16 Ocak 2016… Kışın ortasında İran'a güneşli bir pencere açan gün olarak tarihe geçecek. Bilindiği üzere, ülkenin nükleer anlaşma ile o gün kavuştuğu özgürlükler, fırsatları kovalayan küresel ilgiyi de fişekleyerek kısa sürede milyarlarca dolarlık işbirliklerine imzaları attırıverdi. Tabii bu noktada, özellikle Batılı güçlerin anlaşmaya daha çok varkenden İran'da konuşlanıp durumları kolladıklarını da, ibret misali not etmek gerek. Bugün Avrupa başta olmak üzere pek çok ekonomi, gerek yoğun ve şehirleşmiş nüfusu gerekse çeşitlenmiş ekonomisiyle çekici buldukları bu pazarı değerlendirmek istiyor. Bu anlamda da, karşılıklı işbirliği arayışları son sürat devam ediyor.
Amma velakin ortada frene basan bir mesele var. Özellikle de canı İran pazarını çeken Avrupa için… Nedir derseniz, işin finans ayağındaki sıkıntılar diye özetleyebilirim. Sonra da diyebilirsiniz ki, hani yaptırımların kalkması İran'a finans sistemini açacaktı? Evet öyle, doğru… Ki zaten bu kazanım, İran ekonomisini ivmelendirecek dinamiklerin belki de en başında gelecekti. Lakin gelin görün ki, Uygulama Günü'nün üzerinden 4 ay geçmesine rağmen, işin bu tarafındaki gelişmeler pek gelişememiş görünüyor. Nitekim uluslararası pek çok banka, dünyanın koskoca 6 gücünün bahşettiği yaptırımsız İran'a içeriden ya da dışarıdan bulaşmaktan halen çekiniyor.
BU NE PERHİZ
Şimdi bu neden oluyor derseniz, büyük ölçüde ABD'nin katkısı ile olduğu ifade edilebilir. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyenlere ise cevap; ABD'nin, İran'a insan hakları ve terörizm gerekçeleriyle uyguladığı yaptırımların hala yürürlükte olması... Nükleer başka, bu başka… Hal böyle olunca da, geçerliliğini koruyan Amerikan yaptırımları, daha önce sütten ağzı yanmış Avrupalıları ceza yeme endişesiyle korkutuyor.İşte bunun ceremesini çeken İran da geçen ay sabrı taşmış bir şekilde ABD'yi göreve çağırdı. Dışişleri Bakanı Zarif'in bu bağlamda New York'ta demeye getirdiği şuydu: Anlaşmada altına imza attığınız haklarımızı teslim edin, komplike hale getirdiğiniz durumu milletlere izah edin ve netleştirin.
Bu ihtarın üzerine John Kerry'nin de, Zarif'e hak verip Mayıs ayında bu işi üzerine aldığına ve Avrupa ziyaretinde bankaları rahatlatmaya çalıştığına şahit olduk. Nükleer anlaşmanın İran'a verdiği hakları tasdikleyen Kerry, ayan beyan yasaklı İranlı aktörlerle iş yapılmadığı sürece Avrupalı kurumların özgür olduğunu hatırlattı.
Kerry bunu söyledi söylemesine ancak pek ikna edemedi. Nitekim hemen ardından uluslararası kurumlarca eleştiri oklarına tutulduğunu da gördük. Sen git Amerikan kurumlarını kısıtla ama Avrupalıları teşvik et! Üstelik İran ekonomisine ciddi ölçüde hâkim Devrim Muhafızları'na karşı sürekli ikaz ederken! Haliyle geçtiğimiz günlerde, "İran'a girmeyiz" sesleri bir kez daha Atlantik'in öteki kıyısına vurdu durdu.
İZİN VERDİK GİTTİ
Baktılar olmuyor, geçtiğimiz hafta bir ilgili gelişme daha yaşandı. ABD Dışişleri Bakanlığı, nükleer anlaşma sonrası İran'la iş yapma politikası üzerine bir açıklama yayınladı. Fransa, Almanya, İngiltere ve AB'nin de onayını taşıyan ortak bildiri, Avrupalı banka ve şirketlerin İran'dan çekinmemesi gerektiğini öğütlüyor. Yasalara uyulduğu takdirde uluslararası firmaların ve finans kurumlarının önünde durulmayacağını belirten demeç, Avrupa'yı yeni yükselen pazara girmeye teşvik ediyor."Buna da inanmazsınız, bizden günah gitti" edasındaki beyanat, öte yandan işin riskli taraflarını netleştirmek için firmaların devletlerine danışmasını da salık veriyor. Tabii bunu söyleyince de, endişeye bir kez daha mahal kalıyor. Açıklamanın sonunda ise, biz sizi salıyoruz ancak "İran'daki ortam sizin bileceğiniz iş" mealinde de bir ifade olduğunu ekleyeyim.
ORTAMI ÖĞRENMEK GEREK
Şimdi tam bu noktada, bize de düşen hisseler var. Nitekim İran ile iş yapmak isteyen firmalarımızın öncelikli olarak ele alması gereken hususlardan biri, ortama dair bilinçlenmek. Bu da, iş yapma dinamiklerine dair detayları öğrenmek anlamına geliyor. Ekonomik yapıdan kültüre kadar...Örneğin; İran'ın iş yapma kolaylığında neden gerilerde kalan bir ekonomi olduğunu düşünmek gerek. Ben bolca karşılaşılan bir açıklamasını söyleyeyim: Bizim hep şikâyet ettiğimiz bürokrasinin alasına sahip olmaları. Zira ülkede işlerin yavaş ilerlemesi, bir İran "normali"... İşler kaplumbağa misali yürürken öyle paniklemek ya da hiddetlenmek garip kaçar. Sonra mesela, İran'da bizim anladığımız anlamda bir özel sektör yapısı da yok. Birçok kurumun arkasından, Devrim Muhafızları ile Bonyad denen vakıflar çıkarsa şaşmamak gerek. Öte yandan, iş yapılacak bölgeler konusunda da, hem fırsatlar hem de riskler çerçevesinde seçici davranmak hiç fena olmaz.
Sadede gelecek olursam: İran'ın Türkiye'nin odaklanması gereken bir fırsat olduğunu daha önce defalarca yazdım. Bugün bu detaylara girmemin sebebi ise, ürkütmek değil, aksine eksik bilgileri indirgeyip daha başarılı işbirliklerine varma şansını artırmak… Dış ilişkiler bağlamında mütemadiyen gereksinimini yazıp çizdiğim etkin mekanizmaların, bu tür bilgilendirici, donatıcı, kanalize edici yaklaşımları içermesi gerekiyor. Ve işte İran da, bu anlamda yaşadığımız en canlı örnek olarak yanı başımızda duruveriyor.
[Yeni Şafak, 24 Mayıs 2016].