. Nitekim Kırım’ın ilhak edilmesindeki hızlı ve Rusya için başarılı operasyon da bunu göstermektedir. Rusya’nın yumuşak da olsa otoriter bir rejime sahip olduğu göz önüne alınmalıdır, bu da karar alma süreçlerini hızlandırmaktadır. Bu sebeple Batı ülkeleri arasında Rusya’ya yönelik politikalar konusunda anlaşmazlığın derinleşmesinin yanı sıra Almanya’da kurulacak olan Sosyal Demokratların liderliğindeki koalisyon hükümeti ile daha iyi bir ilişki (Sosyal Demokrat Başbakan Gerhard Schröder ile Vladimir Putin arasındaki ilişki gibi) kurma ihtimalinin ortaya çıkması durumunda Moskova yönetimi bu fırsattan yararlanmak isteyecektir.
Oktay F. Tanrısever Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Rusya ve Batı arasında artan gerginliğin nedenleri ve Türkiye açısından olası etkileri nelerdir?
Rusya-Batı ilişkilerinin Baltık Denizi’nden Karadeniz’e kadar uzanan Türkiye’ye çok yakın bir bölgede giderek daha da gerginleşmesi Ankara açısından genel olarak bazı riskleri içinde barındırmaktadır. Ankara ile önemli ilişkileri olan aktörler arasında ortaya çıkan bu gerilimin Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak ciddi düzeyde etkilemesi beklenmelidir. Öncelikle Türkiye, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusunda ilkeli bir tutuma sahip olduğundan Kırım’ın ilhakını tanımadığı gibi Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün Rusya tarafından askeri olarak tehdit edilmesine de karşıdır. Ukrayna’nın bu dönemde Türkiye’den yeni bir Bayraktar TB2 İnsansız Hava Aracı alımını gündeme getirmesi de şaşırtıcı olmamıştır. Rusya’nın daha önceki satış sürecinde gösterdiği tepkiyi tekrarlaması da benzer şekilde şaşırtıcı olmayacaktır. Bu bağlamda Türkiye ile Ukrayna arasında derinleşen savunma iş birliğinin Rusya dahil üçüncü ülkelere karşı bir tutum olmadığının Ankara tarafından tekrar vurgulaması da beklenmelidir. Türkiye’nin Rusya’nın gerek Ukrayna’ya karşı yaptığı askeri yığınağı gerekse Karadeniz bölgesindeki mevcut dengeleri kendi lehine çevirebilecek nitelikteki askeri faaliyetlerinin artışına karşı tutumunu koruması beklenirken taraflar arasında diplomasi kanalının açık tutulması yönünde atılacak adımlar sayesinde Rusya dahil tüm taraflardan olumlu tepki alınabilir.
Polonyalı ve Batılı bazı çevrelerin, Belarus’taki göçmen krizinde göçmenlerin bu ülkeye getirilmesinde “Türk bayraklı uçakların rolünün olduğu”na yönelik iddiaları Ankara’nın bu krizin gelişimini yakından takip etmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin kendisini bu krize dahil etmeyi amaçlayan söz konusu iddiaların geçersiz olduğunu ilgili taraflara gerek diplomasi gerekse kamu diplomasisi kanallarını kullanarak ikna edici şekilde anlatması etkili bir adım olacaktır. Aynı şekilde Türk bayraklı uçak şirketlerinin düzensiz göçmen riskinin yüksek olduğu Ortadoğu ülkelerinden Belarus’a giden transit yolcuların seyahatlerinde bu yolculara geçici olarak bilet satmama ya da uçağa kabul etmeme uygulamasına geçmesi de Türkiye’yi bu krizin içine çekme çabalarını boşa çıkarabilecektir.
Sonuç olarak Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede yaşanan bu krizlerde kendi dış politika önceliklerini koruduğu görünen Türkiye’nin gerek kriz yönetimi araçları gerekse diplomatik kanallar üzerinden yapacağı girişimlerle Rusya-Batı ilişkilerindeki gerginliğin kontrol altına alınarak azaltılmasında etkin rol oynaması hem gerekli hem de faydalı olacaktır.
Vişne Korkmaz Nişantaşı Üniversitesi
Belarus’taki son gelişmeler ve bu ülkenin sınırında yaşanan göçmen krizinde Rusya’nın rolü nasıl değerlendirilmelidir?
