Kadınların sosyal hayattaki yeri ve kadın erkek ilişkilerinin nasıl olması gerektiği siyasal tartışmaların odak konularından biri olagelmiştir. Kadın tartışmaları; kadın-erkek ilişkilerinin eşitliği veya eşitsizliği, kadının başörtüsü veya giyimi, ev kadını olmaya karşı sosyal ve ekonomik hayata katılımı, siyaset ve bürokrasinin üst noktalarındaki kadın oranı, kadına yönelik şiddet vb. üzerinden yürür. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusu yukarıda sayılan diğer tartışmalardan farklılık gösterir.
Kadına yönelik fiziksel, cinsel ve duygusal istismar evrensel bir sorun olup, tüm toplumlarda görülüyor. Diğer taraftan bir toplumun tarihsel sürecinde belirli zamanlarda artma veya azalma eğilimi gösterebiliyor. Üstelik bu şiddetin görülme sıklığı açısından da toplumlar arasında fark olabiliyor. Bu hal kadına yönelik şiddetin sosyal çevre şartlarından, kültürden, refah ve eğitim düzeylerinden, devletin politikalarından etkilendiğini gösterir.
Örneğin Kanada'da kadına yönelik fiziksel şiddet oranı Türkiye ortalamasından daha düşük. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kadına yönelik şiddet meselesini ciddiye almış görünüyor. Türkiye kadına yönelik şiddeti önleme toplantısının ev sahipliğini yaptı ve İstanbul Deklarasyonu olarak tanımlanan düzenlemeyi imzaladı. Gereken yasal düzenlemeler yapıldı, şiddete uğrayan kadının desteklenmesine yönelik bir dizi değişim gerçekleştirildi.
Aslında Türkiye'de kadına yönelik şiddeti destekleyen herhangi bir toplumsal grup yok. Sorun şurada: Kadına yönelik şiddet birçok faktörle eş zamanlı ilişkili ve uzun soluklu, mikro düzeylere derinlemesine çalışma yapmayı ve ülkenin birçok sosyodemografik faktöründe iyileşmeyi gerekli kılıyor.
ŞİDDETİN 'ŞEKİL'LERİ
Kadına yönelik şiddetin kabaca dört ayrı şekli var. Birincisi, 'namus cinayeti' üzerinden gerçekleşiyor. Bu şiddet şekli büyük oranda kültürel kodlarla ilişkili ve durdurulması köklü kültürel değişimleri gerekli kılıyor.
Kadına yönelik şiddetin ikinci şeklinde 'psikopat bir erkek' var. Bu kişi genellikle çocukluğundan beri şiddet içinde.
Çocukluktan itibaren okuldan kaçma, çete kurma, alkol-madde kullanma, tekrarlayıcı şiddetten dolayı cezaevine düşme vb. özelliklere sahip. Anti-sosyal kişilik bozukluğu olarak kabul edilen bu kişiler, eşlerini kontrol etmek ve sindirmek için düzenli şiddet uyguluyorlar.
Genellikle gazetelerin üçüncü sayfalarındaki kadın cinayetleri veya ağır şiddetler bu kişiler üzerinden gelişiyor. Bu kişilerin etkili bir psikiyatrik veya psikolojik tedavisi de yok. Bunların şiddeti ile ancak güçlü bir kolluk kuvveti ve etkin bir hukuk sistemi sayesinde baş etmek mümkün. Bu kişileri sözle ikaz ederek, siyasi ve ahlaki söylevler vererek durdurmak mümkün değil.
Kadına yönelik şiddetin üçüncü şekli psikopat olmayan ama öfke kontrolü sağlayamayan kişiler üzerinden gelişiyor.
Bu kişiler öfkelendiklerinde freni patlayan bir kamyona dönüşüyorlar. Bu kişilerde öfke tedavileri ve şiddeti önleme eğitimleri işe yarayabiliyor.
Dördüncü tipte ise, şiddet kadın ve erkeğin sözlü kavga sürecinde itişip kakışmasıyla oluşuyor. Bu halde oluşan şiddeti azaltmak için ise, kamuoyuna yönelik farkındalık kampanyaları, evlilik güçlendirme eğitimleri ve aile desteği veren kurumsal yapıların arttırılması gerekiyor.
Sonuç olarak. bu memlekette kadına yönelik şiddeti destekleyen, hatta ciddiyetini önemsemeyen siyasal veya sosyal organizasyon yok. Kadına yönelik şiddeti önlemek istiyorsak, ailelerin ekonomik düzeyini arttırmaktan, şiddeti azaltacak sosyal politikalara kadar birçok alanda ince işçilik düzeyinde çalışmak gerekiyor.
[Sabah Perspektif, 6 Aralık 2014]