Türkiye, Asya-Afrika-Avrupa kıtaları arasındaki konumu nedeniyle önemli bir kavşak noktası. Türkiye’nin toplam kara sınırı uzunluğu 2 bin 753 kilometre. Türkiye, güneyinde bulunan Suriye ile 911 kilometre olan en uzun kara sınırına sahip. Bu uzunluk, Türkiye sınırının üçte birine karşılık geliyor. Bununla beraber İran’la 560, Irak’la da 384 kilometre sınırı var.
Türkiye’nin sınır güvenliğinden sorumlu kurumlar ise çok çeşitli. Türkiye’de kara sınırlarının güvenliğinden Kara Kuvvetleri Komutanlığı sorumlu. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın sorumluluğu, 1. Derece Askeri Yasak Bölge olarak sayılan 600 metrelik sınır şeridiyle sınırlı. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın da (MİT) sınır ötesi operasyon yapma, istihbarat toplama yetkisi gibi sınırlarda kontrol sorumluluğu var. Sınır kapılarından araç ve eşya geçişlerinde Gümrük Bakanlığı, insanların giriş-çıkışlarında Emniyet Genel Müdürlüğü sorumlu. Tarım Bakanlığı da veterinerlik ve gıda güvenliği açısından sınırlarda sorumluluk sahibi. Sınır idaresinden sorumlu koordinatör makam ise İçişleri Bakanlığı’na bağlı sınır illerindeki kaymakamlar ve valiler.
Türkiye, bu çok başlılığa karşı, bütün sınırlarını kapsamlı bir stratejiyle tek bir kurumun altında toplamak amacıyla 2003 yılında ‘Entegre Sınır Yönetim Sistemi’ projesini başlatmıştı. Avrupa Birliği (AB) fonuyla desteklenen bu projeye göre, İçişleri Bakanlığı’na bağlı, başında sivil bir valinin görev yapacağı, 70 bin personelli Sınır Muhafaza Genel Müdürlüğü kurulacaktı. Bütün sınır güvenliğinden bu sivil kurum sorumlu olacaktı. Ancak 2018 yılında tamamlanması hedeflenen proje, Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle şimdilik rafa kalktı. Peki Türkiye şu an sınır güvenliği sistemleri konusunda ne konumda ve nasıl bir politika izliyor?
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Güvenlik Araştırmaları Direktörü Doç. Dr. Murat Yeşiltaş, Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak için son yıllarda teknoloji yoğun bir politika izlediğini belirtiyor. Yeşiltaş şunları söylüyor: “Özellikle Suriye iç savaşının neden olduğu olumsuz koşullar, Türkiye’nin daha önce sahip olduğu sınır güvenliği anlayışında köklü bir değişime gitmesini zorunlu kılmıştı. Terör, yabancı savaşçılar, yasa dışı göç ve yasa dışı mal akışları gibi Suriye iç savaşının tüm olumsuz sonuçları, Türkiye’nin özellikle 911 km’lik Suriye sınırı boyunca son beş yılda hissedildi. Bu kapsamda Türkiye, sınır güvenliğini sağlayabilecek mekanizmaları hızla devreye sokarak çok katmanlı bir sınır güvenliği anlayışı benimsedi.”
“TÜRKİYE DE EN UZUN SINIR DUVARINA SAHİP OLACAK”
Yeşiltaş, Türkiye’nin çok katmanlı sınır güvenliği anlayışının ilkini Suriye sınırı boyunca fiziki sınır güvenliği önlemlerinin artırılması olarak gösteriyor. Yeşiltaş, “İlk olarak üç metre yüksekliğinde, taşınabilir duvarlar yerleştirilerek yasa dışı tüm geçişler engellenmeye çalışıldı. Hali hazırda 911 km’lik Suriye sınırı boyunca 400 km’ye yakın duvar engeli tamamlandı. Geriye kalan kısmın ise 2018 sonunda tamamlanması planlanıyor. Böylece Türkiye, en uzun sınır duvarına sahip olan ülkeler arasına girmiş olacak. Buna ilave olarak duvarın Türkiye tarafında, kara araçlarının devriye gezmesine ve gözetlemesine imkân tanıyacak bir yol inşa edildi. İnşa edilen duvar boyunca gözetleme kulelerinin sayısının eski sisteme göre yer yer iki katına kadar çıktığı görülüyor” diyor. Murat Yeşiltaş, sınır güvenliğinin ikinci katmanının ise teknoloji merkezli gözetleme, koruma ve müdahale mekanizmalarından oluştuğunu söylüyor. Bu kapsamda hareketli kara ve hava araçlarının, sabit gözetleme araçlarının hem gözetleme hem de acil müdahale durumlarında kullanıldığını belirten Yeşiltaş, İHA’lar ve zeplinlerin bunlar arasında en sık ve yoğun kullanılan sistemler olduğunu ifade ediyor.
