15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden iki aydan uzun bir süre geçti. Bir yandan kamunun FETÖ’cü personelden arındırılması adımları titizlikle atılırken diğer yandan devletin yeniden inşası tartışılıyor. Türkiye’de bir daha askeri darbe girişiminin olmaması, devlet çarkının daha iyi, etkin ve hızlı işlemesi, FETÖ benzeri suç şebekelerinin toplumda kendilerine elverişli alanlar bulamamaları için nelerin yapılması gerektiği konuşuluyor. Darbe girişiminin sıcaklığı ile gündemden düşse de ülkemizin bir de yönetim sistemi ve yeni anayasa tartışması var.
Devletin yeniden yapılandırılması meselesinin dönüp dolaşıp geleceği yer de yeni anayasa ve yönetim sistemi olacak. Meclis açılınca sıcak ve bir o kadar önemli bir siyasi gündemin içerisine düşeceğiz. Çok muhtemeldir ki Meclisin açılması ile başlayacak yeni siyaset döneminde, ülkenin yeni anayasasına, başkanlık sistemi mi yoksa parlamenter sistem ile mi yönetileceğine, yeni devlet yapılanmasında din-devlet-toplum ilişkilerinin nasıl seyredeceğine, devam eden bölgesel krize ne kadar dahil olup ne kadar dışarıda kalınacağına, Batı dünyası ile ilişkilerinin geleceğine ilişkin önemli kararlar verilecek.
Böyle yoğun ve ülkenin sadece bugününü değil geleceğini de ilgilendiren konuların konuşulmaya başlandığı yeni bir dönemin arifesinde belli bir toplum kesimi ve onun siyasal yansımaları tüm dikkatlerini iki konu üzerine yoğunlaştırmış durumda: Toplu taşımada bir caninin/ akıl hastasının saldırısına uğrayan bir kadının kıyafeti ve aylar önce Anıtkabir’in bahçesine yapılmış olan bir çocuk oyun alanı. Siyasetin “ağır” gündemi ile karşılaştırıldığında ilk bakışta basit gözüken ancak kendisinden daha büyük meseleleri temsil değeri olan gündelik hadiseleri küçümsemek kolaycılığı ile peşinen burun kıvırmıyorum. Bir toplumda kadına yönelik sistematik kötü muamele ve şiddet varsa –ki maalesef var– bu önemli ve kritik bir meseledir. Hakeza bir ülkenin kurucu Cumhurbaşkanı’nın mezarının yanına veya herhangi bir sosyal alana çocukların keyifli vakit geçirmesi için oyun alanı inşa etme tartışması, o toplumun siyasi liderlere bakış açısından çocuğu nasıl algıladığına kadar birçok önemli alanda fikir vericidir. Ancak her iki örnekte de durum bir hayli farklı.
Belediye otobüsünde şiddete uğrayan kadın vakasında aslında kadına şiddeti konuşmuyor, kadın bedeni üzerinden bir siyasal kampanyaya maruz kalıyoruz. Üstelik kadına şiddete karşıt olma postuna bürünen bu kampanya, şiddet gören kadını ve onun bedenini araçsallaştıran bir pratik üzerinden yürüyor. Diğer bir ifadeyle fiziksel şiddete maruz kalan kadına sembolik şiddet uygulanıyor.
Anıtkabir’e oyun alanı tartışması ise çok daha sakil bir düzlemde. Anıtkabir’in yönetimi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından değil de söz gelimi CHP’li bir belediye tarafından yürütülse veya TSK ‒CHP saflarında milletvekilliği yapmış bir anayasa hukukçusunun sitemle söylediği gibi “kağıttan kaplan” çıkmayıp‒ sivil otoritenin tam denetimi altına girmese ve 90’lardaki gibi başına buyruk hareket etse, Atatürk’ün çocuklara ne kadar değer verdiği güzellemeleri eşliğinde kutsanacak olan bir çocuk parkı bugün zafer nidaları eşliğinde CHP Çankaya ilçe teşkilatına mensup partililerce yerinden sökülüyor.
Belediye otobüsünde şiddete maruz kalan kadın veya Anıtkabir’deki çocuk parkı etrafında dönen tartışmalar, bu arka plan ile bakınca onlardan yola çıkarak derinlikli ve nitelikli siyasal ve sosyolojik okumalar yapabileceğimiz hadiseler değil. Aksine bugün Türkiye’nin geçirdiği dönüşümden memnun olmayan siyasal ve toplumsal kesimlerin içerisine düştükleri yeniden üretim krizini örtme çabaları.
Modern Hayat Tarzının Yeniden Üretim Krizi
Türkiye’deki toplumsal ve siyasal farklılıkların yerleşmiş ideolojiler veya pozisyonlar üzerinden olması siyaset bilimcilerin ve sosyologların daha çok ilgisini çekerdi. Ancak çoğu zaman kendi seçmediğimiz fakat içerisine doğduğumuz aile çevresinden edindiğimiz hayat tarzı farklılıklarımızı siyasete tahvil ediyoruz. Askerin sivil siyasetin üzerinde demir yumruğunu konuşturduğu 90’lı yıllar boyunca Genelkurmay Başkanlığı basın açıklamaları ile siyasetçilere had bildirirken, “laikliğin sadece bir yönetim ilkesi değil hayat tarzı olduğuna” bu nedenle sık sık göndermede bulunurdu. Türkiye’nin 2002’den bu yana yaşadığı dönüşüm karşısında ayak sürüyen siyasal ve toplumsal kesimlerin talep, beklenti ve muhalefetlerini ifade edecek en kapsayıcı kavram belki de bu yüzden “modern hayat tarzı”.
