SETA > Yorum |
Türkiye-AB İlişkilerinin Rasyonel Boyutu

Türkiye-AB İlişkilerinin Rasyonel Boyutu

Türkiye'nin, başta komşuları olmak üzere bütün ülkelerle ekonomik ve siyasi alanda işbirliğini temel alan bir ilişki içerisinde olması rasyonel politikanın gereğidir.

BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın 5 yıl aradan sonra Brüksel’e gerçekleÅŸtirdiÄŸi ziyaret, ardından François Hollande’ın 22 yıl aradan sonra Türkiye’ye ziyaret gerçekleÅŸtiren ilk Fransa CumhurbaÅŸkanı olarak ülkemize geliÅŸi, yine bu ziyaretin ertesinde CumhurbaÅŸkanı Gül’ün Ä°talya ziyareti ve nihayetinde BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın Almanya ziyareti son dönemde Türkiye-Avrupa BirliÄŸi iliÅŸkilerinin yeniden çok konuÅŸulan konular arasına girmesi sonucunu doÄŸurmuÅŸtur.

2002-2005 arasındaki hızla geliÅŸen iliÅŸkiler ve bu sürecin sonunda Türkiye’nin 3 Ekim 2005 tarihinde Avrupa BirliÄŸi (AB) ile müzakerelere baÅŸlamasının ardından, tarafların birbirlerine karşı algılarındaki önemli deÄŸiÅŸiklikler olmuÅŸ ve bunun sonucunda yaÅŸanan çeÅŸitli sorunlar nedeniyle o dönemdeki heyecan bir daha geri gelmemiÅŸti. AB cephesinde önce Almanya’da, Türkiye’nin AB üyeliÄŸi konusunda çok olumlu bir tavır içerisinde olan Sosyal Demokrat Parti lideri Gerhard Schröder’in iktidarı, bu konuda olumsuz bir görüÅŸe sahip olan Angela Merkel’e devretmek zorunda kalması ve ardından Fransa’da yine Türkiye’nin üyeliÄŸi konusunda çok olumsuz bir tutum içerisinde olan Sarkozy’nin CumhurbaÅŸkanı olması Türkiye-AB iliÅŸkilerinin giderek soÄŸumasına yol açmıştı. Türkiye cephesinden bakıldığında ise, önce içerideki demokratikleÅŸme hamleleri karşısında ciddi engellerle yüzyüze gelen ve sonrasında kapatılma davası ile mücadele etmek zorunda kalan AK Parti’nin, AB’ye üyelik konusunda çok önemli bir eÅŸik haline gelen Kıbrıs meselesi konusunda Brüksel tarafından beklenen adımları atma konusunda kendisini cesaretli hissetmemesi ve sonrasında ise, kapatılma davasını atlatarak ve demokratikleÅŸme konusunda önemli ilerlemeler saÄŸlamak suretiyle artık ayağını yere daha saÄŸlam basan AK Parti hükümetinin AB üyeliÄŸi sürecine eskisi kadar önem vermemesi bu soÄŸukluÄŸu daha da artırmıştı. Türkiye’nin tanımadığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren AB’de dönem baÅŸkanlığını üstlenmesiyle birlikte, Türkiye-AB iliÅŸkilerinde sorunlar iyice artmıştı.

AB dOÄžRU PARTNER MÄ°?

Ancak Güney Kıbrıs’ın dönem baÅŸkanlığının ardından, Fransa’da 2012’de yapılan seçimlerin ardından Sarkozy’nin iktidarı kaybetmesi ve François Hollande’ın cumhurbaÅŸkanı olmasının da etkisiyle Türkiye’nin yeniden AB ile iliÅŸkileri canlandırma arzusu içine girdiÄŸi görülmektedir. Bunda Ankara’nın, OrtadoÄŸu bölgesinde yaÅŸadığı sorunların olumsuz etkilerini AB ile daha fazla etkileÅŸim içerisine girmek suretiyle hafifletmek gayesi de rol oynamıştır. Özellikle Suriye ve Mısır’da yaÅŸanan geliÅŸmeler Türkiye’nin tek başına bu sorunların çözümünde fazla etkili olamayacağını göstermiÅŸ, bu ülkelerde yaÅŸanan çatışmaların durması ve demokratik rejimlerin oluÅŸturulabilmesi için Ankara’nın ortaklara ihtiyacı vardı. Ä°ran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörler bu OrtadoÄŸu sorunlarının doÄŸrudan tarafı olmaları nedeniyle ABD ve Rusya gibi küresel aktörler ise, insan hakları ve demokrasinin desteklenmesi gibi hedefleri dış politik ajandalarında en son sıraya yerleÅŸtirmelerinden dolayı bu aranan ortaklar olamazlardı. Tam da bu noktada çok kritik bir soruyla karşı karşıya geliyoruz: Avrupa BirliÄŸi, insan haklarının korunması ve demokrasinin teÅŸvik edilmesi esasları doÄŸrultusunda OrtadoÄŸu sorunlarının çözümü çerçevesinde Türkiye’nin iÅŸbirliÄŸi yapabileceÄŸi ve güvenebileceÄŸi bir aktör müdür? Bu soruya cevap verebilmek için önce uluslararası sistemin yapısından, uluslararası iliÅŸkilerin nasıl ÅŸekillendiÄŸinden ve AB’nin bu yapı içerisinde nasıl bir yere sahip olduÄŸundan bahsetmek gerekir.

