22 Temmuz seçimlerinin ‘yeni bir dönemi’ başlattığı çok yaygın bir şekilde dile getirildi. Bu tespit en genel anlamıyla yerinde kabul edilebilir.
Özellikle farklı açılımları bekleyen toplumsal kesitler göz önüne alındığında, yeni bir sürecin başlamasının heyecan verici olduğu da muhakkak. Yeni dönemin yapısal anlamda iyileştirmeler sağlaması ise arzulandığı kadar kolay değil. Sorunlarımızı milli bir normalleşme bağlamında ele aldığımız sürece yeni dönemi daha verimli kullanacağız. Aksi her söylem, bizleri, daha önce boşa çıkmış olan ‘yeni dönem’ diskurlarının içerisine bir tane daha eklemekten öteye götürmeyecektir. Yeni dönemin en can alıcı sorunlarının başında elbette milletleşme sorunumuz gelmektedir. Bu sorunun içerisindeki en yakıcı madde ise Kürt meselesinin ne olacağıdır?
Öncelikle işe ezber bozarak başlamamız gerekiyor. Kürt meselesi, Irak işgaliyle beraber bugüne kadar yapılan bütün tarifleri ve tasvirleri anlamsız hale getirmiştir. Kürt meselesi artık bir kimlik, etnisite, geri kalmışlık, modernleşme, bölünme, devlet karşıtlığı, terör, milliyetçilik veya totaliteryanizm sorunu değildir. Bu dinamiklerin hiç birisinin, Kürt meselesinin geldiği son hali ihata etmesi mümkün değildir. Kürt meselesi uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Bu haliyle ‘Kürt meselesi’ kod adlı bir çok farklı ‘tehditten veya imkandan’ bahsedebiliriz. Türkiye, gelinen son nokta itibariyle, iki yoldan birisini tercih aşamasındadır. Ya Kürt meselesi kod adlı sorunların (PKK, DTP, Kuzey Irak, Kürtler) altında ezileceğiz ya da büyüyeceğiz. Kürt meselesi, bugün, bölünmeden çok büyümenin, küçülmeden çok genişlemenin, parçalanmadan çok bütünleşmenin, piyon olmaktan çok bölgesel bir aktör olmanın yegane anahtarı konumuna gelmiştir.
İşte bu yeni dönemde, Kürt meselesinin uluslararası bir sorun olduğunu fark edenler ile liberal veya soğuk savaş kalıntısı söylemler arasındaki tartışmalar tayin edici olacaktır. Bu meyanda ‘yeni dönemden’ lümpen bir hazla bahseden liberal söylemler veya manik bir korku dili ile konuşan soğuk savaş artığı diskurları en kolay ıskaladıkları meselenin de Kürt meselesi olacağını tahmin etmek zor olmayacak. Mezkur iki kamp, en fazla, Kürt meselesinin kod adlarıyla uğraşabilirler. AK Parti iktidarı bu iki kampın sığlığından kendisini uzak tutabildiği sürece milli normalleşmeye katkı sağlayabilecektir. Bu ise AK Partinin öncelikle meseleyi algılama biçimine bir karar vermesi, ardından da kuru gürültüye aldırmadan memleketin iç konsolidasyonu için adımlarını atmasıyla mümkün olacaktır. İkinci iktidar döneminde, gündemine aldığı konuları belli bir proje dahilinde, kuru sıkı facialarla fare doğuran dağ pozisyonuna düşmekten uzak durabildiği sürece başarılı olacaktır. 2005 Ağustos ayında bir kez fare doğurmuş olan hükümet aynı tuzağa bir kez daha düşmemelidir.
AK Partinin, yeni dönemde milli normalleşme açılımlarının karşısında durabilecek bir muhalefet bulunmamaktadır. Bunu en iyi idrak etmiş olan bizzat muhalefetin kendisidir. Seçim sonuçları Türkiye de üç adet bölge partisi (DTP, MHP, CHP) ve bir adet Türkiye partisi olduğunu göstermiştir. AK Partiyi Türkiye’nin emniyet sübabı, iç konsolidasyonun anahtarı haline getiren seçimler, milli normalleşmenin sorumluluğunu da hükümetin sırtına yüklemiş bulunmaktadır. AK Parti 2006’yı rölantide, 2007’yi ise seçimlerle geçirmiş bir hükümet olduğunu hatırlatmakta fayda var. Dolayısıyla iki sene geriden gelmektedir. 2008, geçmiş iki seneyi telafi edecek bir yıl haline dönüşme potansiyeline sahiptir. AK Parti daha önce zikrettiğimiz iki kampın bayağı tuzaklarını aşan bir siyaset dili geliştirebilirse bu seneyi en verimli şekilde kullanma imkanını kazanabilir. Bu ise Türkiye’ye içerden bakan bir yaklaşımla mümkündür. Memleketi içerden okuyan bir dil, milli normalleşmenin kodlarını da çözecek şifreleri bulacaktır. Kürt sorunu kodunu çözecek şifrede ancak böylesi yerli bir dil ile mümkün olacaktır.
