Türk dış politikasının bölgesel ve küresel dengelere göre pragmatik adımlar atarak kendine alan açma çabasının yeterince anlaşıldığı söylenemez. Batı ittifakından ‘koptu kopacak’ şeklinde yapılan analizler, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını rasyonel biçimde tespit edip ona göre hareket edemeyeceği yanılgısına dayanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Transatlantik İttifakı ötesinde geliştirdiği her ilişki ya Batı’ya alternatif ya da Batı’dan uzaklaşma olarak sunulunca, Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili temelsiz önyargılar oluşuyor. Türkiye analizleri Batı’yla Doğu arasında sıkışmış ve sürekli gelgit yaşayan bir ülke algısının farklı varyasyonları haline gelince, Türk dış politikasına ilişkin sorunlu perspektifler yaygınlık kazanıyor. Türkiye’nin meşru ulusal çıkarları ve öncelikleri olduğu varsayımından hareket edilmedikçe bu analizlerin derinlikli bir izah sunma imkanları da ortadan kalkıyor.
Türkiye’nin son günlerde attığı kritik dış politika adımlarına ilişkin analizlere bakıldığında, gene ‘Batı’ya dönüş’ çerçevesinin hâkim olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin hem İsveç’ten hem de NATO’dan aldığı garantiler, İsveç’in üyeliğine verilen onayın Batı’ya geri dönme çabasına indirgenmesinin mümkün olmadığını gösteriyor. İsveç’in terörle mücadeleyle ilgili taahhütleri ve NATO’nun ilk kez terörle mücadele özel temsilcisi atamayı kabul etmesi, Türkiye’nin uluslararası terörü ittifakın gündemine sokma çabalarının başarısı. İsveç’ten alınan gümrük birliği, vize kolaylığı ve üyelik süreci gibi konularda destek sözü de Türkiye’nin AB’yle ilişkilerini güçlendirme çabalarına hizmet edecek nitelikte. Türkiye’nin askeri kapasitesini ilgilendiren F-16 alımı konusunda ise, Washington’ın elinden İsveç kozu alınarak Biden’ın Kongre’ye daha yoğun lobi yapmasının önü açılmış oldu. Bu somut kazanımlar, Türkiye’nin kararını Batı’ya yanaşma kaygısıyla değil ulusal çıkarlarına hizmet ettiği için aldığını gösteriyor.
Vilnius Zirvesi’nden Transatlantik İttifakı adına çıkan en somut başarı, Türkiye’nin İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yakması olurken Ukrayna lideri Zelenski’nin tam istediğini aldığını söylemek mümkün değil. Eğer Ukrayna üyeliğe resmen davet edilseydi, NATO Rusya’ya karşı son derece ileri bir adım atmış olacaktı. İttifak üyelerinin Rusya’yı provoke etmekten ve NATO’nun doğrudan savaşa müdahil olmasından çekindikleri açık. Ukrayna’nın üyeliği ağırdan alınırken İsveç’in üyeliğinde ilerleme sağlanması, ittifak açısından daha kolay görüldü anlaşılan. Zelenski’nin ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna’nın NATO üyeliğine destek sözleri, Türkiye’nin bu konuda Batı’dan dahi daha cesaretli olduğunu gösteriyor. Türkiye sadece Batı’yla arasını iyileştirmek kaygısıyla hareket etseydi, Ukrayna konusunda Batı’nın temkinli tavrının ötesine geçmezdi. Türkiye’nin bu konuda net tavır alması, NATO’nun Ukrayna’yı da içine alarak genişlemesinin ulusal çıkarına hizmet edeceğine inandığını gösteriyor.
Batı ittifakının Rusya’yla sahadaki dengeler gerektirdiğinde iş birliği yapmak zorunda kalan Türkiye’ye kritik zamanlarda yeterince destek vermediğini biliyoruz. Bunun en çarpıcı örneği Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiği için Rus uçağını düşürdüğünde Batı’dan gelen sükûnet çağrıları olmuştu. ABD ve bazı Avrupalı müttefikler Suriye’de Türkiye’nin elini Rusya’ya karşı güçlendirme çabasında olması gerekirken, YPG’ye verdikleri destekle Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarını derinleştirdiler. Türkiye Libya’da Wagner’in ve Hafter’in önünü kesip istikrar sağlarken Batılı ülkeler somut katkı sağlayamadı. Bu örnekler, Batı’dan gereken stratejik destek gelmese de Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerini geliştirirken gerektiğinde sahada mücadele etmekten çekinmediğini gösteriyor. Bu bağlamda Türkiye Ukrayna’nın NATO üyeliğine Batı’ya yaranmak için değil, Rusya’nın Karadeniz’deki güç projeksiyonu potansiyelini sınırlandırma ihtimali olduğu için destek veriyor.
Türkiye gibi birçok bölgesel aktör uluslararası ilişkilerdeki hızlı değişim karşısında herhangi bir bloka katılarak sorunlarını çözme lüksünün olmadığının farkında. Soğuk Savaş dönemindeki Batı ve Doğu tanımlarının bugünkü uluslararası sistemin tarifi açısından geçerliliği kalmadı. Batı ittifakının kurumsal devamlılığının olduğu bir gerçek ancak ittifakın en temel meselelerde dahi aynı politika etrafında birleşemediğini de görüyoruz. Bu sebeple farklı konularda farklı ittifaklar oluşmak zorunda. Örneğin Çin’in alanını sınırlayarak rekabet etmeye çalışan ABD, bir yandan Hindistan gibi Batı ittifakı dışındaki ülkelerle iş birliği çabasındayken bir yandan da Çin’le iklim değişikliği konusunda iş birliği arayışında. Çok kutuplu olarak tanımlanması dahi zor olan bir uluslararası sistem içerisinde aktörler sürekli yeni meydan okumalar karşısında farklı ortaklık alanları arayışına giriyor. Türkiye’nin de farklı konularda farklı ittifaklar içerisinde yer alması dinamik ve sağlıklı bir dış politikanın gereği olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’nin İsveç’in üyeliğine itiraz ederken de yeşil ışık yakarken de ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini belirtmek gerekiyor. Türkiye’nin Batı’ya döndüğü tezi Batı’dan uzaklaştığı varsayımına dayanıyor ve bunun son derece yüzeysel bir bakış açısı olduğu açık. Önümüzdeki dönemde Türkiye Batı dışındaki ülkelerle iş birliği yapmaya devam edecek ve bunu da Batı’dan uzaklaştığı şeklinde yorumlarsak aynı hataya düşmüş oluruz. İsveç’in NATO üyeliği sürecinde olduğu gibi, Türkiye’nin ulusal çıkarları ve öncelikleri doğrultusunda dış politika ürettiği varsayımından hareket etmek daha sağlıklı bir bakış açısı sağlayacaktır.
[Yeni Şafak, 14 Temmuz 2023].