Türkiye 24 Haziran seçimleri sonrasında köklü bir dönüşüm yaşayarak yaklaşık bir asırlık tarihi olan parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçti. Yeni sistemin, zaman içerisinde yaşanan tecrübeler ışığında değişerek dönüşeceği açıktır. Bu sistemin geleceğini, sadece anayasal veya yasal düzenlemeler değil aynı zamanda eski sistemden devralınan alışkanlıklar ve bunların ne kadar değiştirilip dönüştürülebileceği belirleyecektir. Diğer bir ifadeyle yeni sistemin mahiyetini aynı zamanda oluşacak teamüller şekillendirecektir.
Yeni sistemin en önemli özelliği, sivil-askeri bürokrasinin vesayetini ortadan kaldırmayı hedeflemesidir. Cumhurbaşkanının seçimle gelmesi, bakanların, bakan yardımcılarının ve üst düzey bürokratların cumhurbaşkanı tarafından atanması; müsteşar ve müsteşar yardımcılıklarının kaldırılması bu olguyu desteklemektedir. Ayrıca cumhurbaşkanının doğrudan halk oylamasıyla belirlenmesi siyasal taleplerin dönüştürme gücünü artırmaktadır. Ak Parti’nin kuruluşundan itibaren temel ilkesi olan “millet için devlet” yaklaşımının son halkası böylece hayata geçmiştir. Her türlü işlem ve eylemden sorumlu olacak olan cumhurbaşkanının seçimle gelmesi ve eylemlerinden hukuki anlamda sorumlu olması, siyasal alan dışı aktörlerin doğrudan darbe ve muhtıra gibi yollarla ülkeyi dizayn seçeneklerini ortadan kaldırmaktadır.
Bütün bu gelişmeler sonucunda Türk toplumunda bugüne kadar farklı anlamlar yüklenen devlet ve hükümet kavramları zaman içerisinde birleşerek tek bir anlam kazanacaktır. Sivil-askeri bürokrasinin “devlet” kavramı kapsamındaki zımnî varlığı yok olacaktır. Cumhurbaşkanı, hükümetin ve devletin başı sıfatıyla yetki ve sorumluluğun doğrudan muhatabı olacaktır.
Bürokraside üst düzey yönetici atama şeklinin de değişmesi, siyaset ve toplum merkezli yaklaşımı güçlendirmektedir. Bilindiği gibi müsteşar ve müsteşar yardımcısı kadroları iptal edilmiştir. Bakanın ve bakan yardımcılarının cumhurbaşkanının kararıyla atandığı düşünüldüğünde siyaset üzerinde vesayet oluşturabilecek bir mekanizma atık mümkün değildir. Üst düzey bürokratların, ‘cumhurbaşkanı kararıyla atanacaklar’, ‘cumhurbaşkanı onayıyla atanacaklar’ ve ‘bu kapsamda sayılmayanlar’ olarak üç statüye ayrılması ve bazı bürokratik kadroların cumhurbaşkanıyla birlikte atanıp yine cumhurbaşkanıyla birlikte görevden ayrılması yine bu bağlamda anlaşılmalıdır. Bu atama tarzı kamunun değişim ve dönüşümünü yönetmede avantaj ve imkânlar sunarken devlet yönetiminde sürekliliğin sağlanması bakımından dezavantajlar da oluşturabilir. Bu durum bürokraside yükselme ve kariyerde ilerleme teamüllerinin ehliyet ve liyakat ilkeleriyle belirlenmesi ve bu ilkelerin somut uygulama ve modellerle yerleştirilmesi sayesinde dengelenebilir.
Yargının sivilleşmesi
Türkiye Cumhuriyeti devlet geleneğinde sivil bürokrasinin yanında vesayetin devam ettirildiği iki önemli alan yargı ve askeriyeydi. Askerî yargının kaldırılıp yargının tamamen sivilleşmesi ve üst düzey yargı kurumları üyelerinin seçimle gelen cumhurbaşkanı ve meclis tarafından belirlenmesi, toplumsal taleplere aykırı “vesayet kurumlarının” oluşmasını imkânsızlaştırmıştır.