Kürt meselesi denilince akla gelen en önemli siyasi aktör DTP’dir. AK Partinin DTP’ye rağmen Doğu ve Güneydoğu’da Türkiye ortalamasının üzerinde oy olması AK Parti’nin bir başarısı olduğu kadar, sahici bir milletleşme imkanı sunması açısından da önemlidir. AK Parti kendisine gösterilen teveccühün, ‘hakem’ rolüne verildiğini idrak etmelidir. Bu rol modelin oluşmasında harici farktörlerin de ciddi katkısı olmuştur. Başbakan’ın ‘Büyük devlet yaptığı hatalar için özür diler’ yaklaşımından Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, 22 Temmuz öncesi bütün baskılara rağmen Kuzey Irak’a operasyon yapılmamış olması kalkınma projelerinden çok daha fazla tayin edici olmuştur. Dolayısıyla sosyo-ekonomik açılımların ancak siyasal bir bağlam içerisinde anlamlı olduğunu tespit etmek durumundayız. Bu tespit Kürt meselesiyle ilgili gelecek açılımlar içinde geçerli olacaktır.
Diğer önemli bir nokta Doğu ve Gğneydoğu’daki seçmenin sosyolojik ve siyasal yapısıyla ilgilidir. Seçimlerde AK Partiye kayan oyları algılayabilmek için oy veren kitlenin yoktan var olmadığını akıldan çıkarmamak gerekiyor. Öyle ki son seçimde bölgeden DTP’ye oy veren kitlenin de ciddi bir kısmı tabii AK Parti seçmenidir. Aynı şekilde AK Partiye oy veren kitlenin ciddi bir kısmı da belli siyasal bağlamlar altında tabii DTP seçmenidir. AK Parti DTP’nin tavanı ile tabanını iyi analiz etmek zorundadır. DTP’yi ‘Kürtlerin CHP’si’ olarak tarif etmek, AK Partiye yanlış bir algılama sağlamaktadır. DTP yönetiminin Kürtlerin CHP’si rolüne soyunduğu doğrudur. Lakin AK Parti, bunu bildiğimiz CHP ile karıştırmamalıdır. Bu ayrıştırmayı yapamadığı her siyasal dönemeçte, DTP gibi silahlı bir örgütün aciz sivil aktörlerinden öte bir yapı olmayan bir partinin tuzak söylemleri karşısında sıkıntıya düşmeye devam edecektir. AK Parti Kürtler karşısında, hükümet olmasına rağmen, ‘hakem ve adil’ rolünü koruyabildiği sürece DTP içerisindeki tabii seçmenini yanına çekebilir. Aynı şekilde içindeki tabii DTP seçmeninin kopmasını önleyebilir.
Yukarıda tarif etmeye çalıştığımız denklem oldukça zor bir siyasal kurgu gerektirmektedir. İşin daha zor yanı, Kürt meselesinde milli normalleşme yönünde adım attıkça sorun daha da zor bir hal alacaktır. Daha fazla provakatif ortamlar oluşacaktır. Bu liberal okumanın sığ ‘PKK’nın ya da DTP’nin elinden malzemelerin’ alınmasından da kaynaklanmamaktadır. Uluslararası bir sorun olmanın doğal sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz sorunu çözmeye çalıştıkça kırılmaların daha fazla psikolojik fay hatlarımıza doğru gittiğini göreceğiz. Oldukça sıradan ve primitif olan bu taktik muhtemelen işe de yarayacaktır. Tuzaktan kurtulmanın yolu ise iç konsolidasyonumuzu sağlayacak soğukkanlı, olgun bir siyasal dil ile mümkün olabilir. Bu noktada sorumluluk herkesin üzerindedir. Kimlik siyasetinin batıcı tuzaklarına düşmeden sorunu anlamaya çalışan devlet aklını hep beraber inşa etmek zorundayız. Ancak böylesi bir akıl Kürt meselesinin Türkiye’yi bölünmeye değil büyümeye davet ettiği görebilir.
Anlayış - Şubat 2008