- Filistin ve Gazze’de yaşanan son gelişmeler nelerdir ve olaylar nasıl tırmandı?
Nekbe’nin (Büyük Felaket) 70. yıldönümünde, 14 ve 15 Mayıs 2018 tarihlerinde, gerçekleşen Büyük Dönüş yürüyüşünün sonuncusuyla bir milyon kişinin bir araya gelerek Gazze-İsrail sınırına yürümesi amaçlanmıştı. Filistinli mültecilerin topraklarına geri dönme hakkını vurgulayan bu yürüyüş, ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma töreniyle aynı gün düzenlenmesinden dolayı daha da büyük anlam kazandı. İsrail askerlerinin acımasız ve sert tepkisi, Gazze’nin sınırları içerisinde yapılan barışçıl protestolara gerçek mermi kullanarak müdahale etmesi neticesinde büyük katliam yaşandı.
- Filistinlilerin başlattığı Büyük Dönüş yürüyüşü nedir ve nasıl gelişti?
Bu yürüyüşün yapılacağının duyurulmasının ardından İsrailli yetkililer Filistin tarafına tehdit mesajları göndermişti. Ayrıca HAMAS siyasi büro başkanı İsmail Heniye, 13 Mayıs’ta Mısır istihbaratı tarafından Kahire’ye çağırılmıştır. Protestoları durdurmak için Heniye’ye baskı yapıldığı iddia edilmişti.
- Protestoların amacı ve dinamikleri ile protestocuların beklentileri nelerdir? İsrail, bu protestolara nasıl bir tepki verdi?
Filistinliler her yıl Nekbe’nin yıldönümü münasebetiyle yaşadıkları bölgelerde benzer dönüş yürüyüşleri düzenlenmektedir. Fakat bu yıl farklı etkenlerden dolayı yürüyüşler yeni bir boyuta taşındı. Gazze’deki gençlerin ve aktivistlerin inisiyatifiyle başlatılan bu yürüyüşlere, Filistin halkı ideolojik ve siyasi farklılıklarına bakmaksızın destekledi ve büyük katılım gösterdi. Halktan gelen bu hareket İsrail işgaline karşı bir öfke olmakla beraber aynı zamanda mevcut siyasi tıkanıklığı aşmaya çalışan bir adımdır. Zira 2007 yılından bu yana, bir yandan uygulanan Gazze ablukası diğer yandan gerçekleşemeyen Filistin birliği, Filistin halkı ve özellikle Gazze’de yaşayanların hayatlarını olumsuz şekilde etkilemiştir. Bundan dolayı da Gazze’de gittikçe derinleşen insani krizin bir yerde patlak vereceği beklenmekteydi.
Öte yandan, Trump yönetimindeki ABD’nin takip ettiği İsrail yanlısı politika ve Filistinli aktörlere uyguladığı baskı, bölgedeki siyasi ufku daraltmış ve yaşanan krizlerin çözülmesi için kalan son ümitleri adeta yok etmiştir. ABD Başkanı Donald Trump’ın, 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail'in başkenti olarak tanıması ve ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınacağını söylemesi Filistin-İsrail arasında uzun zamandır sekteye uğrayan müzakerelerin tabutuna son çiviyi çakmıştır. Nitekim Filistinlilerin Nekbe günü addettiği 14 Mayıs tarihinde büyükelçiliğin taşınma töreninin düzenlenmesi büyük bir provokasyon işlevi görmüş ve Filistinlilerin düzenlediği protestoları tetiklemişti.
Tehcir edildiği topraklara geri dönme haklarını müdafaa eden protestocular aynı zamanda Trump’ın ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararına da karşı çıkmaktadır. Protestocular ayrıca, Gazze’nin 2007 yılından bu yana uğradığı ablukaya karşı protesto düzenleyerek bir an önce ablukanın kaldırılması ve sınırlarının yeniden açılmasını talep etmektedir.
İsrail ise gösterilere sert müdahale etmeyi tercih etmiş ve protestoculara karşı gerçek mermi kullanmıştır. 30 Mart’tan bu yana 8 bin kişi yaralanmış ve aralarında gazeteci, çocuk ve kadınlar onlarca kişi öldürülmüştür. 14 Mayıs’ta ise insansız hava araçlarıyla (İHA) protestocuların üzerine göz yaşartıcı gaz yağdırılmıştı. İsrail bunu yaparken, İsrail ve Batı medyaları yaşanan olaylardan HAMAS’ı sorumlu tutmuş ve öldürülen masum insanları terörist olarak nitelendirmiştir.
- Trump’ın ABD Büyükelçiliğini taşıma kararının yansımaları nedir? Bu karar bölgedeki olayları nasıl tetikledi ve bu kararın uluslararası hukuk açısından anlamı nedir?