Beyaz Rusya-Polonya sınırındaki mülteci krizi AB ve Avrupa’nın farklı zayıflıklarını yeniden gözler önüne serdi. Bu açıdan krizin AB’nin “Stratejik Pusula”yı tartıştığı günlere yansıması da oldukça ironik.
Bilindiği üzere Beyaz Rusya, Ukrayna ve Moldova ile beraber (buna belki Gürcistan ve Azerbaycan da eklenebilir) Rusya ve Batı stratejik etki alanının çakıştığı gri bir alanda bulunuyor. Dolayısıyla özellikle AB eliyle yapılan cesaretlendirmelere de maruz kalıyor. Bu cesaretlendirmeler söz konusu ülkelerin Rusya ve Batı arasında dengeli bir diplomasi izlemesini de zorlaştırıyor. Beyaz Rusya, Batı’nın ataleti ve Rusya’nın hazırlığı karşısında denge politikasını Moskova’ya yaklaşarak bozan bir ülkedir. Bunun sonucunda Aleksandr Lukaşenko rejimini güçlendirme şansını yakalıyor. AB’nin siyasi süreç ve krizler üzerinden Beyaz Rusya’ya yapmış olduğu baskı ise AB yaptırımlarının önünü açıyor. Burada yaptırımların bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığı görülüyor ki bu ise Minsk yönetiminin zaten hassas olan ekonomisine zarar veriyor. Sonuçta mülteci krizi ile Minsk de kendi elinde bazı araçlar olduğunu göstererek AB’ye kendisine yönelik ceza politikasını değiştirmeyi düşündürtüyor.
Ancak bu kriz sadece bir AB-Beyaz Rusya krizi değil. Yani kriz iki kere melez bir kriz. Bir yandan melez çünkü mülteciler sınır güvenliğine yönelik bir tehdit olarak kullanılıyor ve bunun üzerinden başka bir alanda siyasi taviz elde edilmesi umuluyor. Diğer yandan yine melez çünkü Kremlin yönetimi Minsk’e yönelik baskıların militerleşmesi ihtimaline karşı içerisinde Rus savaş uçakları ve hava savunma sistemlerinin Beyaz Rusya’ya konuşlanmasını da içeren bir destekle caydırıcılık veriyor. Yani krizi Rusya’nın elini gösterdiği bir araca çeviriyor. Dolayısıyla hem Batı’ya Minsk ve Moskova yönetimleriyle anlaşmadan mülteci krizinin devam eden bir sorun olarak kalacağını ve Batı tehdidine karşı Rus caydırıcılığının geçerli olduğunu hem de Ukrayna ve Karadeniz’de Rusya’nın eylemlerini sorgulama ve sınamanın bir bedeli olduğunu gösteriyor. Avrupa’nın yaşadığı korku üzerinden de ABD’ye Avrupa istikrarını bozacak hamlelere sebep olabilecek tırmandırmadan/zorlamadan Karadeniz’de vazgeçilmesi gerektiği mesajını veriyor.
Magdalena Kumelska-Koniecko Warmia ve Mazury Üniversitesi
Polonya ve Rusya sınırdaki göçmen krizine nasıl bakıyor?
Polonya-Belarus sınırında (AB’nin dış sınırı) gerilimin tırmanması doğrudan hibrit bir savaşın özelliklerine uyan Aleksandr Lukaşenko’nun eylemlerinin bir sonucudur. Belarus rejiminin Polonya, Litvanya, Letonya ve dolayısıyla tüm Avrupa Topluluğu’nu istikrarsızlaştırmak için Ortadoğu göçmenlerini kullanmasının nedeni hileli cumhurbaşkanı seçiminde muhalefet ve vatandaşa yapılan baskılara tepki olarak Belarus’a (petrokimya, tütün, gübre endüstrileri gibi) sektörel yaptırımların uygulanmasıydı. Göç krizini kaşıyan Lukaşenko (Polonyalı gazeteci Andrzej Poczobut veya Belarus’taki Polonyalı eylemci Andżelika Borys de dahil olmak üzere) siyasi mahkumların serbest bırakılması gibi bir ön koşul olmaksızın Avrupa Topluluğu tarafından yaptırımların kaldırılmasına güveniyordu. Brüksel ise sadece geri adım atmamakla kalmadı aynı zamanda 15 Kasım 2021’de sözde “geri liste” (AB topraklarından ayrılma ve finansal varlıkların dondurulması yasağı) altında Lukaşenko ile ilişkisi olan şahıs, şirket ve kurumlar da dahil olmak üzere daha geniş yaptırım kriterlerini onayladı.
