170’e varan ülkede faaliyet gösteren Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) için İngiltere, Avrupa yapılanmasının temelini oluşturan ülkelerin başında geliyor. İngiltere FETÖ’nün eğitimden kültüre, düşünce kuruluşlarından yardım derneklerine kadar birçok alana faaliyetlerini yaydığı bir ülke konumunda. İngiltere’de 90’lı yıllardan itibaren gün geçtikçe çok daha geniş bir alanda faaliyet gösteren FETÖ, özellikle ulusal ve yerel siyasetçilerle ilişkilerini epey güçlendirmiş, eğitim kurumları ve insani yardım dernekleri gibi birçok sektörü içinde barındıran ciddi bir gelir kaynağı ağı oluşturmuş durumda.
25 yılı aşkın süredir faaliyet gösteren İngiltere FETÖ yapılanmasında, oldukça önemli isimlerin ön plana çıktığı görülüyor. 15 Temmuz sonrası izlenen değişim/dönüşüm stratejisi ekseninde, terör örgütünün İngiltere yapılanmasının “imamlığını” eski “Kanada imamı” devralmıştı. Terör örgütü üyesi firari iş adamları, akademisyenler ve gazetecilerle İngiltere, örgütün üst düzey üyelerinin karargahı haline gelmiş durumda.
Yapılanmanın tarihi ve gelişimi
Örgütün 90’lı yıllarda izlediği “dışa açılım” politikası ekseninde Fetullah Gülen’in 1993 yılında Londra’yı ziyaretiyle başlayan İngiltere yapılanması, 90’lı yıllarda irili ufaklı birçok topluluğun da desteğiyle kısa sürede büyüdü. Örgüt özellikle Türk-Müslüman diasporasına yönelik sözde “kültür ve eğitim” faaliyetlerini ön plana çıkardı. İngiltere yapılanmasında “kuruluş dönemi” olarak nitelendirebileceğimiz 90’lı yıllarda örgüt eğitim, din ve kültür konularına yönelik faaliyetlere öncelik verdi ve özellikle tüm dünyada olduğu gibi eğitimi paravan olarak kullanarak kendisine idealist bir sivil toplum kuruluşu görüntüsü kazandırmaya çalıştı. Öyle ki 1994 yılında kurulan ve 40’tan fazla bölgede faaliyet gösteren Axis Eğitim Vakfı (Axis Educational Trust) söz konusu politikanın meyvesi ve en net göstergesi oldu.
İngiltere’deki yapılanmasının “gelişme dönemi” olarak nitelendirebileceğimiz 2000’li yıllarda ise örgüt, faaliyet alanlarını çok daha geniş bir alana yayarak daha fazla insana ulaşma stratejisi izledi. Özellikle bu dönemde, var olan derneklere yönelik kurumsallaşma ihtiyacı hissedilmesinin yanında, lobi ve diyalog faaliyetlerine ağırlık verilerek örgütün İngiltere’deki siyasetçiler ve bürokratlarla ilişkileri güçlendirilmeye çalışıldı. Türk ve Müslüman diasporanın yanında, Müslüman olmayan çıkar gruplarıyla da sıkı ilişkilerin kurulması ve yerel/ulusal birçok siyasetçiye ulaşılarak örgütün İngiltere’deki meşruiyetinin kuvvetlendirilmesi hedeflendi. Her ne kadar 1999 yılında kurulmuş olsa da, 2000’li yıllarda kurumsallaşarak etkinlik kazanan Diyalog Toplumu Vakfı (Dialogue Society) ve 2008 yılında hizmete açılan Mevlana Camii ve Rumi Kültür Merkezi böyle bir çabanın ürünü olarak ortaya çıktı. Örneğin Diyalog Toplumu Vakfı 1999-2009 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönemde 465 etkinlik gerçekleştirdi. Bu etkinliklere İngiltere’deki yerel ve ulusal siyasetçilerden bürokratlara, iş adamlarından akademisyenlere uzanan geniş bir yelpazede 41 bin 600 kişi katıldı. FETÖ 2000’li yıllarda, tüm dünyada olduğu gibi İngiltere’de de özellikle diyalog faaliyetlerine ağırlık verdi. Böylelikle hem 11 Eylül sonrası siyasi atmosferi kullanarak kendisini radikal İslam’a alternatif bir hareket olarak gösterme hem de Avrupalı ülkelerin gözünde “iyi ve ılımlı” İslam’ı temsil ederek faaliyetlerini geniş bir alana yayma imkanı elde etti.