“SINIR GÜVENLİĞİ BİRİMİ ŞART”
Peki Türkiye, yetişmiş personel, kullandığı askeri teknoloji ve askeri kabiliyeti anlamında ne durumda? Bu konuda Murat Yeşiltaş, Türkiye’nin teknolojik devrimi ve gerekli yatırımı geç yaptığını belirtiyor. Türkiye’nin Suriye savaşından önce Avrupa Birliği (AB) entegre sınır politikaları ve uygulamaları bağlamında oluşturulan Frontex kapsamında politikalarını belirlediğini ifade eden Yeşiltaş, “Türkiye, Suriye ve Irak’tan kaynaklı sorunlar nedeniyle Sınır Güvenliği Birimi (SGB) oluşturma projesini rafa kaldırdı. SGB, Türkiye’nin bütün sınırlarını kapsamlı bir stratejiyle tek bir kurumun altında toplamayı öngörüyordu. Böylece uygulamaya geçeceği yıldan itibaren 15 yıl içinde Türkiye’nin özellikle kara sınırları, TSK’nın denetiminden, 60 bin kişiden oluşacak SGB’ye devredilecekti. Türkiye’nin böylesi bir birimi kurması, sınır güvenliğinin daha profesyonel bir şekilde sağlanmasını mümkün hale getirebilir” diyor.
Murat Yeşiltaş, Türkiye’nin sınır güvenliğinde kullandığı teknolojilerin çevre ülkelere kıyasla ileri bir seviyede olduğunu belirtiyor. Fakat Yeşiltaş, mevcut sınır güvenliği teknolojileri açısından Türkiye’nin kendisini geliştirmesi gerektiğini de ekliyor. Sınır güvenliğine yönelik yapılan yatırımla beraber yetişmiş personel gücüne daha fazla ihtiyaç duyulacağını belirten Yeşiltaş, Türkiye’nin askeri kabiliyetinin ise yeni dönemde gelişmekte olduğunu söylüyor: “Tehditlerin niteliği değiştikçe TSK da bu değişen niteliğe adaptasyon sağlamaya çalışıyor.”
“TÜRKİYE’NİN SINIRLARINDA İSTİKRARSIZ KOMŞULAR VAR”
Türkiye’nin sınır güvenliğinde kullandığı sistemleri diğer ülkelerle kıyaslayan Yeşiltaş, “Türkiye ihtiyacı olan teknolojinin yaklaşık yüzde 80’ini yerli firmalar aracılığıyla karşılayabilecek kapasiteye sahiptir. Burada savunma sanayiinde son yıllardaki yükseliş ve çeşitlenmenin büyük etkisi vardır” diyor. Türkiye’nin uluslararası alanda sınır güvenliğini korumada nasıl bir güce ve caydırıcılığa sahip olduğu sorusunu ise Yeşiltaş şöyle yanıtlıyor: “Türkiye sınırlarının en önemli özelliği, çok sayıda istikrarsız komşudan oluşması. Öte yandan coğrafi olarak birbirinden farklılaşan sınırlara sahip. Bu bağlamda ayrıca her bir sınır, farklı jeopolitik ve güvenlik pratiklerinin etkileşim alanında yer alıyor. Günümüzde Türkiye’nin sınırlarına yönelik tehditler düşünüldüğünde, sınır güvenliğini sorunsuz bir biçimde sağlamak her zaman çok mümkün değil. Fakat Türkiye bütün bunlara rağmen sınırlarının güvenliği konusunda önemli bir kapasiteye sahip. Bu kapasite ve sınır güvenliğine yönelik farkındalık, Türkiye’nin caydırıcılığını beraberinde getiriyor.”
“YENİ KONSEPTLER MODÜLER YAPIDA OLMALI”
Murat Yeşiltaş, önümüzdeki yıllarda savaşın karakterinde önemli bir değişim yaşanacağını söylüyor. Yeşiltaş, “Artık harp sahası son derece kompleks bir bağlamda şekilleniyor. Konvansiyonel tehditler hâlâ varlığını korusa da konvansiyonel olmayan, düzensiz ve asimetrik tehditler devlet aktörlerini daha fazla riske ediyor. Bu nedenle yeni ordu konseptleri modüler bir yapıda kurgulanmak zorunda. Teknoloji, asker sayısından daha önemli. Türkiye bu ikisini de yapmak zorunda olan bir ülke. Bu nedenle teknolojik düzeyde savunma sanayiinin askeri projelerin geliştirilmesinde hayati bir önemi var” diyor.