ULUSLARARASI SÄ°STEMÄ°N YAPISI

Uluslararası sistemin yapısına bakıldığında yapılması gereken ilk tespit, UzakdoÄŸu ülkeleri, Rusya, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin meydan okuma çabalarına karşı Batı dünyasının 18. Yüzyıldan beri sahip olduÄŸu ekonomik ve askeri üstünlüÄŸü halen koruduÄŸu gerçeÄŸidir. Dünya toplam Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH)’nın yaklaşık yarısını ve toplam askeri harcamaların üçte ikisinden fazlasını yapan Batı dünyası halen daha uluslararası sistemde en fazla etkiyi doÄŸurabilecek eylemleri yapabilecek kapasitede aktörlere sahiptir ve bu aktörlerin başında ABD ve AB gelmektedir. Bunlar dışındaki diÄŸer bütün ülkeler bu aktörlerin ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel etkilerine açıktırlar ve bu etkinin derecesi onların ekonomik ve askeri kapasiteleriyle ilgilidir. Çin Halk Cumhuriyeti ve Japonya gibi ülkeler ekonomik kalkınma alanında 20. YY’dan baÅŸlayarak atmış oldukları büyük adımlar sayesinde Batılı aktörlerden kendilerini hedef alabilecek etkilere karşı daha korunaklı bir yapıya kavuÅŸmuÅŸlarken, Brezilya, Hindistan, Türkiye ve Endonezya gibi ülkeler son onyıllar içerisinde ekonomik açıdan kaydettikleri baÅŸarılara raÄŸmen halen daha bu etkiyi güçlü bir ÅŸekilde hissedecek durumdadırlar. Ekonomik ve askeri açıdan daha zayıf diÄŸer bütün ülkeler ise hem Batılı ülkelerin hem de kendi bölgelerindeki diÄŸer güçlerin etki ve manipülasyonlarına çok fazla açık ülkelerdir.

Uluslararası sistemin yapısına dair bu kısa tespitlerin ardından uluslararası iliÅŸkilerin nasıl ÅŸekillendiÄŸi açıklanmaya çalışıldığında, güç politikası ile uluslararası hukuk kavramları üzerinden yapılan analizler uluslararası iliÅŸkiler biliminin halen daha en basit ve en anlaşılır araçları olarak öne çıkmaktadır. Uluslararası sistemin güçlü aktörlerinin çıkarlarına ulaÅŸmak için uluslararası hukuka uygun hareket etmek yerine, sahip oldukları gücü orantısız bir ÅŸekilde kullanmak suretiyle daha güçsüz aktörlerin, uluslararası hukuk tarafından korunmuÅŸ haklarını sürekli olarak ihlal etmekte oldukları gerçeÄŸi genel kabul gören bir tez olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bütün aktörlerin uluslararası hukuka uygun hareket etmesi durumunda savaÅŸların önlenebileceÄŸi ve “sonsuz barış” olmasa bile yaygın barışın saÄŸlanabileceÄŸi düÅŸüncesini paylaÅŸanların sayısı da az deÄŸildir. Bu noktada Avrupa BirliÄŸi tecrübesi incelenmeye deÄŸer bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Avrupa’nın baÅŸka bölgelerle karşılaÅŸtırıldığında çok ağır savaÅŸlara, büyük düÅŸmanlıklara sahne olduÄŸu bilinen bir gerçek. Birinci ve Ä°kinci Dünya SavaÅŸlarının merkezinin Avrupa olması bu çatışmacı geçmiÅŸin açık göstergesidir. Son iki yüz yıl açısından bakıldığında, kıta Avrupası’nın liderliÄŸi konusunda sürekli bir mücadele içerisinde olan Almanya ve Fransa’nın bu çatışmalarda baÅŸ aktörler olarak karşımıza çıktığı da bilinmektedir. En son yıkıcı savaşın ÅŸahitlerinin halen yaşıyor olması bu çatışmacı geçmiÅŸin yakın zamana kadar uzandığını göstermektedir.

