Bulgaristan’ın Avrupa Birliği dönem başkanı olması dolayısıyla Varna’da gerçekleştirilen Türkiye-AB zirvesi, her iki taraf açısından da önemli bir gelişmeye işaret ediyor. Ankara ile bazı Avrupa başkentleri arasında ciddi sorunların yaşandığı bir dönemde en üst düzeyde katılımla bu zirvenin gerçekleştirilmiş olması hem Türkiye hem de AB’nin aralarındaki ilişkiyi önemsediğini gösteriyor.
Fakat bu zirveyle Türkiye-AB ilişkilerindeki sorunların ortadan kalkacağını beklemek iyimserlik olur. Hemen zirve öncesinde Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’dan gelen Türkiye ile üyelik müzakerelerinin sonlandırılması talebi bunun açık göstergesi.
Avusturya’dan gelen bu açıklamalar Türkiye ile AB arasındaki temel sorunu da ortaya koyuyor aslında. AB liderleri Donald Tusk (Avrupa Konseyi Başkanı) ile Jean-Claude Juncker (Avrupa Komisyonu Başkanı) Cumhurbaşkanı Erdoğan ile müzakere ederken bütün AB adına konuşamıyorlar.
Türkiye ile son dönemde yaşanan gerginliklerden de bağımsız olarak, Avrupa’da Türkiye’nin AB üyeliğini savunanlar da var, kategorik olarak reddedenler de. İşte bu yüzden Türkiye ile müzakere eden AB liderleri, 1963 (Ankara Anlaşması), 1999 (Türkiye’nin adaylık sürecinin başlaması) ve 2005 (katılım müzakerelerinin resmen başlaması) tarihlerinde AB’nin verdiği sözlerle Türkiye’nin üyeliğini kategorik olarak reddedenler arasında sıkışıp kalıyorlar.
Türkiye’nin üyeliğini özellikle kültürel/dinî gerekçelerle reddeden kesimlerle bu konuda hesaplaşma gününün gelmemesi için de Ankara’nın önüne sürekli engeller çıkarıp katılım müzakerelerinin başarıyla tamamlanmasını engellemeye çalışıyorlar.
Hangi konularda Türkiye’nin önüne engeller çıkarıyorlar?
Demokrasi, insan hakları, Kıbrıs, Yunanistan’la ilişkiler, Zeytin Dalı Harekâtı…
Türkiye’de demokrasiye yönelik en ağır saldırı olan 15 Temmuz darbe girişimi sırasında meşru hükûmete destek vermek yerine, darbecilere destek veren bir politika izlemelerine rağmen hâlâ Ankara’ya demokrasi dersi vermeye kalkıyorlar.
Ülkelerine kaçan darbecilere kucak açıp Türkiye’ye karşı yeni saldırılar için örgütlenmeleri için her türlü imkânı sağlamalarına rağmen, hâlâ Türkiye’ye insan hakları konusunda ders vermeye devam ediyorlar. Bu noktada, bazı AB ülkelerinin kimi şehirlerde Müslümanların yabancı düşmanlarının saldırıları nedeniyle sokağa çıkmaya korktuklarını da hatırlayalım.
Kıbrıs Sorunu’nun çözümü konusunda BM tarafından hazırlanan Annan Planı konusunda 2004’te yapılan referandumda “hayır” diyerek çözüme karşı çıkan Rumları, referandumdan bir hafta sonra AB üyesi yapıp ödüllendirerek sorunu çözümsüz hâle getiren kendileri değilmiş gibi, Türkiye’nin Kıbrıs’ın doğal kaynaklarında adada yaşayan Türklerin de hakkı olduğu teziyle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek başına izin verdiği doğalgaz arama faaliyetlerini engellemesinden rahatsız oluyorlar.
Yunanistan’ın Türkiye’ye iade etmeyi reddettiği darbeci askerler konusunda bir şey söylemiyorlar, ancak illegal bir şekilde Türkiye topraklarına giren Yunan askerlerin tutukluluğuna itiraz ediyorlar.
Bir yandan PKK’yı terör örgütü olarak tanıyıp teröre karşı ortak hareket edilmesi çağrısı yapıyorlar, diğer yandan ise Türkiye’nin terörle mücadele çerçevesinde Suriye’deki PKK/YPG hedeflerine yönelik operasyonlarına karşı çıkıyorlar.
Bir yandan kendi ülkelerine mülteci gelmesini engellemek istiyorlar, diğer yandan Türkiye’nin Suriye’de daha fazla insanın mülteci konumuna düşmemesi ve mevcut mültecilerin ülkelerine geri dönmeleri için yürüttüğü faaliyetlere karşı çıkıyorlar. Mültecilerin Türkiye’de kalması için vermeyi vadettikleri desteği vermemek için ipe un sermeye devam ettiklerini de hatırlayalım.
Bir yandan Türkiye’nin iç meselelerinin Avrupa topraklarına taşınmasını istemediklerini söylüyorlar, diğer yandan, 16 Nisan Referandumu örneğinde görüldüğü gibi, her fırsatta Türkiye’nin içişlerine karışmaktan geri durmuyorlar.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan Varna’da bu AB’nin liderleriyle görüştü.
Belki de, AB içerisindeki birçok kesimi rahatsız edecek şekilde, AB üyeliğinin Türkiye’nin stratejik hedeflerinden biri olduğunu söyledi.
Türkiye’nin AB’den, terör konusunda “dayanışma”, Kıbrıs konusunda “tarafsızlık”, demokrasi, insan hakları ve mülteciler konusunda “samimiyet”, Türkiye’ye yönelik tehditler konusunda “müttefiklik ruhuna uygun davranış” ve Türkiye’nin egemenliğine “saygı” beklediğini bir kez daha ifade etti.
[Türkiye, 28 Mart 2018]