AB’yi insani trajedilerle istikrarsızlaştırma planının Moskova’da kaleme alındığı varsayılırsa Rusya’nın (halihazırda zaten Rusya ve Belarus propagandası tarafından uygulanan) kısa vadede hedefinin dayandığı değerlere vurarak Avrupa Topluluğu’nu alaya almak olduğu sonucuna varılabilir. Orta vadede göç krizinin algılanmasındaki çelişkileri kullanarak AB’nin uyumunu baltalamak ve Kuzey Atlantik Antlaşması’nı imzalayanların dayanışmasını test etmek olduğu söylenebilir. Uzun vadede ise Rusya’nın Belarus’taki askeri varlığını “koruması için” izin verilmesidir ki bu Polonya için en kötü senaryo olacaktır.
Bu durum ayrıca kendisini sözde “Rus pençeleri” içinde bulması muhtemel olan Ukrayna için de özellikle tehlikeli olacaktır. Moskova yönetimi krize karışma suçlamalarını şiddetle reddetse de Minsk ile yakın ilişkileri göz önüne alındığında Kremlin yetkililerinin taahhüdüne inanmak saflık olur. Putin göç krizini bir yandan Minsk ve Brüksel arasında ara buluculuk sorumluluğunu üstlenen Moskova’nın olgun ve sorumlu bir güç olarak imajını güçlendirmek için kullanabilir. Ayrıca uluslararası toplumun Belarus-Polonya sınırına yoğunlaşması Ukrayna’nın doğu sınırında Rus askeri güçlerinin seferberliği için alan oluşturmasına yol açmış vaziyette ancak ortaya çıkan meşru kaygılar sadece Kiev yönetimiyle de sınırlı değildir.
Muhammed Koçak Florida Uluslararası Üniversitesi
Ukrayna-Rusya sınırındaki askeri yığınak oluşturma meselesi nasıl sonuçlanabilir?
Bilindiği üzere Rusya ile Ukrayna arasında evveliyatı 2000’lerin ortasında yaşanan “renkli devrimler”e dayanan gerilimler 2013’te artmıştı. Ukrayna’da Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç’e yönelik devam eden protestolar o dönem Yanukoviç’in ülkesinden kaçmasına sebep olmuştu. Bunun üzerine Ukrayna’da devam eden Rusya yanlısı Yanukoviç’e yönelik protestolar o dönem Yanukoviç’in ülkeden kaçmasına sebep olmuş, bunun üzerine Rusya da Ukrayna’nın Kırım Yarımadasını ilhak etmiş, devam eden süreçte de Ukrayna'nın doğusunu işgal eden ayrılıkçılara destek vermişti.
Geride bıraktığımız senelerde Ukrayna’daki çatışmalar devam ederken Rusya gerginliği belli bir seviyede tutmayı tercih etmiştir. Bu çatışma yalnızca iki ülke arasındaki bir çatışma değil Rusya’nın Batı ile olan bilek güreşinin bir sahasıdır. Rusya’nın dış politika stratejisi eski Sovyet coğrafyası üzerinde tam hakimiyet kurma ve Batı’nın global hegemonyasını kırma üzerine kuruludur. Ukrayna meselesi Rusya açısından bu iki amaç doğrultusunda oldukça önemli bir jeopolitiğe sahiptir.
Geçtiğimiz haftalarda bölgedeki gerginlikler bir kez daha artış göstermiştir. Rusya’nın ve Ukrayna’nın sınırlarına yaptıkları karşılıklı askeri yığınaklar, Rusya’nın doğal gaza yaptığı fahiş zamlar ve Belarus’un yapay bir göçmen krizi oluşturarak Avrupa’yı zor durumda bırakmaya çalışması Rus stratejisinin parçaları olarak düşünülebilir.
Bu itibarla bölgenin bugünü ve geleceği ABD’nin Doğu Avrupa ülkelerine Rusya karşısında ne kadar destek vereceği ile yakından ilgilidir. ABD için bölgenin geçmişte sahip olduğu önceliğin yerini Çin’e bıraktığı düşünülürse Moskova yönetiminin Washington’ın tahammül sınırlarını biraz daha zorlayacağı öngörülebilir.