Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, yeniden erken seçim tartışması başlattı. Hem de bu defa MHP lideri Bahçeli'ye "yeter artık de ve Türkiye'yi seçime götür" çağrısı yaptı. Bu çağrının Akşener'e yapılan "eve dön" davetinin mahcup bir karşılığı olduğu ortada.
Kılıçdaroğlu'nun ziyaretine gittiği DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan da geri durmamış, mevcut sistemin 2023 Haziran'a kadar dayanamayacağını ileri sürmüş.
Erken seçim tartışmasının hiçbir karşılığının olmadığı açık. AK Parti, iktidarının on sekizinci yılını yeni bir milyon üye ile kutlamaya hazırlanıyor. Bahçeli ise kurulmasına büyük katkı verdiği cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yerleştirilmesiyle ilgili önerilerde bulunmakla meşgul. Aslında muhalefet partileri de söyledikleri cümlelerin bir etki oluşturmasını ummuyor. Yinelenen erken seçim çağrılarının sebebi muhalefetin siyaset üretememesi. İçine sıkıştıkları çerçevenin bir türlü dışına çıkamaması.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz'den Dağlık Karabağ konusuna kadar iç-dış politika etkileşimi denkleminde kurduğu dengeyi rahatlıkla yönetebiliyor. Cumhur İttifakı dört şeyi açık ara farkla muhalefetten daha iyi yapıyor:
- Yeni sistemle yerleşen ittifak siyasetini yönetmek.
- Başta dış politika ve güvenlik alanları olmak üzere somut politikalar geliştirmek.
- Bu politikaların haklılığını Türk milletine anlatabilmek.
- Ayasofya'dan barolara birçok konuda pro-aktif şekilde iç gündemi belirlemek.
Muhalefete kalan ise bir yanıp bir sönen kişisel polemikler. Bu bazen Kılıçdaroğlu'nun "Katar emiri önünde eğilme" saçmalığına kadar varsa da sonuç değişmiyor. "Muhalefet çözüm üretecek yerde değil" algısı değişmiyor. "İktidarın dünyayı daha iyi okuduğu ve gereğini yaptığı" kanaati gücünü koruyor.
Bir süredir muhalefet, bahsettiğim çıkmazdan nasıl kurtulabileceğini tartışıyor. Bir kısmı HDP'ye de sahip çıkarak "demokrasi ve hukuk devleti" adına iktidara "sert muhalefet yapılması" görüşünde. Diğer kısmı ise bunun kutuplaşmayı artıracağını ve zaten düşüşte olan iktidara yarayacağını düşünüyor. "İktidarın oyununa düşmeyelim" kaygısı iki görüşün de ana noktası. Sert ya da yumuşak muhalefet fark etmiyor, sonunda iktidarın elini güçlendiriyor. Bunun farkında olan daha sofistike görüş ise muhalefetin Erdoğan karşıtlığı etrafındaki pasif ve savunmacı toparlanmasını yetersiz buluyor. Sadece "Erdoğan'dan kurtulmayı" değil, "iktidar olmayı" hedeflemeyi öneriyor. Yani, Kılıçdaroğlu'nun Millet İttifakı etrafındaki partileri bir arada tutma gayreti yeterli değil. Parlamenter sisteme dönüş dahil "iktidar projeksiyonu" içeren somut politikalar önerilmeli.
Muhalefetin politika önermesi demokrasimizi güçlendirir. Ancak her öneri birleştirdiği kadar ayrıştırır da. Muğlak bir tutkala tutunanlar ortalık netleşince iç tartışmaya daha çok düşebilir. Bu sebeple CHP'nin muhalefet partilerini "asgari müşterekte" birleştiren politikalar üretmesi hem çok zor hem de hayli riskli. HDP'nin konumu bile sadece İYİ Parti açısından değil, CHP tabanının bir kısmı açısından da yönetilemeyecek marjinallikler içeriyor. Suriye ve Irak'taki PKK-YPG'nin varlığı ve girdiği taşeron ilişkisi olduğu sürece iktidarın bu konuları domine etme imkânı var Muhalefet "iktidarın oyununa gelmemek" için kendi arasındaki ayrılıkları baskılayabilir elbette. Ama kaçınılmaz şekilde, kimlik siyasetleri açısından parçalı partileri somut önerilerle bir araya getirip tartıştırmak iktidarın yeni hamlelerine de alan açar. Kaldı ki, iktidarın "yerli-milli" formülü ile kurduğu ortak alan ve muhayyile zannedilenden daha güçlü. Küresel ve bölgesel türbülans, Türkiye'nin varoluşsal kaygılarını besleyen mahiyette. Mesele, sanıldığı gibi iktidarın "beka sorununu" kullanması değil. Ciddi meydan okumalara çözüm bulma meselesi. "Herkesle iyi ilişki kuralım" demek etrafımızdaki güç mücadelelerini bitirmiyor. Ben yine de muhalefetin somut politikalar getirmesine taraftarım. Daha renkli bir siyasi ortam olacağı şüphe götürmez.
[Sabah, 13 Ekim 2020].