Son birkaç yıldır doların "hareketlendiği" dönemlerde dış borçlardan bahsetmek adet oldu. Hatırlayınız, tık avcıları, kronik muhalifler ve etki ajanları Ağustos 2018'de yaşadığımız kur krizinin hemen akabinde kur 6 TL civarında seyrederken doların 8-9-10 TL düzeylerine çıkacağını söylüyordu. Çünkü "kısa vadeli dış borç düzeyi çok yüksekti. Türkiye ekonomisi çok zor durumdaydı. Hükümetin IMF ile anlaşma yapması da kaçınılmazdı." Bu retorik Türkiye'ye karşı son birkaç yılda inanılmaz bir kara propaganda yürüten Batılı medya kuruluşları tarafından da o dönemde sıklıkla kullanıldı.
Peki, sonra ne oldu? O "dış borçlar" ödenemedi ve Türkiye ardı ardına kur şokları mı yaşadı? Hayır, bunların hiçbiri olmadı. Türkiye ekonomisi kur krizinden sonra kendini hızlı bir şekilde toparlamayı bildi. 2019'da ekonomik büyümeyi pozitifte tutmayı dahi başardı. Bu birçokları için gerçekten "şaşırtıcı" bir performans oldu. Fakat, bizim için değil. Türkiye ekonomisi zaten yaşadığı krizlerin akabinde hızlı bir şekilde toparlanabilme kabiliyetine sahip. Nüfusu genç ve ekonomisi dinamik bir ülkeyiz. Bunu geçen yıl da net bir şekilde gördük.
Eğer koronavirüs krizi yaşanmasaydı Türkiye ekonomisi 2020'de yüksek ihtimalle yüzde 5-6 düzeyinde bir büyüme yaşayacaktı. İşsizlik oranı da az çok eski düzeylerine gerileyebilecekti.
Son dönemlerde de dolar 7 TL'nin üzerine çıkar çıkmaz aynı kara propaganda yeniden sahneye sürüldü. Şimdi bir taraftan dış borcun ne kadar yüksek olduğu konuşuluyor. Diğer taraftan da IMF ile anlaşma yapmamızın şart olduğu dile getiriliyor. Bu arada "IMF argümanı" kendisini epey farklı formlarda ortaya koyabiliyor. Öyle ki, hatırlayınız, ilk Covid-19 vakasının açıklandığı gün Türkiye'nin IMF'den "para koparabilmek" için vaka açıkladığını söyleyenler bile olmuştu. Bu fikir o gün bile saçma idi. Bugün ise kelimelerle anlatılamayacak düzeyde bir çılgınlığa tekabül ediyor. Demek ki Türkiye'de bazıları için muhalefetin mantık sınırları içinde yapılma zorunluluğu bulunmuyor.
İnsanoğlunun fikri takip noktasında pek başarılı olduğu söylenemez. Öyle olsaydı 2018'deki kur şoku akabinde kriz tellallığı yapanların şimdi konuşacak yüzlerinin olmaması gerekirdi. Keza, birkaç yıldır IMF ile anlaşmaz isek çok kötü şeylerin olacağını söyleyenlerin de. Yıllardır IMF ile "anlaşmayan" ve bunun söz konusu olmadığını söyleyen Türkiye'nin bir anda IMF'den para alabilmek için Covid-19 vakası açıkladığını iddia edenlerin de. Fakat, ne yazık ki yaşananlardan pek ders almıyoruz ve kara propagandacılar da böylece yaptıklarını yapmaya devam edebiliyorlar.