Adı her ne kadar afili olsa da modern hayat tarzı zor günler geçiriyor. Moderni çağdaş, yeni ve ileri olanla eşit kılan yanlış algının tam aksine bugün modern hayat tarzı ve temsil ettiği siyaset çağdışı, köhnemiş ve gerici. Türkiye’nin asıl meseleleri, dönüşümü ve gündeminin gerisinde kalıyor; taleplerini karşılayamıyor ve beklentilerini anlayamıyor. Türkiye için bir fayda sağlamak şöyle dursun, çağın gerisinde kalan, zamanı ıskalayan ve bugünü anlayamayan modern hayat tarzı kendini yeniden üretemiyor. Bu büyük bir sorun çünkü sadece modernleri değil bir parçası oldukları toplumun bütününü de ilgilendiriyor.
Bugün artık bize iyiden iyiye kabak tadı vermiş olan sahte kadın, çevre, mimari, emek, barış ve Atatürk duyarlılıklarının hepsinin altında modern hayat tarzının Türkiye’de yaşadığı yeniden üretim krizi yer alıyor. Türkiye’yi anlayamayan ve olan biteni anlamlandıramayan modernler en iyi bildikleri şeye yani ezberlerine sarılıyor. Siyasetin somut meselelerini bir kez konuşmaya başladığında kaybetmeye mahkum olduğunu bilen modernler, siyaset karşısında mitlere, nostaljiye, romantizme, ezberlere ve duygulara sığınıyor.
Siyasetin Gerisinde Kalan Modernler
Türkiye’nin son on beş yılda tecrübe ettiği olumlu ya da olumsuz hiçbir hadise, süreç ve dönüşümün modernler tarafından doğru olarak tahlil edilemediği söylenebilir. Ülkenin kaçınılmaz olan ancak endişe verici bir şekilde seyreden kentleşme dinamiğini tahlil etmek yerine “direniş”e meze yapıp romantikleştiriyorlar.
“Laik ve Atatürkçü orduyu korumak” refleksiyle hareket edip ülkenin karanlık geçmişi ile hesaplaşması için önemli bir fırsat olan Ergenekon ve Balyoz davalarının sulandırılmasında FETÖ’cülerin aynadaki yansıması oluyorlar. Türkiye’nin eğitim meselesini doğru düzgün tartışmak yerine her kayıt döneminde binlerce öğrencinin zorla imam-hatiplere kaydedildiği gibi asparagaslarla kendilerini tatmin ediyorlar. Ulaşım sorunundaki ufku demiryolu romantizmi veya “Marmaray su sızdırıyor” söylentisinden öteye gidemeyen modernler, tüm küresel ve bölgesel güçlerin plan ve stratejilerini defalarca değiştirmek zorunda kaldıkları Suriye krizine “Yurtta sulh, cihanda sulh” ile çözüm bulabileceklerine maalesef ciddi ciddi inanıyorlar. Başından beri vandalizm vasfı ön planda olan Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’ni “Gezi direnişi” olarak romantize edip oradan bir ivme ve toplumsal yeniden üretim şansı yakaladıklarını zannediyorlardı. Oysa “Gezi gençliği”, Gezi’nin hemen ertesinde sahnelenen 17-25 Aralık Kumpası’na yancı oldu. Gezi’nin direnişçi, isyankar, devrimci, “ahlaklı ve iyiliksever” Y kuşağı, 17-25 Aralık’tan sonra her gece bilgisayar ekranı başında “büyük turp”u yani var olduğuna inandırıldıkları seks kasetlerinin yolunu gözlerken bir türlü büyüyüp de adam olamadı!
Durum o kadar acıklı ki Türk toplumun yeniden tanımlandığı “15 Temmuz kıyamı”nı bile anlayamadılar. “Mevzubahis askerse gerisi teferruattır” anlayışı ile sokakta gördüğü her tankı alkışlayan Kadıköy ahalisi bir yana, modernlerin büyük bir kısmı 15 Temmuz’da ne yapacağını da bilemedi. Geleneksel kodları sivillere karşı darbeyi desteklemekten yana olsa da darbecilerin FETÖ’cü olması kafalarını epey karıştırdı. “15 Temmuz kıyamı”na katılmanın AK Parti’nin hanesine yazılmak değil vatanı savunmak olduğunu bir türlü kendi kendilerine bile itiraf edemediler. Darbe girişimi karşısında verilebilecek en gerici tepkiyi verdiler, markete gidip kuru gıda stokladılar.
Bu kitle ve onları temsil eden siyasetten 15 Temmuz sonrasında ülkenin gündeminde olan, askerlerin üzerinde sivil denetim ihdas edilmesi, yeni savunma konsepti, devlet-dintoplum ilişkilerinin yeniden tesisi ve devletin yapılandırılması gibi konularda dişe dokunur katkılar bekliyoruz. Ancak onlar toplumsallıklarını ve siyasetlerini yeniden üretemedikleri için çocuk parklarında şortlu kadın hayaleti avlamaya çalışıyorlar.
[Kriter, 1 Ekim 2016].