Geçen hafta Avrupa BirliÄŸi’ne (AB) üye ülkelerde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde öne çıkan iki geliÅŸme AB’nin geleceÄŸini önemli oranda etkileyecek bir tartışmaya iÅŸaret ediyor. Bunlardan birincisi, seçim sonuçlarında da görüldüÄŸü gibi, aşırı saÄŸ veya AB karşıtı partilerin önemli bir baÅŸarı göstererek Avrupa Parlamentosu’nda çok sayıda sandalye elde etmeleridir. Ä°kincisi ise seçimler öncesinde baÅŸlayan Avrupa Komisyonu baÅŸkanının kim olacağı tartışmasının seçimlerin sonrasında da aynı heyecan ve gerginlikle yürütülmesidir. Bunlardan ilki Avrupa’da entegrasyon çabalarına ciddi darbe vuran bir geliÅŸme olarak karşımıza çıkarken, ikinci tartışma aynı anda Avrupa BirliÄŸi’ni federatif bir yapıya dönüÅŸtürmek isteyen kesimlerin ileri bir adımı olarak tezahür etmektedir.
PARLAMENTO-KONSEY İKİLİĞİ
Ä°kinci tartışmanın analizinden baÅŸlayalım: Son seçimlerle birlikte Avrupa Parlamentosu’na çok sayıda AB karşıtı girmiÅŸ olsa da, hükümet temsilcilerinin yer aldığı Konseyler (Devlet/Hükümet BaÅŸkanları Konseyi ve Bakanlar Konseyi) ile karşılaÅŸtırıldığında Avrupa BirliÄŸi’nin bütünleÅŸme düzeyi yüksek federatif bir yapıya dönüÅŸtürülmesini isteyenlerin çok daha fazla olduÄŸu bir organdır Avrupa Parlamentosu. Parlamentonun yetkilerinin artırılmasına yönelik her adım ise AB’nin “ulusüstü/hükümetlerüstü” karakterini artıran, dolayısıyla da federatif yönünü kuvvetlendiren bir geliÅŸmedir. Seçimler öncesinde Avrupa Parlamentosu’nda grupları olan partilerin Avrupa Komisyonu baÅŸkanlığı için adaylar göstermeleri Parlamentonun etkinliÄŸini artırma yönündeki çabalarının önemli bir adımı olarak görüldü. Avrupa Parlamentosu, federal devletlerdeki baÅŸbakanlığa eÅŸdeÄŸer bir pozisyon olarak tanımlanabilecek olan Avrupa Komisyonu BaÅŸkanlığı makamına kimin getirileceÄŸine kendisi karar vermek istiyor.
Bunun Avrupa BirliÄŸi’nin çıkarlarını daha çok yansıtan bir organ olan Parlamentonun, üye ülke hükümetlerinin çıkarlarını daha çok gözeten Konseylere bir meydan okuması olarak deÄŸerlendirilmesi mümkündür. Çünkü AB’de bu zamana kadarki geleneksel uygulama, komisyon baÅŸkanının Avrupa Konseyi (Devlet/Hükümet BaÅŸkanları Konseyi) tarafından belirlenmesi ÅŸeklindeydi. Avrupa Konseyi bu atamayı yaparken, belirlediÄŸi kiÅŸinin parlamentonun onayından geçmesi gerektiÄŸini bilerek hareket ediyordu, ancak sonuçta Avrupa Konseyi’nin iÅŸaret ettiÄŸi kiÅŸi parlamentonun da onayıyla komisyon baÅŸkanı olarak göreve baÅŸlıyordu. Lizbon AnlaÅŸması ile getirilen “Avrupa Konseyi’nin parlamentoya komisyon baÅŸkanını önerirken seçim sonuçlarını da dikkate alacağı” ÅŸeklindeki düzenleme ise parlamentoya konseyler karşısında bu meydan okumayı gerçekleÅŸtirme ÅŸansı veriyor. Åžimdi parlamento bu düzenlemeden aldığı güçle, seçim öncesinde belirlediÄŸi isimlerden en fazla oy alan grubun adayını Avrupa Konseyi’ne dayatmaya çalışmaktadır. Seçimler öncesinde Avrupa Halk Partileri (EPP) ile Avrupa Sosyal Demokratları (S&D)’nın adayları olan Jean-Claude Juncker ve Martin Schulz’un televizyon programlarında boy göstererek normal devletlerdeki baÅŸbakanlık adayları gibi seçim kampanyaları yürütmeleri Avrupa Konseyi üzerinde kurulmak istenen baskının açık göstergesiydi. Seçimlerden sonra Avrupa Parlamentosu baÅŸkanlığının bu baskıyı devam ettirdiÄŸi ve en fazla oyu alan EPP adayı Juncker’in komisyon baÅŸkanı olması konusunda ısrarcı olduÄŸu görülmektedir.
Ä°ngiltere