BARIÅž HAVZASI AVRUPA MI?

Bu kadar çatışmacı bir geçmiÅŸe sahip olmasına raÄŸmen Avrupa’nın, tarihinden ders alarak bu çatışmalara son vermesi ve 60 yılı aÅŸkın bir süredir kendisine barış ve refah getiren bir entegrasyon süreci içerisine girmesi dünyanın bütün diÄŸer bölgeleri tarafından örnek alınması gereken bir geliÅŸmedir. Aralarındaki bütün görüÅŸ ayrılıkları ve çıkar çatışmalarına raÄŸmen 1951 yılında Almanya ve Fransa ekseninde bir araya gelen altı ülkenin baÅŸlattığı Avrupa entegrasyon hareketi bugün 28 üye ülkesinin saygı gösterdiÄŸi bir bölgesel hukuk alanı oluÅŸturmuÅŸtur. Artık Almanya ve Fransa’nın da dahil olduÄŸu 28 AB üyesi ülke arasında yakın bir savaÅŸ riski söz konusu deÄŸildir. Türkiye, OrtadoÄŸu’nun diÄŸer ülkeleri ve tüm dünya ülkeleri bu baÅŸarılı örneÄŸi kendilerine model alarak benzer barış havzaları oluÅŸturma çabası içerisinde olmalıdırlar. AB’nin çok çatışmacı geçmiÅŸi, bunun diÄŸer bütün bölgelerde de mümkün olabileceÄŸinin en büyük ispatıdır. Sadece bunun için Robert Schuman, Jean Monnet ve Konrad Adenauer gibi sabırlı ve kararlı lider ve bürokratların öne çıkması gerekmektedir.

AB'NÄ°N FARKLI YÜZLERÄ°

Bu tespitlerin ardından AB’nin,

Türkiye’nin ona yönelik politikasını ÅŸekillendirirken mutlaka dikkate alması gereken bazı özelliklerinin altını çizmek yararlı olacaktır:

1-AB günümüz itibariyle dünyanın en büyük ekonomik gücüdür. 2012 rakamlarıyla 16,7 trilyon dolarlık GSYH’sı ile ABD’nin de önünde olan AB ekonomik alanda dünya politikasında önemli etkiler doÄŸurabilecek bir kapasiteye sahiptir. Ancak askeri açıdan bakıldığında ise AB’nin yaklaşık 250 milyar dolarlık yıllık askeri harcamasıyla 670 milyar dolar askeri harcama yapan ABD’nin çok gerisinde kalmaktadır. Ancak bu açıdan bakıldığında Çin ve Rusya gibi ülkelerden çok daha fazla askeri harcama yaptığı görülmektedir. Özellikle Fransa ve Ä°ngiltere gibi AB ülkeleri askeri kapasitelerini sınıraÅŸan bölgelerde kullanmaktan çekinmeyen ülkeler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Türkiye AB’nin özellikle ekonomik alandaki bu gücünü, bu gücün kendisine komÅŸu olduÄŸunu ve komÅŸularına yönelik olarak sık sık müdahaleci (olumlu ve olumsuz anlamda) politikalar izlediÄŸini bilerek hareket etmeli ve AB politikasını ona göre geliÅŸtirmelidir.

2- AB bir baÅŸka temel özelliÄŸi, dış politikada tek sesle konuÅŸma yeteneÄŸinin zayıf olduÄŸudur. Bunun sonucu olarak ABD, Çin ve Rusya gibi ülkelerle karşılaÅŸtırıldığında, ekonomik ve askeri gücünü dış politikasına tam olarak yansıtamadığını ifade etmek gerekir. Bu çerçevede, AB’nin dış dünyaya yönelik tavırlarında çoÄŸu zaman bir tekdüzelik görmek mümkün deÄŸildir. Bunun en tipik örneÄŸi Türkiye’nin üyeliÄŸi meselesinde görülmektedir. Bazı AB ülkeleri Türkiye’nin üyeliÄŸine karşı çıkarken bazıları bu üyeliÄŸin AB açısından çok gerekli olduÄŸunu düÅŸünmektedirler. Hatta aynı ülke içerisinde yaÅŸanan iktidar deÄŸiÅŸiklikleri sonucu Türkiye’nin üyeliÄŸi meselesine bakışın da deÄŸiÅŸtiÄŸi görülmektedir (Schröder-Merkel Almanyası ve Chirac-Sarkozy-Hollande Fransası örneklerinde olduÄŸu gibi). Türkiye de AB’ye yönelik politikasını ÅŸekillendirirken AB içerisindeki farklı kesimlerin varlığını bilerek hareket etmelidir. Tıpkı onların Türkiye içerisinde farklı kesimlerin varlığını bilerek hareket ettikleri gibi.

