ABD seçmeni 5 Kasım tarihinde yeni başkanını seçerek sadece ülkelerinin kaderini belirlemeyecek, aynı zamanda dünya politikasını da şekillendirecek Amerikan dış politikasının da nasıl olacağına karar verecek. Yeni seçilecek başkanının işinin İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en fazla sayıda çatışma yaşayan dünyamızda çok da kolay olmayacağını söylemek gerek. Bu gerçeklikten yola çıkarak pek çok ABD'li uzman nasıl bir Amerikan dış politikası olmalı ve ABD'nin ulusal güvenlik meseleleri neler olmalı sorularına cevap arıyor.
ABD Başkan adayları Donald Trump ve Kamala Harris seçim kampanyalarında dış politika ve güvenlik yaklaşımlarının nasıl olacağı ile ilgili bazı ipuçları veriyorlar. Zaten Donald Trump bir önceki başkanlığı esnasında Kamala Harris de ABD Başkanı Joe Biden'ın yardımcılığı esnasında dış politika yaklaşımlarının aşağı yukarı neler olabileceğini göstermişti. Ancak dünyadaki çatışmaların ve savaşların sayısı, şiddeti ve etkisi arttıkça bugünün zorlukları ile mücadelede ABD'nin Amerikan Devrimi'nden bu yana dış politikasını şekillendiren dört güçlü siyasi gelenek tekrar dillendirilmeye başlandı. Walter Russel Mead tarafından kaleme alınan Amerika'nın kurucu babalarının ve üç başkanının adını taşıyan bu dört düşünce okulu Jacksoncu (Jacksonian), Jeffersoncu (Jefforsonian), Hamiltoncı (Hamiltonian) ve Wilsoncu (Wilsonian) Amerikan dış politikaları konuşulur oldu.
Her birinin odak noktası ve önceliği farklı bu dört düşünce okulundan Jacksoncu yaklaşımda askeri güç ve popülizm ön plana çıkarken iken izolasyonist yani yalnızcı bir dış politikayı tercih eden Jeffersoncu yaklaşımda demokrasi ön plana çıkıyor. Hamiltoncu yaklaşımın önceliği küresel ekonomik düzen ve serbest ticaret iken Wilsoncu yaklaşım liberal değerler ve özgürlükler ekseninde çok taraflı liberal düzeni önceliyor. Ancak bugünün zorlukları ile mücadeleyi eski dış politikalar ve onların enstrümanları ile gerçekleştirme arayışı istenilen başarılı sonucu ABD için doğurur mu? Bu önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Tabii sadece bu soru değil. Cevaplanmayı bekleyen başka sorular da var. ABD'nin dış politika öncelikleri nelerdir? Neler ABD ulusal güvenliğine tehdit? Bu tehditlerle mücadele yöntemi nedir? Uzun ve sürekli bir ABD dış ve güvenlik politikası mümkün mü? Bu sorulardan bazıları…
Donald Trump başkanlığının ilk döneminde Amerikan dış politikasında liberal uluslararasıcılık anlayışından uzaklaşan "Amerika önce" dış politika anlayışını benimsemişti. Daha önceki ABD yönetiminin imzaladığı çok taraflı Paris İklim Anlaşması'ndan, Pasifik ülkeleri ile imzaladığı mega serbest ticaret ve yatırım anlaşması olan Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması'ndan (TPP), 5+1 ülkeleri ile imzaladığı İran Nükleer Anlaşması'ndan (JCPOA) çekilmişti. Demokrasi, insan hakları vb. değerlerin ve çok taraflılığın öncelendiği liberal uluslararasıcılık -Wilsoncu yaklaşım- ve Hamiltoncu küresel liberal ekonomik düzen özellikle uluslararası ticareti teşvik eden ve serbest ticaretin ekonomik entegrasyonu sağlayarak barışı tesis edeceği görüşü Trump'ın dış politika tercihlerinde yer bulamadı. Trump döneminde Jacksoncu yaklaşımın daha kabul gördüğü ve bu yönde bir ABD dış politikasının gerçekleştirildiğini gördük. Buna göre milliyetçi popülist söylemi benimseyen ekonomik ilişkilerde Amerikan çıkarlarını önceleyen, bunu müttefiklerine bile ticarette getirdiği ek vergiler ve tarifelerle gösteren bir politikayı seçti. Trump ayrıca askeri olarak güçlü bir ABD ile sadece kendi çıkarlarını korumaya odaklanan bir dış politikayı benimsediğini çeşitli vesilelerle dile getirdi. Sadece Başkanlık yaptığı dönemde değil ikinci kez seçilmek için başkan adayı olduğu zamanda bile ABD'nin NATO müttefiklerini bile kendi üzerlerine düşen savunma katkı paylarını istenilen düzeye çıkarmazlarsa Rusya karşısında korumayacağını açıklayarak İkinci Dünya Savaşı sonrası kolektif savunma örgütü olarak kurulan NATO'nun değerleri ve kuruluş amacına ters düşen bir politikayı tercih ettiğini gösterdi.
