Geçen hafta birçok televizyon programında şu soruya cevap arandı: Çözüm Süreci Bitti mi? Bu sorunun sorulma gerekçesi, Kobane’de yaşanan katliamlardı. IŞİD’in katliamlarına maruz kalan Kürtlerin durumu ve Kobane’nin düşme tehlikesi bu soruyu gündeme getirdi.
Doğan Grubu’nun, “Paralel Yapı”ya destek veren medyanın çözüm sürecine ilişkin yaklaşımı hepimizin malumu. CHP ve MHP’nin bu konudaki yaklaşımları da öyle. Sürece başından beri karşılar. Bu sürece niçin karşı olduklarını açıklarlarken “sürecin içeriğini net olarak bilmemek” argümanını hep birinci sıraya yerleştirdiler. Hükümetin “samimiyetsizliği” iddiası dile getirilen bir diğer argümandı. Sürecin içeriği netleştikten, hatta ve hatta süreç yasal zemine kavuşturulduktan sonra bu kez “siyasal mecburiyetler” (belki de acziyetler) nedeniyle statükocu pozisyonlarını korudular.
Dolayısıyla “Çözüm süreci bitti mi” sorusu ve “evet bitti” cevabı onların duymak istedikleri, her fırsatta yüksek sesle dile getirdikleri ifadeler. Onulmaz AK Parti karşıtlığının ürettiği bir siyasetsizlik hali bu. Dolayısıyla onlar açısından anlaşılabilir bir durum bu. Yapabilecekleri başka bir şey olduğunu düşünmüyorlar.
Fakat bu noktada anlaşılmaz olan, Kürt milliyetçi hareketinin bazı unsurlarının “çözüm süreci bitti mi” sorusunu sürekli dile getirmeleri ve “acele cevaplar”la bu soruya mukabelede bulunmaları. En ufak bir kriz ya da provokasyonda sürecin bitebileceği tehdidini savuran, Öcalan üzerinde baskı oluşturmaya çalışan, zaman zaman sürecin bittiği imasında bulunan Kürt militaristlerini kastediyorum. Tarihin dışında kalan Kemalist Kürtleri.
Çözüm süreci, Türkiye’nin tartışmasız en önemli sorununu sonlandırma iradesinin adı. Geçen hafta “Çözüm Süreci bitti mi” sorusu ekranları kaplıyorken, Bakanlar Kurulu 6551 sayılı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” kapsamında yürütülecek esasları belirledi. Resmi Gazete’de yayımlanan bu esaslar, Çözüm Sürecinin somut aşamalarını da gözler önüne sermiş oldu. Hükümet, sorunu oldukça kapsamlı bir çerçeveye yerleştiriyor. Meseleyi sadece terörün bitirilmesi olarak değerlendirmiyor. Güvenlik ve silahsızlandırma anlamında adımlar atılacağı belirtilse de, sorunun çözümü bağlamında siyasi alana, siyasi kurum ve aktörlere, sivil topluma ve sorunun parçası olan aktörlere temas edileceği ifade ediliyor. Bu çerçevede sosyal ve kültürel programlar başlatılacağı, ekonomik tedbirler yürütüleceği, eve dönüşlerle sosyal yaşama katılım ve uyum alanında çalışmalar yapılacağı, psikolojik destek ve rehabilitasyon çalışmalarına öncülük edileceği açıkça ortaya konuyor. Hükümet, sürecin arkasındaki en önemli hususun toplumsal sahiplenme olduğunu bildiği için, “kamuoyunu bilgilendirme ve kamu diplomasisi çalışmaları”na yer vereceğini de yine Resmi Gazete’de yayımlanan metinde gözler önüne sermiş oluyor.
Sürecin öteki tarafında Öcalan var ve Öcalan’ın temsil ettiği irade de çok net bir biçimde Çözüm Sürecinin devamından yana. Zira Öcalan, silahlı bir mücadelenin siyasi bir zemininin kalmadığını çok iyi biliyor. Hükümetin kültürel ve siyasi haklarla ilgili yaptığı reformlar, Hükümetin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki kararlılıkları ortada.
Kürt milliyetçi hareketinin bir kesimi “silahlı mücadele”yi “Kürtlerin kazanım”ının hem gerekçesi hem de teminatı olarak görüyor. Bu militarist yaklaşımın muadili, “Kürt sorunu”nu yıllarca “asayiş sorunu” olarak gören “Türk militarizmi”. Sorunu bu hale getirenler bu iki kesim. Topluma, siyasete, bireye aynı yerden bakıyorlar. Masada oturup müzakere yapanlar onlar değil. Oturmaktan yana da değiller. Açıkçası, oturmaları da gerekmiyor.
Kemal Burkay’ın birkaç yıl önce yaptığı şu tespiti çok önemli buluyorum: “Rejim bizi bir bakıma silahlı mücadele minderine çekmeye çalıştı. Hem sol hareketi, hem Kürt hareketini. Buna gelmeyebilirdik bence. Silahlı olmayan mücadele biçimleriyle daha da başarılı olabilirdik. 1960’lı ve 70’li yılları hatırlıyorum. O zaman silahlı eylem yoktu ama Kürt hareketi barışçı biçimlerde ve oldukça önemli düzeyde gelişme ivmesi kazanmıştı”.
Öyle görünüyor ki, önümüzdeki günlerde “Rojova kazanımını korumak” namına yahut “bir Kürt devleti fetişizmi” adına Kürt militaristlerinin süreci baltalamaya yönelik provakatif söylemlerine daha çok tanıklık edeceğiz.
Türkiye’de yürüyen Çözüm süreci, sadece Türkiye Kürtlerinin değil, Irak, Suriye ve hatta İran Kürtlerinin selametine etki edecek. Kürt siyasi hareketi, umarım kendisini bu Baasçı militaristlere teslim etmez.
[Akşam, 07 Ekim 2014]