Her ülkenin kaderini etkileyen kritik olaylar ve sorunlar vardır. Bunları doÄŸru okuyamayan ve zamanında çözüm üretemeyen devlet ve toplumların telafisi zor yaralar aldığına tarik pek çok kez tanıklık etmiÅŸtir. Söz konusu sorunları kronikleÅŸmeden çözen ülkeler ise içeride konsolidasyonu gerçekleÅŸtirirken dışarıda güç kazanmıştır. Türkiye de bu noktada önemli bir eÅŸikten geçiyor.
Her ne kadar bir imparatorluÄŸun çoÄŸulcu mirasının kalıntıları üzerine kurulmuÅŸ olsa da redd-i mirası da içeren homojenleÅŸtirici bir ulus devlet ideolojisini ama eksen olarak benimseyen Türkiye tek parti dönemini geride bırakmış, ancak darbe ve vesayetler yoluyla önemli badireler atlatmıştır. Toparlanmaya çalıştığı dönemlerde de yeni müdahaleler ile karşı karşı kalmıştır. Hala da bu müdahaleler çeÅŸitli biçimlerde sürüyor.
Ekonomik krizler, siyasal parçalanmalar, çok parçalı siyaset ve koalisyon dönemleri, 12 Eylül, 28 Åžubat, Gezi, 7 Åžubat, 17-24 Aralık gibi süreçler Türkiye’ye diz çöktüremedi. Siyaset bir yolunu bulup milli iradenin de desteÄŸi ile bu sorunları aÅŸmasını ve ya en az hasarla kontrol altına almasını bildi. Ancak bunlar her ÅŸeyin yoluna girdiÄŸii ve Türkiye’nin artık rahata kavuÅŸtuÄŸu anlamına gelmiyor.
Üç önemli sorun hala büyük riskler olarak karşımızda duruyor. Çözüm sürecinin hitama erdirilmesi ve eÅŸit vatandaÅŸlığın anayasal tesisi; Alevilik ve çoÄŸulculuÄŸun korunması; cemaat ve benzeri yapıların siyaset mühendisliÄŸi bahsettiÄŸimiz üç temel sorun alanıdır. Türkiye bu sorunlar ile yüzleÅŸmeye baÅŸladı ve belirli bir mesafe de kat edildi. Artık öyle bir zaman dilimindeyiz ki Türkiye bu sorunları ya çözecek ya da kulak ardı edip siyasal ve toplumsal çözülmenin eÅŸiÄŸine gelecektir.
Yukarıda da iÅŸaret ettiÄŸimiz gibi modern Türkiye’nin vatandaÅŸlık anlayışı tek tipleÅŸtirme felsefesine dayalı olduÄŸu için kendi içindeki farklılıkları görmemeyi tercih etmiÅŸtir. Bunun faturası çok büyük olmuÅŸtur. Milliyetçilikler karşı milliyetçilikleri doÄŸurmuÅŸ, güvenlik perspektifi hakim paradigmaya dönüÅŸmüÅŸ, kendi vatanına ve devletine yabancılaÅŸan kesimler ortaya çıkmıştır. EÄŸer bugün uzun yılların inkar ve ret politikaları toplumsal bir kopuÅŸa neden olmadıysa bilinmelidir ki bu Anadolu irfanı sayesinde olmuÅŸtur. Temel hak ve hürriyetlerin temini konusundaki ilkesel duruÅŸuna ilaveten AK Parti Hükümeti sosyolojik çözülme riskini de doÄŸru okuduÄŸu için çözüm sürecini baÅŸlatmıştır. Ciddi engeller ve zorluklar ile karşılaşılmış olsa da bu süreç Türkiye’nin bütünlüÄŸü için sürdürülmesi ve hitama erdirilmesi gereken bir süreçtir.
