Küresel ekonomide yaşanan keskin rekabet ve uluslararası mücadele, sadece uygulanan somut politika tercihleri üzerinden değil; aynı zamanda farklı yönetişim yaklaşımları ve paradigmaları arasındaki ayrışmalar üzerinden de yürüyor. Makroekonomik yönetişim ve kalkınma politikaları bağlamında neoklasik iktisattan beslenen konvansiyonel (ortodoks) yaklaşımlar ile kurumsal iktisat ve içsel büyüme yaklaşımı gibi heterodoks anlayışlardan beslenen yeni nesil yaklaşımlar arasında kesif bir mücadele tam gaz sürüyor. Ulusal karar alıcılar ise, bu yaklaşımlardan çıkar tanımlamalarına uygun düştüğünü düşündüklerine dönemsel olarak ağırlık veriyorlar.
Küresel ekonomik kriz sonrasında gerek merkez bankacılığında gerekse genel olarak ekonomik yönetişim alanında büyüme, istihdam ve proaktif regülasyon stratejilerini önceleyen neo-Keynezyen yaklaşımlar giderek güç kazandı. Ancak 1980'lerden bu yana sıkı bir düşünce ve uygulama tekeli kurmuş olan neoklasik/neoliberal direncin kırılması pek de kolay değil. Türkiye'de Merkez Bankası, para politikası, enflasyon ve kurlar etrafında süre giden tartışmayı global/paradigmatik bir tartışmanın bizdeki izdüşümü olarak okumak mümkün.
Bu tartışmanın bir tarafında standart neoklasik/ neoliberal argümanlara dayanarak buyurgan, seçkinci ve kibirli bir 'serbest piyasa ideolojisi' savunusu yapan; yıpranmış politika çerçevesini 'hakikat' olarak sunmaya çalışan; büyük sermaye ile dirsek temasındaki organik entelektüeller bulunuyor. Farklı düşünce kuruluşlarında, finans-menkul kıymetler sektörlerinde, ana akım medyada ve akademyada baskın pozisyonlar işgal eden bu grup, "Serbest piyasa ekonomilerinde merkez bankaları kalkınmacı olamazlar" deyip standart neoliberal önermeleri tekrarlamakta; itiraz edenleri ise "Mickey Mouse iktisatçıları" olarak tahkir etmekte.
SIRA DIŞI ADIMLAR
Yine ekonomi ders kitaplarındaki "Merkez bankalarının belirsizlik ortamında sisli denizlerdeki fenerler ve sis çanları gibi ekonomik aktörlere yön gösteren referanslar oldukları" fikri tekrarlanmakta. Ancak 'sis çanı' görevinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çok farklı siyasi, hukuki ve ekonomik bağlamlar ile piyasa yapıları eşliğinde yapıldığından pek bahseden yok. Ayrıca başta Amerikan Merkez Bankası (FED), Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Japonya Merkez Bankası (BOJ) olmak üzere önde gelen merkez bankalarının kriz dönemlerinde ekonomik büyüme ve istihdam önceliklerini korumak üzere neoliberal politika çerçevesini nasıl çiğnedikleri de es geçiliyor. Küresel kriz ortamında gelişmekte olan piyasalar sıkı para politikasına mahkum edilirlerken FED'in doların küresel rezerv para birimi olmasından yararlanıp nasıl trilyon dolarlara varan parasal genişleme programları başlattığı; bu arada ABD'nin kredi notunun derecelendirme kuruluşları tarafından neden düşürülemediğinden söz eden yok. ECB'nin kriz sonrasında büyümeyi desteklemek için uzun vadeli ve zayıf teminatlı kredi programlarını nasıl başlattığı; ya da BOJ'ın 2014 yılında hükümetle eşgüdüm içinde Japon yenini yüzde 15 devalüe edip ihracat ve büyümeyi canlandırmak için nasıl devreye girdiğinden dem vuran çıkmıyor.
Oysa bu örnekler sıra dışı zamanlarda standart yönetim kalıplarının dışına çıkan sıra dışı adımları yansıtıyor.
KALKINMACI YÖNETİŞİM PARADİGMASI
İşte bu yüzden tartışmanın diğer tarafında olan ve üretime dayalı, istihdam dostu ekonomik büyümeyi, reel sektörü, bütünleşik sanayi-teknoloji politikalarını, yükseköğretim reformunu ve bilgi ekonomisine geçişi önceleyen 'kalkınmacı yönetişim paradigması'na geçişi savunan kesimlerin daha cesur olmaları gerekiyor. Organik entelektüellerimize göre dünya ekonomisindeki aktörler, ders kitaplarındaki parmak çocuk slaytlarına ve ideal politika çerçevelerine uygun davranıyorlar ve "Bunu bilenler biliyor". Oysa "Güçlü olan, istisna yapabilendir" prensibi sadece uluslararası siyasette değil; küresel ekonomide de aynen geçerliliğini koruyor.
İşte tam da bu yüzden Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın ders notu edasındaki 130 slaytlık sunumunun telaşla online olarak yayınlanması, Babacan-Başçı ikilisini Cumhurbaşkanı ve Hükümetin büyüme-odaklı pozisyonundan ayrıştırmak isteyen çevrelere malzeme vermek dışında pek bir hayra hizmet etmiyor. Zira sunumda ekonominin büyüme problemlerine değinilip "dostlar alışverişte görsün" kabilinden dahi çözüm ipuçları sunulmazken hep "olmazların neden olamadığı" anlatılıyor.
Anlaşılan o ki, neoliberal ve kalkınmacı makroekonomik yönetişim çerçeveleri arasındaki tartışma daha epey sürecek, ama bu arada kamuoyu ile iletişim meselesinin daha iyi yönetilmesi gerekiyor.
[Sabah Perspektif, 21 Mart 2015]