Ermenistan'la normalleşme konusunun yeniden tutarlı bir çerçevede ele alınması için mevcut toz duman bulutunu dağıtmak ve popüler bazı yanılgıları düzeltmek gerekiyor. Öncelikle yapılması gereken, soykırım kararları konusunu doğru bir düzlemde konuşmak. Konuya soykırım kararlarına evet ya da hayır denmesi, kararların geçmesinin başarısızlık olarak değerlendirilmesi bakış açısı hâkim. Ancak sorun kararların geçmesi ya da reddinden bağımsız olarak, soykırımla ilgili parlamentoların karar mercii olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Bu anlamsız kurgu seçim arifesinde parlamentoların oy kaygısıyla kararı geçirmelerine yol açıyor. Sonuç ne olursa olsun soykırım konusunu gündemine alan parlamentoya bu etik çerçeveden tepki gösterilebilir.
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu bir kesim tarafından soykırım kararlarına yeterli tepkiyi göstermemekle itham ediliyor. Diğer bir kesim ise tepkilerin abartılı olduğunu söylüyor. Öncelikle parlamentoların soykırım kararlarına itiraz hiçbir şekilde işleri olmayan bir alana hoyratça girdikleri için gerekli bir tepki. Gerek İsveç, gerekse Amerika'ya gösterilen tepki parlamentoların normalleşme sürecini olumsuz etkilediği ve gereksiz tepki doğurduğu bağlamında dile getiriliyor. Bu ülkelerin yönetimleri tarafından soykırım kararlarına karşı tutum alınması ve Türkiye ile ilişkilerin parlamento kararından bağımsız düşünülmesi gerektiğinin vurgulanması ilişkilerin kötüleşmesi iddialarının abartılı olduğunu gösteriyor. Konuşulması gereken diğer konu protokollerin geleceği. Protokoller, Türkiye'nin uluslararası alanda Ermenistan'la normalleşme konusunda oldukça pozitif algılama doğuran bir girişimi. Son soykırım tasarılarının güç bela kabul edilmesi normalleşmeye uluslararası toplumun verdiği desteğin sonucu. Protokoller normalleşmeyi gerçekleştirmek için önemli bir dış politika enstrümanı ve hâlâ etkin olarak kullanılabilecek durumda. Protokollerin Meclis'e getirilmemesi talebinin dikkate bile alınmaması, normalleşme sürecinin protokollerde öngörüldüğü usule uygun şekilde gelişmesi gerekiyor. Türkiye ve Ermenistan dışişleri bakanları geniş katılımlı imza töreni ile bir anlamda önceki yüzyıldan sarkan kronik bir sorunun çözümü için dünyanın gözleri önünde söz verdi. Bu sözün tutulmaması durumunda uluslararası toplumun vicdanı sorunu doğuran tarafı affetmeyecektir. Kafa karışıklığının diğer boyutu hükümetin normalleşme konusunda popülist politikalarla süreci tamamen rafa kaldırmasa da, yavaşlattığı iddiası. Başbakan Erdoğan'ın süreci Karabağ sorunu ile ilişkilendirmesi ve soykırım tasarılarına sert tepkisi eleştiriliyor. Erdoğan'ın tavrı sorgulanırken muhalefetin bu konudaki yaklaşımına bakmak gerekiyor. Objektif bir bakış açısından, Erdoğan'ın yaklaşımının normalleşme sürecini en fazla destekleyen ve tutarlı tek pozisyon olduğu görülür. Muhalefetin önerileri arasında Türkiye'de izinsiz çalışan Ermeni işçilerin sınır dışı edilmesi ve İncirlik Üssü'nün kapatılması yer alıyor. Normalleşme sürecini ortaya çıkaran iç ve dış politik ortam Erdoğan'ın yönetimi altında gerçekleşti. Muhalefetin hâlihazırdaki durumu, bu süreci nasıl yönetecekleri konusunda ipuçları veriyor. Erdoğan bir siyasetçi olarak kritik eşikler üzerinden karşılaşacağı siyasi riski azaltıyor. Ancak risk yönetimi sırasında gelinen noktadan geriye bakıldığında aslında başlanan durumdan daha ileride olduğu görülür. Öte yandan, dış politika artan oranda toplumsal taleplerle yapılıyor. Toplumsal taleplerin dikkate alınması normalleşme s&