Avrupa BirliÄŸi aksi yöndeki bazı örneklere raÄŸmen, insan haklarının korunması ve demokrasinin teÅŸviki konularında ABD, Çin ve Rusya gibi diÄŸer küresel aktörlerden çok daha iÅŸbirliÄŸine açık bir aktördür. Cezayir ve Mısır darbeleri sırasında AB içerisinde etkili aktörler BirliÄŸin insan hakları ve demokrasi konusundaki söylemlerine ters hareket etseler de, genel olarak AB ülkeleri uluslararası hukuka saygı konusunda yukarıda saydığımız küresel güçlerden daha samimi davranmaktadırlar. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisinin tanınması ve çevrenin korunmasına dair hukuksal düzenlemelerde öncülük etmelerinin yanında insan haklarının koruması konusunda bugüne kadarki en etkili adım olan Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’ni kurmaları Avrupa ülkelerinin bu konudaki karnesinin diÄŸer ülkelere göre çok iyi olduÄŸunun göstergesidir. Bütün bu adımların atılabilmiÅŸ olması Türkiye’ye, Avrupa’da, bazı eksikliklere raÄŸmen, demokrasi ve uluslararası hukukun korunması konusunda iÅŸbirliÄŸi yapabileceÄŸi aktörlerin olduÄŸunu göstermektedir.

Bu durumda Ankara, AB içerisinde Türkiye’nin üyeliÄŸine karşı çıkan, Türkiye ile karşılıklı çıkarların korunması ve eÅŸitlik temelinde bir iliÅŸki geliÅŸtirilmesine önem vermeyen kesimlerin söyledikleri ve yaptıklarına odaklanmak yerine, Türkiye’yle iÅŸbirliÄŸini esas alan bir iliÅŸki kurmak konusunda dürüst davranan Avrupalı çevrelerle saÄŸlıklı bir iliÅŸki geliÅŸtirmek arayışı içerisinde olmalıdır. Bu iliÅŸki, duygusal içeriklerden arındırılmış, tamamen karşılıklı çıkarların artırılmasını hedefleyen rasyonel bir niteliÄŸe sahip olmalıdır. Gerek Türkiye’de gerekse AB ülkelerinde rasyonel gerekçelerle açıklanamayacak bir ÅŸekilde karşı tarafa ÅŸüphe ile yaklaÅŸan kesimlerin varlığı bilinmektedir. Ancak Türkiye’nin, baÅŸta komÅŸuları olmak üzere bütün ülkelerle ekonomik ve siyasi alanda iÅŸbirliÄŸini temel alan bir iliÅŸki içerisinde olması rasyonel politikanın gereÄŸidir. AB, Türkiye’de bazı kesimler kendisine ÅŸüphe ile yaklaşıyor gerekçesiyle Türkiye’ye yüz çeviremeyeceÄŸi gibi, Türkiye de AB içerisindeki bazı kesimlerin kendisine karşı olduÄŸu gerekçesiyle AB’ye sırtını dönemez. Bir yandan AB içerisinde Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarı aleyhine çeÅŸitli faaliyetlerde bulunan bütün çevrelere karşı her zaman farkında ve hazırlıklı olunurken, diÄŸer yandan da Türkiye ile saÄŸlıklı bir iliÅŸki geliÅŸtirmek isteyen, kendi politika ve tasavvurlarını Türkiye’ye dayatmayan kesimlerle her türlü iÅŸbirliÄŸine açık bir tavır içerisinde olunmalıdır. Unutulmamalıdır ki, uluslararası iliÅŸkilerde dostluklar ve düÅŸmanlıklar geçicidir. Esas olan çıkarlardır ve çıkarların korunması iÅŸbirliÄŸinden geçmektedir.

[Star Açık GörüÅŸ, 02 Åžubat 2014]