Türkiye’nin çözümlemesi gereken ikinci sorun artık tartışma ve talepleri siyasal ve kamusal alana da mal olmuÅŸ AleviliÄŸe iliÅŸkin meseledir. Türkiye’nin sosyolojisi ulus devletin tek tipleÅŸtirme çabalarına raÄŸmen hala imparatorluk mirasını yansıtır. Alevilik te Anadolu’da yerleÅŸik köklü bir inanç geleneÄŸidir. Bu geleneÄŸe/inanca mensubiyetin teolojik yönü dahil , Alevilik ile ilgili tartışmaların pek çok yönü var. Ancak bugün gelinen noktada vatandaÅŸlar olarak taleplerinin ciddiyetle ele alınması ve artık ötelenmemesi gerekiyor. Çünkü her öteleme Aleviler arasında yabancılaÅŸma zemini hazırlıyor ki bu da toplumsal çözülmenin ilk evrelerinden biridir.
Alevilerin taleplerini ilk kez ciddiye alarak bir müzakere baÅŸlatan AK Parti Hükümeti olmuÅŸtur. Bu önemli bir geliÅŸmedir zira AK Parti muhafazakarlığının Sünni gelenekten beslendiÄŸi genel kabulü göz önüne alındığında Alevilik ile ilgili attığı adımların ezber bozan bir giriÅŸim olduÄŸunu söylemek mümkündür. GeçmiÅŸte hala karanlık kalan, derin devlet mi, yabancı istihbarat mı vb. kimin yaptığı hala karanlık kalan MaraÅŸ ve Sivas olaylarının aydınlanamaması Alevilerin bir kısmı nezdinde Sünni çoÄŸunluÄŸu zan altında bırakmaktadır. Hükümet, Dersim olayları ile yüzleÅŸme konusundaki cesaretini bu olayların aydınlatılması yönünde de göstermelidir. Böyle bir giriÅŸim Alevi kesimlerin kolektif bilinç altına sızan Sünnileri sorumlu tutma ve suçlama hissiyatının da ortadan kalkmasına veya en azından hafiflemesine katkıda bulunacaktır.
Türkiye’nin çözümlemesi gereken üçüncü mesele ise Hükümet-Gülen Hareketi çatışmasında ortaya çıkan siyasete müdahale giriÅŸimlerinin yapısal zemininin yeniden ele alınmasına iliÅŸkindir. AK Parti 28 Åžubat süreci sonrasında kuruldu. Bu süreçten maÄŸdur olan ve yeni bir Türkiye özlemi çeken kesimler ile kurulan ittifakta liberaller, dini cemaat ve gruplar beraber yer aldı. Bunlar arasında Gülen Hareketi kendisine açılan fırsat alanını en iyi deÄŸerlendiren ve büyüyen grup oldu.
AK Parti Hükümeti güven esasına dayanan iliÅŸkileri nedeniyle ne Gülen Hareketi ne de diÄŸer grupları sınırlandırma gereÄŸi duydu. Ancak Gülen Hareketi’nin AK Parti döneminde geniÅŸleyen güvenlik sektörü, yargı ve bürokrasideki beÅŸeri sermayesi siyasi iradenin üzerinde ve dışında hareket etmeye baÅŸlayınca devlet mekanizmasında ciddi bir sorunun var olduÄŸu ortaya çıktı. Ä°ÅŸte Hükümet bugün kendisini hedef alan ve siyaseti biçimlendirmeye çalıştığını düÅŸündüÄŸü bu yapısal sorunla yüzleÅŸmektedir. Siyasetin ve devlet mekanizmalarının dengelerini alt üst eden bu yapısal bozulma, devlet için bir beka sorunu olarak görülmektedir. Dini ve sosyal hareketleri kendi meÅŸru faaliyet alanlarına çekerek bu sorun çözülmez ise Türkiye’nin çözülme riski vardır. Ne Hükümet ne de devlet buna seyirci kalamaz.
[Haber 10, 24 Aralık 2014]