Örgüt 2013 yılından sonra Türkiye’de giriştiği yasadışı eylem, faaliyet ve darbe teşebbüslerinin ardından, tüm dünyada olduğu gibi İngiltere’de de oluşabilecek muhtemel soru işaretlerini gidermek maksadıyla, resmi kurumlara yönelik “şeffaflaşma” stratejisi izlemeye çalıştı. Özellikle İngiltere’deki üst düzey kurumlara yönelik şeffaflaşma hareketiyle, hem imajının olumsuz etkilenmesini engellemeyi hem de Türkiye’nin yürüttüğü mücadeleyi boşa çıkarmayı amaçladı. Bu minvalde, örgüt birçok kurum ve derneğini 2013 yılında “Voices in Britain” ismiyle tek bir çatı altında topladı. Söz konusu oluşum vasıtasıyla, 2015 yılında İngiltere’deki başbakanlık, içişleri ve dışişleri bakanlıkları ve vakıflar başkanlığı gibi kurumlara, örgütün dernekleri ve faaliyetleri hakkında bilgiler içeren bir mektup gönderildi. Mektupta örgütün kurumları, dernekleri, direktör ve yöneticileri, üyeleri ve gönüllüleriyle ilgili birçok bilgi paylaşıldı. Böylelikle terör örgütünün Türkiye’deki yasadışı faaliyetleri ve yargı darbesi girişimlerinin neticesinde gerek İngiltere resmi kurumlarında gerekse kamuoyunda oluşabilecek olumsuz kanaatler engellenmeye çalışıldı. 1993 başlayan yapılanma ve faaliyetlere dair bilgilerin, Terör örgütünün İngiltere’deki kuruluşunun üzerinden 22 yıl geçtikten sonra, 2015 yılında İngiliz kurumlarıyla paylaşılma ihtiyacının hissedilmesi izahtan vareste bir durumdur ve Türkiye’de tevessül edilen illegal faaliyetlerle doğrudan bağlantılı olduğu açıktır.
İngiltere’nin FETÖ Politikası
FETÖ kendisini eğitim ve kültür işlerine adayan barışçıl bir sivil toplum kuruluşu imajını tüm dünyada olduğu gibi İngiltere’de de başarıyla yansıtabilmesinden ötürü, gerek siyasetçiler ve bürokratlar gerekse kamuoyu nezdinde epey destek gördü. FETÖ özellikle lobi örgütleri ve düşünce kuruluşlarıyla birebir markaj yöntemini izleyerek, İngiltere’deki müesses nizamı oluşturan aktörlerle sıkı bir işbirliği içinde oldu. Söz konusu aktörler ise barışçıl imajına aldanarak örgütün birçok faaliyetinde boy göstermekten çekinmedi. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden önce, kamuoyu ve siyasi parti temsilcilerinin FETÖ konusunda herhangi bir hassasiyete ve bilgiye sahip olmadıkları görülüyor. İşçi Partisi, Muhafazakar Parti ve Liberal Parti gibi İngiltere siyasetinde ağırlığı bulunan partilerin mensubu parlamenterler ve parti temsilcileri FETÖ’nün etkinliklerine katılarak faaliyetleri hakkında olumlu ifadeler kullanmış ve örgüte yönelik destek verici bir tutum sergilemişlerdi.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise Westminster hükümetinin, çeşitli parlamento üyelerinin ve medyanın FETÖ konusundaki yaklaşımları farklılık gösterdi. Bu sebeple, İngiltere’nin FETÖ politikası çok aktörlü bir yapı içerisinde şekillendi. Örneğin Londra hükümeti, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Türkiye’nin beklediği empati ve anlayışı göstererek destek veren ilk Batılı ülke oldu ve bu durum kamuoyunda İngiltere’ye yönelik oldukça olumlu bir izlenim oluşturdu. Darbe girişiminin ertesi günü Başbakan Theresa May ve Dışişleri Bakanı Boris Johnson’ın telefonla desteklerini bildirmesi, kalkışmadan yalnızca 5 gün sonra Devlet Bakanı Sir Alan Duncan’ın Ankara’yı ziyaret etmesi ve Büyükelçi Richard Moore’un açıklamaları Türkiye kamuoyunda takdirle karşılandı. Bu durum başta İngiltere’dekiler olmak üzere FETÖ üyelerini ise epey rahatsız etti. Öyle ki FETÖ mensupları İngiliz hükümetinin tutumundan duyduğu rahatsızlığı çeşitli basın-yayın kuruluşları ve sosyal medya aracılığıyla birçok platformda dile getirmekte bir sakınca görmedi.