Savaşların sona erdirilmesinde ve çıkmasının önlenmesinde askeri ve liderlik olarak güçlü bir ABD ile gerçekleştirilebileceği kanaatinde olan Trump kendisi Başkan olarak kalsaydı ne Rusya-Ukrayna Savaşı'nın ne de İsrail-Hamas Savaşı'nın olmayacağını iddia ediyor. Bu iddia ile mevcut ABD Başkanı Joe Biden'ı zayıf bir lider olmakla eleştiriyor ve Demokratların adayı Kamala Harris'in Biden'ın dış politikasını sürdürerek Üçüncü Dünya Savaşı çıkaracağı iddiasında bulunuyor. Trump Orta Doğu politikasında Wilsoncu ahlaki-demokrasi ve insan hakları gibi ABD değerlerini bölgede yayma yaklaşımı yerine ABD Başkanı olarak güçlü liderliği, askeri olarak güçlü bir ABD ve bölgedeki müttefiklerini askeri olarak güçlendirerek istikrarı ve barışı sağlayabileceğine inanıyor.
Diğer ABD Başkan adayı Kamala Harris ise Trump'a kıyasla dış politika konusunda çok daha deneyimsiz bir aday. Ancak mevcut ABD Başkanı Joe Biden'ın politikalarını devam ettireceği yönünde ağırlıklı bir görüş var. Ayrıca dış politika danışmanlarının başta Philip Gordon olmak üzere önceki ve mevcut söylemlerinden Harris'in nasıl bir Amerikan dış politikası benimseyeceğini öngörebilmek mümkün. Biden yönetimi Afganistan'dan çekilme kararı ile ABD'nin maliyetli sonsuz savaşlarına ve terörle mücadele yöntemlerine son veren Jeffersoncu bir dış politika yaklaşımı ortaya koymuştu. İsrail-Hamas Savaşı'nda ABD'nin ateşkes çabaları bir sonuca varamazsa daha geniş kapsamlı bir savaşa müdahil olma riskini barındıran durumdan ötürü izolasyonist/yalnızcılık tercih eden Jeffersoncu yaklaşımın dış politikasında yer almayacağını öngörebiliriz. Her ne kadar Kamala Harris İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'yu İsrail-Hamas Savaşı'nda sivilleri katletmesinden ötürü eleştiren tavır içinde olsa da İsrail'e desteğin sevse de sevmese de devam edeceği, bu yüzden de insan haklarını, değerleri ve ahlakı ön planda tutan Wilsoncu anlayışın dış politikasında yer almama ihtimali var. Ayrıca Harris'in Jeffersoncu yani ABD'yi dış müdahalelerden tamamen çekecek dış politika üretmeye istekli olmadığını Ukrayna'ya silah desteği sağlama politikasını devam ettireceği açıklamalardan anlıyoruz. Biden yönetimi tarafından "Amerika geri döndü" sloganı ile ifade edilen çok taraflılığı önceleyen dış politikanın ABD'nin güçlü NATO desteği ile Rusya tehdidine karşı Avrupa'daki müttefiklerinin yanında olacağı bir politikanın Harris ile devam edeceğini söyleyebiliriz.
Her iki başkan adayının da "ulusal güvenlik tehdidi" tanımlamalarında süregelen bazı farklılıklar bize tamamıyla üzerinde mutabakata varılmış ulusal güvenliğe tehdit algısının ve önceliğinin olmadığını gösteriyor. Hepsinden önemlisi de Amerikan dış politikasında net bir yaklaşımın söz konusu olmadığını görüyoruz. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında gidip gelen seçimler de Amerikan dış politikasında bazı konularda her ne kadar süreklilik sağlanabiliyor olsa da pek çok konuda uzun vadeli ve sürdürülebilir bir dış politika görmek mümkün olmuyor. Bu durum başta Amerika'nın müttefikleri olmak üzere Amerikan dış politikası ile ilgili nasıl bir yaklaşım benimseneceği ve müttefikleri ile ilişkisinin nereye evrileceği gibi soruların sorulduğu öngörülemeyen bir durumla karşı karşıya kalmamıza neden oluyor. 5 Kasım'da hangi aday ABD Başkanı seçilirse seçilsin ABD'nin bu çok kutuplu dünyada tek büyük güç olmadığı ve çeşitli gruplaşmaların ABD'nin kurduğu ve başını çektiği uluslararası düzen ve kurumlara alternatif ürettiği dönemde bu uzun vadeli ve sürekliliği olan öngörülebilen Amerikan dış politikası eksikliği ABD için bir zafiyete neden olabileceği gibi ABD ve müttefikleri arasındaki ilişkisini de yansımaları olacaktır.
[Sabah, 26 Ekim 2024]