Türkiye'de siyaset kurumu 90'lı yıllarda ciddi anlamda itibarsızlaşmıştı. Siyaset deyince insanların aklına çözüm mekanizması değil sorunun ta kendisi geliyordu.
Bitip tükenmek bilmeyen koalisyon pazarlıkları, parti liderlerinin şahsi ikballeri ve kaprisleri nedeniyle yıkılan hükümetler, meclis kavgaları, ağıza alınmayacak hakaretler, yolsuzluk ve iş takipçiliği iddiaları... Siyasetçi ülkeyi yönetecek olgun, dürüst, becerikli, ahlaklı insan değil hırsız, arsız, sahtekar, tekinsiz birisiydi.
Şüphesiz böyle bir imajın oluşmasında birinci sorumluluk siyasetçiye ait. Yolsuzluk deyince hepimizin aklına gelen
İSKİ skandalının başrolünde başkası değil fakat siyasiler vardı. Dönemin
CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediye yönetimi cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğuna imza attı. Evet, birinci sorumlu siyasetçi değil ancak 90'ların Türkiye'sinde işini düzgün yapmayan tek kurum da siyaset değildi.
Ancak siyasetçi bir nevi günah keçisine dönmüştü. Gazeteler
televizyonlar devamlı siyasetçi ile alakalı
olumsuzlukları gündeme taşırdı. Allah
için siyaset kurumunda gündem olacak
olumsuzluk boldu lakin medyanın diğer
sorunları gündeme getirmezken sadece
siyaset kaynakları sorunları üstelik
oldukça abartarak gündeme getirmesi
de meselenin bir başka yönü.
Siyasetçiler askerden devamlı siyaseten dayak yerken medya da sivil siyaseti itibarsızlaştırma kampanyasına kamuoyu desteği sağlıyordu. Bir tarafta hatasız, kusursuz, her yaptığını memleket için yapan, memleket için siyasetçiye had bildiren askerler; öteki tarafta hırsız, ahlaksız, pısırık, sefil siyasetçiler...
Medya bu resmi desteklerken söz gelimi askeri harcamaların denetlenmesi ihtiyacını dillendirmezdi. Milletvekili lojmanları, dokunulmazlık, vekillerin maaşları ve özlük hakları halkçılık namına eleştirilirken bir albayın ne kadar maaş aldığını, hangi lojmanda kaldığını veya ordunun sosyal tesislerinde hangi hizmetlerden faydalandığını kimse sormazdı.
Çok şükür o günler geride kaldı. AK Parti iktidarı ile siyaset kurumu kendine çeki düzen verdi ve itibarını tekrar kazandı. Ama öyle gözüküyor ki
siyasetçiyi abalı yapıp ona vurmak
hastalığından kurtulamadık. Şimdi de
milletvekillerinin diş implantı yaptırma
hakkı konuşuyor. Önceden vekillerin
ve bakmakla yükümlü olduklarının
8 taneye kadar diş implantı meclis
tarafından karşılanırken bu sayı şimdi
12'ye yükseltilmiş. Karar doğrudur,
yanlıştır; tartışılır. Lakin aynı düzenleme
ile yüksek yargı mensuplarına da hak
tanındığından ne kadar haberimiz var?
Neden yüksek yargı mensuplarının implant hakkını garipsemiyoruz da milletin temsilcisi olan vekillerinkini dilimize doluyoruz?
'28 ŞUBAT BİTTİ' DİYEBİLMEK
28 Şubat darbesinin üzerinden tam 21 yıl geçmiş. Ortada cevaplanması gereken bir soru var; gönül rahatlığı ile 28 Şubat bitti diyebilir miyiz? Kısmen evet, kısmen hayır.
Siyaseten 28 Şubat bitmiştir.
Bugün kimse 28 Şubat'ın kirli mirasını sahiplenemez. Darbecilere payandalık yapan medya artık 28 Şubat'ı savunamıyor, darbe karşısında hazırola geçmiş CHP bile irtica lafını ağzına almaz oldu. Ancak aynı şeyi maalesef toplumsal alan için söyleyemeyiz. Hala toplumda Müslüman kimliği ayrımcılığa uğruyor. İslamofobik söylem ve eylemler varlığını devam ettiriyor. Gün geçmiyor ki bir siyasetçinin ve medya mensubunun dilinden İslam'ı ve Müslümanları tahkir eden bir ifade çıkmasın.
Evet, 28 Şubat bitti. Büyük ölçüde hesaplaşması yapıldı. Lakin daha kat edilecek mesafe var.
CEVABI BELLİ SORU
28 Şubat sürecinde her gün attıkları manşetlerle darbeci askerlere tekmil veren onursuz gazetecilerin basın özgürlüğünden bahsetmeye hakkı var mı?
[Takvim, 2 Mart 2018]