Hükümetin tutumuna zıt bir şekilde, kimi parlamento üyelerinin ve siyasi parti temsilcilerinin ise FETÖ konusunda Türkiye’nin hassasiyetlerini göz önünde bulundurmayarak örgütle yakın işbirliğini sürdürdükleri görülüyor. FETÖ’yü terör örgütü olarak nitelendirmekten imtina eden ve “darbenin arkasında FETÖ’nün olduğuna yönelik yeterince kanıt olmadığını” iddia eden Birleşik Krallık Parlamentosu Dış İlişkiler Raporu dikkat çekiciydi. FETÖ üyelerinin 15 Temmuz’dan sonra düşünce kuruluşları aracılığıyla parlamentoda panel, seminer ve toplantılar düzenlemeye devam etmesi de söz konusu işbirliğini gözler önüne seriyor. Bu panel, seminer ve buluşmalara, FETÖ’nün para vererek Türkiye karşıtı rapor yazdırdığı ortaya çıkan Muhafazakar Partili Sir Edward Garnier ve örgütün açılış ve kahvaltı etkinliklerini kaçırmayan İşçi Partili Milletvekili Peter Kyle gibi isimlerin katılması, FETÖ’nün siyasetçilerle kurmuş olduğu ağın ve ilişki biçiminin mahiyetini net bir şekilde gösteriyor.
İngiliz medyasının FETÖ konusundaki tutumu ise parlamento üyelerinden ve siyasetçilerden çok daha radikal oldu. İngiliz medyası özellikle 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’nün sözcülüğünü üstlendi. Darbenin ilk saatlerinden itibaren FETÖ’nün dolaşıma soktuğu söylemleri sahiplenerek Türkiye karşıtı yayınlara imza atan BBC, The Economist, Independent ve Reuters gibi basın-yayın organları darbeyle FETÖ’yü hiçbir şekilde ilişkilendirmediği gibi, her fırsatta Türkiye’nin yürüttüğü mücadeleyi eleştiren yayınlar yapmaktan da geri durmadı. Devlet kanalı BBC’nin bir yapımcısının darbeden yalnızca 6 gün sonra, 21 Temmuz’da “Ülkede hükümetin yaptıklarını eleştirecek birini bulmakta zorlanıyoruz” ifadelerini içeren e-mailinin sosyal medyaya sızdırılması, medya kuruluşlarının önyargılı tutumlarının ve Türkiye karşıtı pozisyonlarının net bir tezahürü olarak hafızalarda yer etti. Bunların yanı sıra Reuters’ın, darbe girişiminin akabinde soluğu FETÖ lideri Fetullah Gülen’in yanında alarak darbenin kurgu olduğu iddiasını haberleştirmesi ve ulusal/yerel birçok basın yayın organının FETÖ militanlarının açıklamalarına yer vermesi, medyanın siyasi pozisyonunu ve FETÖ’ye yönelik desteğini gözler önüne serdi.
İngiliz hükümetinin empati yaparak Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışması ve ikili ilişkileri geliştirmeye yönelik çabaları her ne kadar Türkiye kamuoyu ve karar vericileri tarafından takdirde karşılansa da, parlamento üyelerinin ve medyanın FETÖ’yü desteklemesi ve Türkiye’ye yönelik düşmanca tutumları, ikili ilişkiler açısından önemli bir riski beraberinde getiriyor. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra dahi FETÖ üyelerinin parlamentoda Türkiye karşıtı toplantılar ve seminerler düzenlemeye devam edebilmesi, siyasetçi ve parlamenterlerin örgüte destek vererek ona alan açmayı sürdürmesi ve medya organlarının Türkiye karşıtı tutumu, Brexit kararıyla birlikte çok daha stratejik bir noktaya varan Türkiye-İngiltere ilişkileri açısından büyük bir tehdit teşkil ediyor.
Almanya’daki güçlü FETÖ lobisinin Türkiye-Almanya ilişkilerine vermiş olduğu zarar göz önünde bulundurulduğunda, İngiltere’deki FETÖ yapılanmasının Türkiye-İngiltere ilişkilerine muhtemel etkileri konusunda çok daha dikkatli olmak gerektiği görülüyor. Zira FETÖ’nün parlamentoda, yerel yönetimlerde, üniversitelerde ve iş dünyasında sahip olduğu ağlar üzerinden Türkiye-İngiltere ilişkilerini sabote etme gücünün ve imkanının bulunduğu inkar edilemez. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra İngiltere’deki FETÖ militanlarının sayısının epey arttığı, dil kursları üzerinden oturma izni aldıkları ve emlakçılık işleriyle uğraştıkları biliniyor.
Son dönemde stratejik bir hüviyet kazanan Türkiye-İngiltere ilişkilerinin korunması ve iki aktör arasındaki güven duygusunun zedelenmemesi için, Ankara’nın iadesini talep ettiği üst düzey militanların iade süreci başlatılmalı ve örgütün her alanda rahatlıkla sürdürmeye devam ettiği faaliyetleri kısıtlanmalıdır. Türkiye de etkin bir kamu diplomasisi yürüterek, gerek İngiltere’deki karar vericilere gerekse kamuoyuna yönelik, FETÖ’nün faaliyetlerine ve 15 Temmuz’daki rolüne dair bilgilendirici bir tutum benimsemeli ve daha fazla bilgi, belge ve kanıt paylaşarak FETÖ konusundaki muhtemel soru işaretlerini yok etmelidir.
[AA, 3 Nisan 2018]