Türkiye’nin Afrin’de gerçekleştirdiği “Zeytin Dalı” operasyonuyla birlikte Almanya ile Türkiye arasındaki silah ticareti yeniden tartışılmaya başlandı. Afrin operasyonundan kısa bir süre önce Alman basınında, hükümetin Türkiye’deki Leopard tanklarının modernizasyonuna onay verdiği yönünde haberlerin yer alması ve Afrin’de Alman tanklarının kullanıldığı yönündeki iddialar bu tartışmaları daha da alevlendirdi.
Merkel ve Schulz’un bu Perşembe günü gerçekleştirdikleri görüşme neticesinde, Türkiye’ye daha önce satılan Leopard tanklarının modernizasyonuna yönelik planın beklemeye alındığı ve bu kritik konularda yeni hükümetin karar vermesi yönünde görüş birliğine vardıkları açıklandı. Almanya’nın 2017 yılında bir önceki yıla nispetle yüzde 60’a varan artışla en çok NATO ve AB üyesi olmayan üçüncü dünya ülkeleri ve kriz bölgelerine silah satışı yaptığı düşünüldüğünde, bu kararın iç kamuoyu baskısı sonucu alınan siyasi bir karar olduğu açık.
Türkiye’nin sahip olduğu savaş tanklarından yalnızca 700’ü Alman yapımı Leopard tipi tanklardan ibaret. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elindeki bu tanklardan sadece 325’i Leopard 2A4 tipi son model savaş tanklarından oluşuyor. Geri kalanlar ise eski tip Leopard tankları (170 adet 1A4 ve 250 adet 1A3) kapsıyor. Burada, 2006-2014 yılları arasında Türkiye’ye satışı gerçekleşen Leopard 2A4 tipi savaş tanklarının satış sözleşmesinde tankların kullanım alanını sınırlayan bir maddeye yer verilmediğini de belirtmek gerekiyor.
Almanya Mart 2017 tarihinden itibaren, NATO projeleri çerçevesinde daha önce imzalanan anlaşmalar kapsamında olanlar hariç, Türkiye’ye yeni silah satışını büyük oranda kısıtlamış, dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Türkiye ile yaşanan siyasi krizin bir yansıması olarak 2017 Eylül ayı itibariyle Türkiye’ye tüm silah sevkiyatını durdurulduğunu açıklamıştı. Ankara’dan gelen tepkiler üzerine Merkel, Türkiye’ye yönelik “genel bir silah satış yasağı bulunmadığı ve her talebin kendi başına ele alınacağı” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı. Diğer taraftan Alman şirketi Reihnmetall ve Türk şirket BMC arasındaki işbirliği dahil pek çok proje beklemeye alınmıştı.
Uzun süren gerginlik ve kriz döneminden sonra Türk-Alman ilişkilerinin normalleşmesi kapsamında gerçekleştirilen Çavuşoğlu-Gabriel görüşmesinden sonra, Alman bakanın Türkiye’ye yönelik silah satışlarının durdurulması yönündeki kararı Deniz Yücel olayına endeksleyerek bu mesele halledilmeden bir değişikliğe gidilmeyeceğini açıklaması, işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale getirdi.
Gabriel’in (esasında savunma ve güvenlik siyaseti çerçevesinde değerlendirilmesi gereken) Türkiye’ye silah satışı meselesini Türk yargısının konusu olmuş iç meselelere endekslemesi, Almanya’nın dış siyasetinde ve Türkiye ile olan ilişkilerinde sorunlara yol açan temel bir açmaza da işaret ediyor. Almanya hali hazırdaki uluslararası konjonktürde, II. Dünya Savaşı ve Hitler sonrası dönemde normatif değerler eksenine oturtulmuş bir dış siyaset profiliyle realist ve pragmatik siyasetin gerekleri arasında sıkışmış vaziyette.
Almanya en çok kriz bölgelerine silah satıyor Özellikle radikal sol çevreler, SPD, Yeşiller ve Sol Parti’nin geleneksel olarak dünya silah ihracatında 5. sırada yer alan Almanya’nın silah satışına karşı oldukları biliniyor. Ancak Almanya’nın silah satışının yüzde 54’ünün AB ve NATO üyesi olmayan ülkelere yapıldığı düşünüldüğünde, NATO ortağı olan ve DEAŞ’e karşı ortak mücadele yürütülen Türkiye’nin, silah satışına karşı yürütülen kampanyalarda ön plana çıkarılması dikkat çekici görünüyor.
2016 yılında açıklanan silah ihracat raporuna göre, Almanya’nın silah ihracatında ilk sırayı 887,6 milyon avro ile Cezayir alırken, 2016 Ocak ve Ağustos ayları arasına Türkiye’ye yapılan ihracat ise sadece 69.32 milyon avro tutarında kalmış. 2017 yılı Ağustos ayı itibariyle bu rakam 25,36 milyon avroya gerilemiş. Türkiye’nin 2016 yılında gerçekleştirdiği silah alım talepleri, OHAL uygulamaları ve insan hakları gerekçe gösterilerek kısıtlanırken, 2017 yılının üçüncü çeyreğinde insan hakları ve demokrasi alanında sorunlu ülkeler olan İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’a yapılan silah satışında ciddi oranda artış yaşanmış. Alman kanalı ARD’nin haberine göre, 2017 yılında AB ya da NATO üyesi olmayan üçüncü dünya ülkelerine sevkiyatına izin verilen silah satış tutarı toplam 3,8 milyar avro ile şimdiye kadarki en yüksek seviyeye yükselmiş.
