Bugün 2020’nin son günü… Yarın yeni bir yıla giriyoruz. 2020 yılı değerlendirmesi ve 2021’in neler getireceğine dair epeyce yorum ve analiz bugünlerde revaçta...
Tüm dünya açısından 2020, çok zor geçen bir yıldı. Zorlukların geride kalıp kalmadığı ile ilgili tartışmayı bir önceki yazıda yapmıştım.
Türkiye açısından 2020’nin nasıl geçtiği ise bu yazının konusu. Ancak 2020’ye geçmeden önce, 2019’un son günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söz konusu yılı değerlendirdiği bir konuşmaya gidelim...
2019’un son günlerinde, iktidarın 2020’ye yönelik beklentisi, yeni bir safhaya geçiş olarak öngörülmüştü. Çünkü kesintisiz seçimler dönemi geride kalmıştı. Ekonomi, dış politika ve güvenlik alanında uzun süredir devam eden mücadelede kritik eşik aşılmıştı.
Böyle bir yaklaşım üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2019 değerlendirmesini yaparken “Türkiye için yazılan senaryolarda 2019 yılı, bir yıkılış ve teslim oluş yılı olarak öngörülmüştü. Biz 2019 yılını yeniden yükseliş yılı hâline dönüştürdük” diyerek 2020’ye yönelik beklentilerinde çıtayı çok daha yükseklere koymuştu.
Gerçekten muhalif çevrelere göre, söz konusu yıl içinde ekonomi çökecekti. Dış politika alanında yaşanan krizler ve gerilimler, Türkiye’yi bir “bataklığa” sürükleyecekti. AK Parti içinden çıkan yeni oluşumlar, partiyi birkaç parçaya ayıracaktı. Kabine ve parti teşkilatında yapılacak değişiklik tartışmaları, bölünmeye katkı sağlayacak ve iktidarın sonunun gelmesini hızlandıracaktı...
2020’nin son gününde, 2019’da yapılan değerlendirmelere atıf yapmamın bir nedeni var. O da şu: Her yeni yılın başında, mevcut iktidarın artık sonunun geldiği ve Türkiye’nin yönetilemez olduğuna dair bir beklenti piyasaya sürülür. Bunun üzerinden erken seçimin, yıl içinde kesin kaçınılmaz olduğu söylenir.
2021 yılı için de benzer değerlendirmelerin bugünlerde yeniden piyasaya sürüldüğünü söylememe gerek bile yok.
Dolayısıyla, tartışmaların benzerliğine dikkat çekmek için bu girişi yaptım.
2020 yılı gerçekten Türkiye açısından yeni bir safhaya geçiş denebilecek bir konjonktürde başlamıştı. Ancak Covid-19 salgını sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı vurdu.
Bir karşılaştırma yapıldığında Türkiye salgınla mücadeleyi en başarılı şekilde yürüten ülkelerden biriydi.
Uzun süredir devlet ve toplumun krizle mücadelede bağışıklık kazanması mücadeleyi kolaylaştırdı. Sağlık başta olmak üzere farklı sektörlerde güçlü devlet kapasitesinin gelişmesi ve bu kapasiteyi etkin ve hızlı bir şekilde işletecek bir siyasal sistemin varlığının önemi açıkça görüldü.
Ayrıca, siyasi liderliğin uzun dönemli tecrübesi ve toplumla kurduğu bağ, salgın süreçlerinde panik havasının oluşmasını ve karamsarlığın yaygınlaşmasını önledi. Ve en nihayetinde devlete güveni üst düzeyde tuttu.
Bu bağlamda 2020 yılını Türkiye açısından tamamen kayıp bir yıl olarak değerlendirmemek gerekir. Dış politikada Türkiye, Libya, Doğu Akdeniz ve Dağlık Karabağ gibi sorunlarda, küresel ve bölgesel güç mücadelesini etkileyen hamleler yaptı. Uzun süredir devam ettirdiği girişimci dış politika yaklaşımının sonuçlarını aldı...
PKK, PYD, DEAŞ ve FETÖ terör örgütleri ile mücadelesini salgın sürecinde hiç aksatmadı. Hatta daha da yoğunlaştırdı.
Altyapı ve üstyapı yatırımlarını durdurmadı. Savunma sanayii başta olmak üzere, üretim sektörünü geliştirmeye dönük önemi adımlar attı. Karadeniz’de Türkiye’nin geleceği açısından kritik bir öneme sahip olan doğalgaz keşfedildi.
En nihayetinde iktidar, salgın sonrası döneme hazırlık için 2020 yılını bir fırsat olarak da gördü. Eğer salgınla mücadelede, aşının bulunması etkili bir sonuç üretirse 2021 Türkiye açısından çok daha iyi gelişmelerin kapısının açıldığı bir yıl olabilir...
[Sabah, 31 Aralık 2020].