Yeni sistemin ikinci önemli ayağını, yönetimde çok başlılığın kaldırılması ve reformlar ile arzulanan değişim hızının yönetilebilmesi oluşturmaktadır. Bu bağlamda başbakanlık kaldırılıp yetkileri devredilmiş, bakanlıklar birleştirilerek sayısı 26’dan 16’ya indirilmiş ve cumhurbaşkanıyla doğrudan çalışacak ofis ve başkanlıklar kurulmuştur. Bu düzenlemeler, hızlı karar alabilme, koordinasyon, reformların öne çıkması ve değişim hızının yönetilmesi bakımından önemlidir.
Yeni sistemin etkili ve yetkin bir şekilde çalışması için cumhurbaşkanlığına bağlı dört ofis kuruldu. Bunlar: 1) Finans, 2) Dijital Dönüşüm, 3) İnsan Kaynakları ve 4) Yatırım ofisleridir. Bu ofisler kendi alanlarında cumhurbaşkanının etkili karar alma süreçlerine katkıda bulunmayı, reformları hızlandırmayı ve koordinasyonu hedeflemektedir. Ofislerin ilk başkanları kurucu olarak çalışıp genel teamülleri belirleyecekleri için önemli olacaktır.
Yeni sistemde cumhurbaşkanlığına bağlı olarak çalışacak Danışma Kurulları ise alanlarında orta ve uzun vadeli planlar hazırlama ve uygulanan politikaların etki ve verimlilik analizini yapma gibi oldukça önemli görevler üstlenecektir. Daha önce muadili olmayan bu kurulların etkisi zaman içerisinde belli olacaktır.
Yakın dönem siyaseti
Türkiye’de yakın gelecek siyasetini belirleyecek üç önemli konu vardır: 1) Uluslararası sistemin mahiyetinin değişmesi ve çok kutuplu bir yapının belirmesi, 2) Türkiye’nin yaşamış olduğu sanayileşme, şehirleşme ve modernleşme alanlarındaki toplumsal dönüşümün hâlen devam etmesi ve 3) Özellikle bilgi teknolojilerinin öncülüğünde teknolojik gelişmelerin geleceğin toplumsal yapılarını ve ilişkiler ağlarını köklü bir şekilde dönüştürmesi.
Ak Parti’nin siyasal geleceğini, toplumsal değişim ve dönüşümü bütün boyutlarıyla izleyebilmesi ve bu değişim ve dönüşümlere uygun reform, politika ve uygulamalar geliştirebilmesi belirleyecektir. Bu noktada Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve tecrübesi önemlidir ve sigorta işlevi görmektedir.
Son seçimlerde lider ile parti oy oranları arasında çıkan fark önemli uyarılarda bulunmaktadır. Yine Ak Parti’nin gençlerden göreli olarak daha az oy alması da dikkatlice analiz edilmelidir. Bu bağlamda Ak Parti’nin, yönetici elit seçiminde dikkatli analizlere, ehliyet ve liyakati öne çıkaran uygulanabilir modellere ihtiyacı vardır. İlişki yönetimi toplumsal tatmini sağlayamamaktadır. Halk, sadece ilişkileri değil toplumu ve geleceği okuyup reformları ve beklenen değişimi doğru yöneten, kendi ölçeğinde yenilikçi uygulama ve modeller geliştirebilen yöneticileri talep etmektedir. Her ölçekte yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Toplum, her kademedeki yöneticilerin bu sorunları fark edip yenilikçi ve verimli yöntemlerle çözmesini beklemektedir. Yönetici açısından bakıldığında bu durum, merkez ile çevre arasında yetki ve sorumlulukların amaca uygun dağıtımını gerektirebilir.
Toplumsal dönüşüm, toplumun tüm kesimlerine ulaşabilen katılımcı yöntem ve modelleri öne çıkarmaktadır. Bu özellikle gençler ve şehirleşen toplumsal gruplar açısından önemlidir. Toplum karar alma süreçlerinde daha fazla var olmak istemektedir. Bu noktada Ak Parti yerel yönetimlere daha fazla önem verip güçlendirmek durumundadır.
Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan riskler, bu risklerin maliyetleri ve bunların ekonomik alandaki yansımaları kamuda tasarruf ve verimliliği zorunlu hâle getirecektir. Bu ise sürdürülebilirlik, veri analizine dayalı politika geliştirebilme ve etkilerin ölçülmesini önemli kılmaktadır. Diğer taraftan ekonominin tasarım ve bilgi ağırlıklı, katma değeri yüksek ürün ve markalar üretebilen bir hâle dönüşebilmesi önemlidir.
Sosyal adalet ilkesi
Ülkede üretilen gelirin sosyal adalet ilkesi çevresinde âdil bir şekilde dağıtılabilmesi ve uygulanan sosyal politikaların etki analizinin yapılıp verimli ve sürdürülebilir yeni hizmet modellerinin üretilebilmesi Ak Parti’nin bu yeni döneminde önem kazanacaktır. Bu konuda “büyük veri analizi” yöntemleri de etkilidir.
Sosyal politika açısından Ak Parti’yi bekleyen en önemli mesele ise, kaliteli eğitimin yaygınlaştırılması konusudur. Eğitim hâlâ sosyal adaleti temin eden en etkili araçtır. Adrese dayalı yerleştirme olumlu bir adımdır. Fakat özellikle dezavantajlı okullara yönelik eğitimin kalitesini artırmaya yönelik politikalara ihtiyaç vardır. Okullar arasında nitelik farklarının azaltılması gerekmektedir. Bu noktada üretilecek politikaların her bir öğrencinin gelişimini temin edebilmesi önemlidir.
Yakın gelecekte Ak Parti’nin çözmesi gereken en önemli meselelerden birisi de yüksek öğretimin kalitesi olacaktır. Yukarıda zikredilen tüm konularda üniversitelerin çözüm üretebilmesi, nitelikli insan yetiştirebilmesi ve araştırma yönlerinin güçlendirilmesi bir zorunluluktur. Uluslararası rekabetin belirleyici en önemli unsuru, yetişmiş nitelikli insan kaynağıdır.
Muhalefetin siyasal geleceği konusuna gelindiğinde ise, sağda iktidar alternatifi yeni bir muhalefetin oluşabilme imkânını Ak Parti’nin yukarıda sayılan konulardaki zaafları ve aday partinin yeni çözümler üretebilme imkânı belirleyecektir.
Ana muhalefet partisi CHP’nin geleceğini ise, öncelikle cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle oluşan yeni siyasal gerçekliği kavraması belirleyecektir.
CHP’nin “ülkeyi kuran parti” sloganına sığınarak sivil-askerî bürokrasi üzerinden devlet yönetiminin gizli ortağı olabilme imkânı ortadan kalkmıştır. Ama CHP’nin gerçek sol değerlerle barışık bir şekilde, toplumun değerlerine saygı göstererek ve bu değerleri önceleyerek sosyal adalet, insan hakları, gelir paylaşımı, eğitimde kalite sorunu, devlet hizmetlerinin kalitesinin artırılması, kaynakların verimli kullanımı gibi toplumun asıl sorunlarını tartışıp çözüm önerilerinde bulunarak sağlıklı demokrasilerde olduğu gibi devlet yönetiminin açık ortağı olma imkânı vardır. Bu yolda ilerleyen CHP’nin iktidar olma ihtimali de her zaman mevcuttur.
Bu bağlamda CHP’nin liderlik değil, yönetici elit sorunu bulunmaktadır. Bu elitler merkez parti, il, ilçe teşkilatları ve delegelerdir. İktidara gelmeyi hedefleyen bir ana muhalefet partisinin yönetici eliti Türk toplumunun tüm mezhepleri, sınıfları ve sosyal katmanlarını içerisinde bulundurmak ve çoğulcu bir yapıya sahip olmak durumundadır. CHP’nin yönetici elitleri ise, bu profilin çok uzağındadır.
[Star, 25 Ağustos 2018].