SETA > Yorum |
Sanayi Üretim Endeksi Zirve Yapmışken

Sanayi Üretim Endeksi Zirve Yapmışken

Türkiye dünden bugüne sanayide büyük mesafe aldı. Sanayicimiz özellikle 2000'lerde kendini buldu, şahlandı.

Sanayi Üretim Endeksi (SÜE), Aralık ayında zirveye ulaşarak 130,5 puan oldu. Açıklanan bu veriyle memnun olsak da, endeks gelişimine son çeyrek çerçevesinde bakalım ki; sanayinin gelişim hızımıza etkisini anlayalım.

Bu bağlamda, endeks Aralık’ta tepe noktayı görse de, 2014 Ç4 ortalaması bize yıllık artışın çok parlak olmadığını söylüyor. Zira bu dönemde 2013’ün aynı çeyreğine göre %2,5 artan SÜE, yılın en düşük çeyrek performansını göstermiş.

2014 bütününe baktığımızda ise, SÜE’de %3,6’lık bir yükseliş var. Endeksin 2012 ve 2013 hızının sırasıyla %2,5 ve %3 olduğunu göz önüne aldığımızda bir ivme göze çarpmıyor değil ancak daha yüksek bir tempoya ulaşmamız şart.

Nitekim sanayinin gerek GSYH içindeki payı, gerekse gelişim hızı, mevcut haliyle çok tatmin etmiyor. Bu durumun arkasında, taleple şekillenen faktörlerin etkisi olduğu inkar edilemez fakat sanayinin iç dinamiklerini etkinleştirecek bir paradigma değişikliğine de ihtiyaç var.

Peki, baş tacımız olması gereken sanayinin canlanması için ne yapmak gerek? Bu soru irili ufaklı yüzlerce cevabı hak etse de, konuya genel bir bakış açısıyla değinelim.

NEDEN SANAYİCİ OLAYIM?

En basit şekilde düşünecek olursak, önce kendimizi bir sanayici (ya da adayı) yerine koyalım. Her alt sektörün dinamiği farklı ancak yine de herkes için geçerli temel soruyu soralım:

Neden sanayici olayım/kalayım?

Ya da: Neden kazancı daha yüksek/kolay görünen/bilinen başka bir alanda değil de, sanayide direneyim?

Rasyonel bir bireyin ya da kurumun bu noktada temel aldığı kriterler ise ortada: Karlılık, rekabet gücü ve iş ortamı. Bunların hepsi, aynı zamanda birbirine de bağlı...

SANAYİCİYİ MUTLU ETMEK

Türkiye dünden bugüne sanayide büyük mesafe aldı. Sanayicimiz özellikle 2000’lerde kendini buldu, şahlandı. Ancak hep konuştuğumuz üzere, belli bir düzeye eriştikten sonra da, taze bir kana ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. İşte paradigma değişikliği dediğimiz şey de, bu.

Sanayicinin kar ve rekabet ile ilgili sıkıntılarını gidermek, işin esaslı kısımlarından. Bu noktada, finansman, vergi mevzuatı, teşvik ve destekler gibi konular, malumunuz, kritik önemi haiz.

Daha bol ve etkin kaynak kullanımına ön ayak olacak bir kalkınma bankacılığından tutun da, kamu alımlarında yabancılarla rekabet edilebilirliği mümkün ve etkin kılan bir ihale modeline kadar çeşitli çözümlere ihtiyaç var.

Sanayiye ve ilgili yatırımlara sıcak baktıracak bu tür şart ve imkânların artması gerektiği ortada...

STRESİ AZALTMAK

Tabii işin duygusal kısmı bir yana, yıldırıcı stres unsurlarını da azaltmak gerek. İş ortamını iyileştirme konusunu daha önce konuştuk. Buna paralel olarak, sanayiden sıkça işittiğimiz “yönetim ve uygulama” konusu var. Sanayicimiz, alt sektörlere sahip çıkan idari kurumlara ihtiyaç duyduğunu dile getiriyor. Zira her sektörün kendine has sorunları var.

Belli başlı alt sektörlere ilişkin oluşturulması düşünülebilecek böyle bir sistem, doğru dizayn edildiği takdirde, daha etkin bir yönetimi beraberinde getirme ve sektörlere can verme potansiyeline sahip.

Ayrıca bu sistemle birlikte inşa edilebilecek bir network altyapısı da, tedarik zincirlerinde işbirliklerini güçlendirerek bir sinerji yaratabilir.

Bu tür sektör odaklı çalışmalar, mezo politikaların daha sağlıklı geliştirilip uygulanmasına imkân tanıyacaktır. Mikro-mezo-makro zinciri de, böylece daha güçlü halkalara sahip olacaktır.

BİLGİ EKONOMİSİNE TRANSFER

Tabii amaç, hem büyüyen hem de katma değer artıran bir sanayiye kavuşmak. Bu nedenle de, hem kapsayıcı, hem de sektör odaklı düzenlemeler şart ancak içeriği güçlendirmenin yolu da, bilgi ekonomisinden geçiyor.

Bu ise köşemizi, yine dönüp dolaşıp teknoloji mevzuna getiriyor. Ben sanayinin teknoloji yoğunluğunda ve dolayısıyla bütününde sıçrama yapabilmesi için, ilgili yaklaşımda da sıçrama yaşaması gerektiğine inanıyorum.

Bunun bir öğesi olarak da, sektörel yapılardan hazır bahis açılmışken, “yüksek” teknolojiye yönelik sanayiye bu hususta ayrı bir gözle odaklanılmasının altını çizmek istiyorum.

İleri malzemeden biyoteknolojiye, artık kimi ülkelerde geleceğin değil, bugünün teknolojisi olmuş alanlarda ciddi bir yoğunlaşma, yapılanma ve destek şart.

ŞU AR-GE MERKEZİ KONUSU

Yine bu minvalde, sanayide Ar-Ge merkezi konseptini daha hayata geçirilebilir bir hale getirmemiz gerek. Evet, sunulan avantajlar sanayimizi motive etti ancak düşük merkez sayıları gösteriyor ki; ancak belli bir kesimi.

Nedenlerinden biri ise, Ar-Ge personel sayısı alt sınırı... 2014’te bu sayının 50’den 30’a indirilmesi bu anlamda doğru bir adımdı fakat bu rakam dahi, birçok firma için hala yüksek.

Sanayimizin önemli bir bölümünün KOBİ olduğu düşünüldüğünde, bu hakka ihtiyacı olup da mahrum kalanların payı büyük... Bu doğrultuda, ölçek bazında oransal bir yaklaşıma gidilebilir.

Dediğim gibi, sorunun irili ufaklı yüzlerce cevabı var. Bugün köşemiz birkaçına yetebildi.

Geriye, dönüşüm programının tüm ilgili cevaplara yönelik sağlam adımlar atmasını temenni etmek kalıyor.

[Yeni Şafak, 13 Şubat 2015]