Dünyadaki sınır güvenliği anlayışının nasıl bir dönüşüm geçirdiğini anlatan Yeşiltaş şunları ifade ediyor: “Aslında küreselleşmenin sınırları anlamsızlaştırdığı iddia edildi. Ne var ki 11 Eylül sonrası güvenlik merkezli yaşanan paradigma değişimi, sınır güvenliğine yönelik her şeyi farklılaştırdı. Bir taraftan devletler geleneksel sınırlarını korumaya ve yasa dışı tüm akışı kontrol etmeye ya da engellemeye dönük teknolojiler geliştirirken, diğer taraftan gözetleme ve denetleme gibi mikro teknolojiler ile bütün sınırlarını koruma altına alıyor. Bir başka konu ise özellikle çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bölgelerde sınır güvenliğinin ulusal güvenliğin ayrılmaz bir parçası haline gelmesi.”
“TÜRKİYE SINIRLARINDA ASKERİ BİRLİKLE FİZİKİ TEMAS ŞART”
SETA’dan güvenlik uzmanı Dr. Merve Seren ise her ülkenin coğrafi konumlanışı ve jeopolitik öneminin sınır güvenlik seviyesini belirlediğini söylüyor. Seren, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin sınır güvenliği yaklaşımını şöyle anlatıyor: “AB ittifakı içerisinde yer alan ülkelerin mutabakatı, Avrupa coğrafyasının sınırlarının korunmasına dönük olup, Schengen uygulaması nezdinde birbirlerinin vatandaşlarına serbest geçiş hakkı tanıyor. Öte yandan AB’nin Schengen serbest dolaşım bölgesinin güvenliğini korumaya yönelik politikası; terör, fuhuş, göçmen kaçakçılığı, insan ticareti, uyuşturucu ve psikoter maddeler, tarihi eser, silah kaçakçılığı gibi farklı parametreleri içeriyor. Avrupa’nın kuzey cenahında sadece sınır devriyeleriyle tesis edilen, göçmen ve kaçakçılığın önlenmesine yönelik tasarlanan hudut güvenliği, Türkiye gibi ülkelerin hudutlarını fiziki temas yoluyla askeri birlikleri marifetiyle korumasını gerektiriyor.”
Merve Seren, hudut güvenliğinin sağlanmasında ülkelerin gelişmişlik düzeyi ve teknolojiye erişimlerinin de dikkate alınması gerektiğini belirtiyor. Türkiye’nin, sınırlarını hem insan hem de teknoloji odaklı çözümlerle korumaya çalıştığını söyleyen Seren, “Modern gözetleme vasıtalarının envantere dahil edilmesi ve etkinlikle kullanılmaya başlanması uzun bir süreci gerektirdiğinden, teknolojinin hudutlarımızda kullanılması nispeten yavaş bir seyir izlemekte. Ancak Türkiye’nin sınır güvenliği tesisinde etkinliği irdelenirse; Türkiye’nin hudutlarının sarp, ağaçlık ve dağınık meskûnlarla çevrilmiş olması nedeniyle güvenliğinin sağlanmasının sıkıntıları olduğu da bir gerçek. Özellikle Irak hududunun coğrafi koşulları yasa dışı geçişleri ve bölücü örgütün terör eylemlerini mümkün kılmakta. Keza hududun diğer tarafında alınmış güvenlik tedbirlerinin niteliği ve insan-teknoloji bağlamında niceliği de güvenliğin sağlanmasında önemli bir faktör. Türkiye’nin Ermenistan sınırının Rusya Federasyonu tarafından korunduğu dikkate alındığında, nispeten güvenliğinin sağlanması mümkünken aynı şey Irak-Suriye ve kıyılarımızın güvenliği için söylenemez” ifadelerini kullanıyor.
“GELECEĞİN ORDULARI ‘GÖRÜNMEZ’ OLACAK”
Yoğun teknoloji ürün yelpazesinin sürekli değiştiğini belirten Seren, risk ve tehdit haritasının çıkartılması gerektiğini, devlet dışı aktörlerle hasmane tutum sergileyen ülkelerin imkân ve kabiliyetlerine, askeri ve ekonomik güçlerine göre bir planlama yapmak gerektiğini söylüyor. Seren, “Eğer karşınızda gelişmiş füze teknolojisine haiz bir tehdit varsa; siz de hava ve füze savunma sistemlerinizi ve bununla doğrudan bağlantılı olarak radar sistemlerinizi güçlü kılmak zorundasınız. Ancak hava tehdidini bertaraf etmek için bir tek füze savunması yeterli değil. Savaş uçakları, arama-kurtarma ve ağır yük helikopterleri, taktik ve stratejik sınıf insansız hava araçları, yüksek irtifa gözetleme balonları gibi tüm unsurlar birliktelik sergilemelidir. Örneğin ASELSAN-OTONOM işbirliğinde üretilen ‘Küresel’ ve ‘Su Damlası’ isimlerini taşıyan iki farklı modeldeki yerli gözetleme balonları, Türkiye’nin iç ve hudut güvenliğinin sağlanmasına büyük katkı sunacaklardır” diyor.
[Türkiye’de İktidar Dergisi, Sayı 18 (2017 Haziran)].