Öte yandan, Trump’ın aldığı bu karar hiçbir hukuki zemine dayanmamaktadır. Zira Kudüs’ün statüsünün Filistinliler ile İsrailler arasında yapılacak müzakereler sonucunda belirleneceği kabul edilmişti. Nitekim 1993 yılında imzalanan ve mevcut siyasi mimarinin ve iki devletli çözümün ana sütunu olan Oslo Antlaşması, Kudüs meselesinin çözümünü nihai çözüm müzakerelerine bırakmıştı. Bahsi geçen nihai çözüm müzakereleri ise gerçekleşemedi. Bu nedenle de Kudüs statüsünü etkileyecek herhangi bir oldubitti adımı meşru değildir.
Öte yandan ABD Başkanı Trump’ın aldığı bu kararı, Filistin-İsrail meselesine ilişkin vizyonu bağlamında okumak gerekmektedir. Zira bir yandan İsrail yanlısı bir tavırla Kudüs meselesinde bir oldubittiyle getirmeye çalışırken, diğer yandan Filistin meselesinin başka önemli etkenlerinden olan mülteci sorununu Filistinliler aleyhine sonlandırmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda ABD yönetimi, geçtiğimiz Ocak ayında Filistinli mültecilere yardım eden ve Nekbe tanığı diye tabir edilen Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu'na (UNRWA) vereceği finansmanın yarısından fazlasını kestiğini açıklamıştır.[1] Bu karar aralarında Gazze’de yaşayan bir milyon 250 bin kişi de dahil, yaklaşık 5.5 milyon Filistinli mültecinin hayatını olumsuz şekilde etkilemişti. Trump yönetimi, Kudüs meselesini ve mülteci sorununu oldubittiye getirerek Filistin-İsrail meselesinde yeni bir sayfa açabileceğini düşünmektedir.
Bunun dışında Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere diğer Arap yönetimleri ile İsrail arasında önemli bir atılım yapılacağı planlanmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler ve Filistin meselesini dizayn etme çabaları Filistinli taraflar ve Filistin halkının üzerinde ciddi bir baskı teşkil etmiş ve yaşanan olaylarda önemli bir rol oynamıştır. Bununla beraber ABD yönetiminin İsrail’e verdiği şartsız destek İsrail’in, düzenlenen barışçı gösterilere karşı tavrını sertleştirmiş ve can kaybının artmasına neden olmuştur.
- Filistin’deki gelişmelere Arap dünyası, İslam alemi ve uluslararası toplumun tepkisi ne oldu?
Arap dünyası ise, genel olarak Filistinlilerin katledilmelerini kınamakla yetindi. Ürdün hükümeti, Gazze’de işlenen katliamın sorumluluğunun İsrail’e ait olduğunu ifade ederek, Filistin halkı için uluslararası koruma çağrısında bulunmuştu. BM Güvenlik Konseyinin geçici üyelerinden Kuveyt, Gazze’de yaşananlar üzerine BM Güvenlik Konseyi'ni yarın acil toplantıya çağırmıştı. Sınırlı bazı protestolar dışında Arap dünyasının gösterdiği sessizliğin İsrail’i cesaretlendirdiği iddia edilebilir. Nitekim Mısır’daki Sisi yönetimi, Büyük Dönüş yürüyüşü 30 Mart’ta başladıktan sonra bitirilmesi için çaba göstermiştir. Zaman zaman HAMAS hareketi ile bu konuda irtibata geçen Mısır istihbaratı 13 Mayıs’ta HAMAS siyasi büro başkanı ve lideri İsmail Heniye’yi Gazze’den Kahire’ye çağırmıştır. Mısır’ın HAMAS liderlerini tehdit ettiği iddia edilmiştir.
Uluslararası toplum kaygısını ifade etse de İsrail’i "orantılı güç" kullanmaya davet etmişti. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Özellikle çok sayıda insanın ölümüne ilişkin Gazze Şeridi'nden gelen haberler beni çok kaygılandırıyor” demişti. Avrupa Birliği (AB) ve Fransa başta olmak üzere AB devletleri, İsrail'in Gazze'de yaptığı katliama ilişkin “İsrail, barışçıl gösteri hakkına ve güç kullanımında orantılılık ilkesine saygı göstermelidir" ifadesini kullanmıştı.[2] Avrupa devletleri arasında farklı tavır gösteren İrlanda, İsrail büyükelçisini dışişleri bakanlığına çağırarak duyulan kaygıyı aktarmıştı. Keza aynı şekilde Güney Afrika, Tel Aviv büyükelçisini geri çağırmıştı. Fakat genel olarak bazı istisnaların dışında Arap dünyasının yanı sıra uluslararası toplum ve kuruluşların gösterdiği zayıf tavır İsrail’i barışçı gösterilere karşı daha da saldırgan bir tavır takınma konusunda cesaretlendirmiştir.
[1] https://www.aljazeera.com/news/2018/01/cuts-unrwa-funding-180116193513823.html
[2] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/dunyadan-gazzedeki-olaylara-tepki/1144962.