Alman hükümeti bu hafta başında Yemen savaşına katılan ülkelere silah satışını yasaklayan bir karar aldıysa da, bu kategori dışında kalan ülkelere silah satışı yapmaya devam ediyor. CDU/CSU ve SPD’nin oluşturduğu büyük koalisyonun son 4 yıllık icraat döneminde, üçüncü dünya ülkelerine ve kriz bölgelerine yapılan silah satışının bir önceki döneme nispetle yüzde 45 oranında artış göstermesi dikkat çekiyor. Bu noktada, Almanya’nın silah satışı ile ilgili olarak teknoloji ve “know-how” satma konusunda istekli olmadığını ve yurt dışında silah ticaretinde öne çıkan Rheinmetall gibi şirketlere ciddi yasal kısıtlamalar getirildiğini de belirtmek gerekir.
Türkiye karşıtı kampanyalar Almanya’da sadece sol çevrelerin değil, bu ülkede yasaklı bir terör örgütü olarak tanınan PKK’nın da, Türkiye’ye silah ve savunma mühimmatı satışının tamamen yasaklanmasını talep eden kampanyalar yürüttüğü biliniyor. Silah alımında Körfez ülkelerinin çok gerisinde olmasına rağmen Türkiye’nin sürekli olarak ön plana çıkarılmasında, Türkiye kökenli aktörlerin başını çektiği Türkiye karşıtı lobilerin kampanyaları kadar, Alman siyasilerinin ve medyasının histerik bir şekilde Türkiye’yi ötekileştirici söylemlerde bulunmalarının da etkisi büyük.
Alman hükümeti, rasyonel siyaset gereği mülteci meselesi, DEAŞ’a karşı mücadele, savunma ve güvenlik gibi konularda Türkiye ile işbirliğine gitmek zorunda kaldığı durumlarda ise kendi yarattığı bu olumsuz Türkiye imajı nedeniyle kendi kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanıyor. Nitekim, bu son olaylarda görüldüğü gibi, Alman kamuoyu ve medyası, hükümeti, temelsiz bir şekilde, otoriter olduğunu iddia ettiği bir ülkeye silah satmak ve “Afrin’de Alman panzerlerini Kürtlere karşı kullandırmakla” suçluyor. Bu ise Alman siyasetinin duygusallıktan uzak, karşılıklı çıkar ve menfaat ilişkisine dayalı uzun vadeli bir siyaset geliştirme hususundaki zafiyetine işaret ediyor.
“PKK eşittir Kürtler” yanılgısı Zeytin Dalı operasyonunun (adında da ima edildiği üzere) sivillere değil, PKK/PYD/YPG terör birliklerine yönelik yapıldığının açıklanmasına rağmen, bu harekatın Alman basınında örgüte müzahir STK ve Türkiye karşıtı lobilerin propagandası doğrultusunda, Kürtlere karşı düzenlenen ve sivilleri de hedef alan bir operasyon gibi yansıtılması, sıklıkla yapıldığı gibi, PKK ile Kürtleri özdeşleştirme hatasına düşüldüğünün açık bir göstergesi. Türkiye karşıtı lobinin, Afrin operasyonunda kullanılan Alman yapımı Leopard 2A4 tipi tankların “Kürtlere” karşı kullanıldığı yönündeki propaganda ile Alman hükümetini baskı altına almaya çalıştığı görülüyor. Bu noktada, operasyonun esas hedefi olan PYD’nin, Alman kamuoyunda “DEAŞ’a karşı mücadelede Yezidilerin kurtarıcısı” olarak gösterildiği ve kadın savaşçılarının ön plana çıkarıldığı bir propaganda sonucunda, adeta barışçı ve modern bir örgüt gibi yansıtıldığının da altını çizmek gerekir.
Almanya’nın çıkmazı Almanya II. Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik, siyasi ve askeri olarak yeniden inşa edilirken, Nazi Almanyası travmasıyla, geçmişte yaşanan olayların bir daha tekrarlanmaması gerekçesiyle, değer odaklı normatif bir siyasetle dizginlenmiş ve kontrol altına alınmıştı. Ancak son dönemde uluslararası konjonktürde yaşanan değişimler ve Almanya’nın ekonomik gücünün siyasi arenaya yansımasının kaçınılmazlığı, Almanya’yı normatif ve reel siyaset arasında bir çıkmaza soktu.
Değerler üzerine inşa edilmiş bir dış siyaset yürüttüğünü iddia eden Almanya’nın, bir yandan Mısır gibi demokrasinin ayaklar altına alındığı darbe rejimlerine, Suudi Arabistan gibi otoriter sulta rejimlerine ve sürekli olarak uluslararası hukuku ihlal eden ve BM tarafından da apartheid rejimi kurduğu açıkça ilan edilmiş İsrail gibi ülkelere silah satışında bir sakınca görmezken, Türkiye gibi seçimle gelmiş bir hükümetin iş başında olduğu bir ülkeye silah satışına getirdiği kısıtlamaların siyasi olduğu açıktır. Almanya’nın Türkiye’ye yönelik yürüttüğü “insan hakları ve demokratik değerler” söylemine dayalı politika da esasında Türkiye’yi baskı altına almaya yönelik siyasetin araçlarından biridir ve normatif söylemler üzerine inşa edilen her siyaset gibi çelişkilerle doludur.
Son koalisyon görüşmelerinin başarıyla sonuçlanması halinde kurulması beklenen büyük koalisyonun önündeki en önemli görevlerden biri de Almanya’nın yeni uluslararası konjonktürde Türkiye ve diğer ülkelerle olan ilişkilerini seçici bir şekilde uygulanan normatif ve idealist düzlemden, pragmatik ve rasyonel bir zemine taşıma zorunluluğudur.
[AA, 26 Ocak 2018].