O zaman kur neden 6 TL'den 7 TL'ye yükseldi? Cevap çok açık değil mi? Modern dünyanın en büyük krizini yaşıyoruz. Tüm dünya teyakkuz halinde. Krizin ne zaman sona ereceğini de bilmiyoruz. Tüm dünya krizle başa çıkmaya çalışıyor. Şu durumda yatırımcıların yatırım yapma iştahı hiç yok. Bu nedenle de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin kurları "güvenli liman" dolar karşısında ciddi şekilde geriledi. Türk lirası da bundan payını aldı. Geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi bazı para birimleri TL'den daha fazla değer yitirirken bazıları da daha az değer yitirdi. TL bu süreçte ortalama bir performans gösterdi. Fakat, yerli ve Batılı camiadaki kronik muhaliflere göre durum böyle değil. Onlara göre, "Türkiye ekonomisi çok kırılgan olduğu için bütün bunlar yaşanıyor. Kur da zaten 9-10 TL'yi bulacak. Hatta daha da yukarılara çıkacak." Amaç ne peki? Korku ve panik havasına yol açarak vatandaşın dolara hücum etmesini sağlamak. Yani, "çılgın kehanetlerinin" kendini gerçekleştirebilmesi için epey zorlu bir mücadele veriyorlar.
Bakınız, bütün bu hengamede yolumuzu bulmaya çalışalım. Bugün Türkiye'nin 122,5 milyar dolar kısa vadeli dış borcu bulunuyor. Batılı medya organları yıllardır Türkiye ekonomisinin ne kadar "kırılgan" olduğunu anlatırken hep bu veriyi kullandı ve o gelmeyecek krizin geleceğini "müjdeledi". Fakat, aynı analizlerde bu borcun "niteliğinden" veya Türkiye'nin ne kadar finansal varlığı olduğundan asla bahsetmediler. Bir kişinin sadece borcuna bakarak onun "finansal durumu" hakkında geniş geniş konuşmak pek doğru bir strateji olmasa gerek. Ama dert hakkaniyet değil, kara propaganda olunca sorun olmadı.
Türkiye'de Şubat 2020 itibariyle, kısa vadeli dış borcun 57 milyar doları aslında bankalara ait, yani "finansal borç." Dahası, bankaların herhangi bir döviz riski bulunmuyor. 2019 sonu itibariyle Türkiye'de bankaların net döviz pozisyonu sadece 1 milyar TL açık veriyor. Özel sektörün sahip olduğu 57 milyar dolar dış borcun ise 54 milyar doları aslında dış ticaret ile alakalı. Bu rakamın 50 milyar doları "ithalat borcu" iken 4 milyar doları "prefinansman ve peşin ihracat". Yani, bunlar dış ticaret borcu. Peki, Türkiye'de özel sektörün döviz pozisyonu ne? Şubat 2020 itibariyle Türkiye'de finansal olmayan şirketlerin net döviz pozisyonu 10,7 milyar dolar fazla veriyor. Yani, bu şirketlerin döviz varlıkları kısa vadeli döviz borçlarından tam 10,7 milyar dolar daha fazla.
Yani, Türkiye'de ne bankaların ne de özel şirketlerin herhangi bir döviz riski bulunmuyor. Aksine, bilhassa özel sektörün kısa vadeli döviz pozisyonu epey sağlam duruyor. Sözün özü, ortada bir "kısa vadeli borç krizi" filan yok.
Mevzunun sadece borç tarafına üstelik yüzeysel bir şekilde bakınca istediğiniz hikayeyi anlatabilirsiniz. Kronik muhalifler ve kara propagandacı Batılı medya kuruluşları da bunu yapıyor. Zaten onların dediği gibi olsaydı Türkiye'nin son birkaç yılda 10-15 kere dış borç krizine girmesi ve soluğu IMF'nin kapısında alması gerekirdi.
Çok iyi biliyoruz ki bunların hiçbiri yaşanmadı. Ama kara propagandacılar aynı iddiaları ısıtıp ısıtıp önümüze getirmekten de hiçbir şekilde vazgeçmediler. Onlar için hakikatin ve bilginin hiçbir önemi yok. Ham bir objektiflik perdesinin arkasında kör bir çıkar oyunu oynamayı marifet sanıyorlar. Türkiye ise 2013'ten beri nice saldırıları ve sıkıntıları bertaraf etmeyi bildi. Bugün de inşallah aynısı olacak.
[Sabah, 16 Mayıs  2020]