“Yumuşak güç” kavramı, 2000 sonrasında Türkiye’nin gündemine girdi.
Kavram, Amerikan menşeli.
Ona “dış politika” alanında içerik kazandıran kişi Joseph S. Nye. Nye, yumuşak güç kavramını “istediğini zor kullanmak veya para vermek yerine kendine çekme yoluyla elde etme becerisi” olarak tanımlıyor. Ona göre yumuşak güç “bir ülkenin kültürünün, siyasi ideallerinin ve politikalarının cazibesi”yle ilgili bir durum.
“Politikalarımız başkalarına meşru göründüğü zaman, yumuşak gücümüz artar.”
Nye Amerikan yumuşak gücüne örnek olarak, “Tiananmen’de protestolarını Özgürlük Anıtı’nın bir maketini yaparak sembolize eden Çinli öğrenciler”i, “2001’de İnsan Hakları Bildirgesi’nin örnek alınmasını isteyen ‘özgürlüğüne yeni kavuşmuş Afganları”, “Amerikan filmlerini ve televizyon yayınlarını gizlice izleyen İranlı gençleri” veriyor.
Bu anlamıyla yumuşak güç, ABD’nin dünya yüzeyindeki kültürel etkisine karşılık geliyor.
ABD, siyasal gelişmelere çeşitli kültürel etkiler ve göstergeler üzerinden müdahil oluyor. Sürecin rengini veriyor, farklı politik coğrafyalara imge ithal ediyor. Amerikan “siyasal kültür”ü bu sürecin bir boyutunu teşkil etse de, sürecin başat aktörü, Amerikan kültür endüstrisi.
Hollywood’un, Amerikan müzik şirketlerinin ve enformasyon üretim-dağıtım mekanizmlarının oluşturduğu o dev endüstri özellikle 1950 sonrasında dünya siyasetine müdahil oluyor.
Amerikan hegemonyasının kurumsallaşmasında etkin bir rol oynuyor. Bunların hepimizin malumu olduğunu, bunu söyleyerek malumu ilam ettiğimi biliyorum. Evet bu yaygın bir bilgi.
Fakat üzerinde yeterince durduğumuz, imali fikr ettiğimiz, hakkında politika geliştirebildiğimiz türden bir bilgi de değil.
Bunun nedeni bu yaygın bilgiyi sıradanlaştırıp devre dışı bırakmamız. Yazımın başında da belirttiğim üzere “yumuşak güç” kavramı Türkiye siyasal hayatına 2000 sonrasında girdi.
Türkiye’nin iddialı bir dış politika çizgisi izlemeye başladığı, “komşularla sıfır sorun” stratejisinin altını çizdiği bir dönemde.
Sözü dolandırmadan söyleyeceğim: Bence Türkiye 2000 sonrasındaki gelişimine paralel bir “yumuşak güç” stratejisi geliştiremedi.
Bunun somut nedenleri var elbette.
Her şeyden önce içeride hükümet 2002’den bu yana bir sürü vesayet odağı ile cebelleşti. Bir sürü saldırıya maruz kaldı. Bizatihi bu saldırıları savuşturması bile bir başarı. Fakat gün sonunda Türkiye’nin elinde bir “yumuşak güç” stratejisi olmadığı tespitini yapmak zorundayız.
Türkiye, bölgesel bir güç olma iddiasını sürdüyor. Ve buna uygun bir “yumuşak güç” stratejisi de geliştirmek zorunda.
Bunu yaparken, bugüne kadar yapılan bir yanlıştan da vazgeçmek gerekiyor.
“Yumuşak güç”, askeri gücün yedeğinde gelişen bir unsur değildir.
Siyasi gücün ayrılmaz bir parçası.
Bununla birlikte, salt “kamu diplomasisi” yahut “kamuoyu iletişimi” meselesi de değil. Bu boyutlar elbette önemli. Ancak bunlarla iktifa etmek yeterli değil. Yumuşak güç, özünde kültürel bir gerçeklik. Bu anlamda nesilden nesile uzanan bir yatırımı icbar eder. Bugünlerde “kültür politikaları” meselesi ko