Esed rejiminin devrilmesiyle birlikte Ortadoğu’daki bölgesel güç dengeleri ve jeopolitik paradigmalar köklü bir dönüşüme uğradı. Suriye sahasında uzun yıllar etkinlik gösteren en güçlü aktörlerden Rusya ve İran, değişen dinamikler karşısında sahadaki varlıklarını büyük ölçüde sınırlandırmak zorunda kaldı. Ülkenin batısında Şam hükümeti kontrolü yeniden tesis etmeye çalışsa da doğuda –Fırat Nehri’nin doğusundaki geniş bölgelerde– ABD’nin desteğini arkasına alan PKK/YPG unsurları halen varlığını sürdürmektedir.
Devrim sürecinin başından itibaren Suriye halkıyla derin müttefiklik ilişkileri geliştiren ve silahlı muhalif unsurlara stratejik destek sunan Türkiye ise rejimin devrilmesi sonrası dönemde sahadaki en belirleyici aktör konumuna yükselmiştir. Bu yeni siyasal ve askeri konjonktür bölgesel dengeleri yeniden şekillendirirken İsrail açısından da önemli bir meydan okuma teşkil etmektedir. İsrail oluşan yeni düzenin kendisi için potansiyel tehditler barındırdığını değerlendirerek değişen jeopolitik realiteler doğrultusunda yeni bir stratejik yaklaşım arayışı içerisindedir.
Bu doğrultuda rejimin devrilmesini müteakip yaklaşık 600 hava saldırısıyla rejimden geriye kalan stratejik silah sistemlerini hedef alan İsrail, yeni Suriye’yi olabildiğince kritik silahlardan yoksun bırakmayı hedeflemektedir. Nitekim İsrail, Golan Tepeleri’ndeki varlığına ek olarak Suriye içinde ilerleyerek bazı stratejik noktaların kontrolünü ele geçirmiştir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Lübnan-Suriye sınırındaki Hermon Dağı’na dahi giderek bu noktadan görüntü vermiştir. İsrail’in iddiası bu sahalarda süresiz kalacağı yönündedir.
İsrail ayrıca uluslararası sistemle angaje olmayı hedefleyen ve bu hususta dirayetli bir müzakere süreci yürüten Şam yönetimine karşı hem ABD hem de AB politika yapıcıları seviyesinde lobi faaliyetlerini sürdürmektedir. Nitekim İsrail yetkilileri yeni yönetimi “cihatçı bir örgüt” olarak tanımlamaktadır. Donald Trump’ın Gazze söylemleri de göz önünde bulundurulduğunda ABD’nin İsrail’e sınırsız destek stratejisinin yeni dönemde de yürürlükte olması muhtemeldir.
Tüm bunların yanında Reuters’da yer alan habere göre İsrail, Türkiye’nin etkisini sınırlandırmak ve Rusya’nın Suriye’de kalmasını sağlamak adına da arka kapı diplomasi izlemektedir. Trump’ın Rusya’ya karşı oldukça pozitif yaklaşımının yanı sıra Barack Obama döneminden itibaren Washington ve Moskova arasında Suriye üzerinde işleyen adı koyulmamış “uzlaşı”nın tekrar işletilebileceği değerlendirilebilir.
İsrail belirlediği strateji çerçevesinde Suriye’nin güneyinde yer alan Kuneytra, Dera ve Süveyda bölgelerinin silahsızlandırılmış bir statüye kavuşturulmasını talep etmekte ve Şam yönetimine bağlı askeri unsurların bu bölgelere giriş yapması halinde doğrudan askeri müdahalede bulunacağını açık bir şekilde beyan etmektedir.
Bunun yanı sıra İsrail yönetimi bölgedeki Dürzi nüfusu himaye eden bir aktör olarak kendisini konumlandırarak bu söylem üzerinden bölgesel nüfuzunu tahkim etmeyi amaçlamakta ve Dürzileri Suriye sahasında uzun vadeli stratejik çıkarlarını pekiştirme aracı olarak kullanmaktadır.
Devrim Sürecinde Dürziler
2011’de Suriye’de halk ayaklanmasının başlamasıyla birlikte Dürzi toplumu başlangıçta büyük ölçüde rejim yanlısı bir tutum sergilese de zaman içinde bu pozisyonunda kayda değer bir değişim gözlemlenmiştir. Bu süreç çeşitli kırılma anlarıyla şekillenmiş ve toplumsal dinamikler üzerinde derin etkiler meydana getirmiştir.
Bu bağlamda 9 Nisan 2014’te bir Dürzi şeyhinin gözaltına alınması, rejim ile Dürzi toplumu arasındaki gerilimin ilk işaretlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Ardından 4 Eylül 2015’te Ricalü’l-Kerame hareketinin lideri Şeyh Vahid Balus’un suikasta uğraması gerilimi tırmandırmıştır. 2016-2018 arasında DEAŞ tarafından gerçekleştirilen saldırılar, Dürzi toplumunun güvenlik kaygılarını derinleştirirken 2020’de koronavirüs (Covid-19) salgınıyla birleşen ekonomik kriz, rejim karşıtı protestoların fitilini ateşlemiştir. Bu dönemki gösteriler belirli bir süre sonra nihayete ermiştir. Ancak Ağustos 2023’te başlayarak rejimin devrilmesi talebiyle kesintisiz şekilde devam eden protestolar, Dürzi toplumu ile Esed rejimi arasındaki tarihsel kopuşun en belirgin tezahürü olarak değerlendirilebilir. Bu süreç rejime yönelik hoşnutsuzluğun yanı sıra Dürzi toplumunun siyasi otonomi talebine de giderek sıcak baktığı bir yaklaşımı beraberinde getirmiştir. Nitekim 8 Aralık devrimi sonrasında Dürzi askeri grupların silah bırakmaya mesafeli yaklaşım sergilemeleri söz konusu durumu ortaya koymaktadır.
Buna karşın Dürzi toplumunun kayda değer bir kesimi Netanyahu’nun Suriye ve Dürzilerle ilgili söylemlerine karşı kitlesel eylemler düzenleyerek Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliğine olan bağlılıklarını kamusal alanda güçlü bir şekilde beyan etmiştir. Dahası gösteriler sırasında “Netanyahu bir teröristtir” pankartlarıyla tepkilerini sembolik ve doğrudan bir mesajla ortaya koymuşlardır.
Lübnan Dürzilerinin önde gelen siyasi figürü Velid Canbolat da sürece dair kaygılarını “Suriyeliler, İsrail’in komplolarına karşı uyanık olmalı; zira Suriye’de Arap ulusal güvenliğini zayıflatmayı hedefleyen daha geniş ölçekli bir proje yürürlüktedir” şeklinde dile getirmiştir.
Süveyda Askeri Meclisi
Süveyda kentinde Dürzilerin kurduğu ve mevcut durumda varlığını sürdüren dört farklı silahlı oluşumdan söz edilebilir. Söz konusu oluşumları askeri büyüklük olarak; Ricalü’l-Kerame, Liva Cebel, Ahrar Cebel ve Rical Şeyhü’l-Kerame şeklinde sıralamak doğru olacaktır. Bunlara 22 Şubat 2025’te ismi zikredilen gruplardan bağımsız bir şekilde Süveyda Askeri Meclisi eklenmiştir.
İsrail’in Suriye’ye yönelik sıklaşan açıklamalarını müteakip Süveyda Askeri Meclisinin kurulması ve saha kaynaklarından aktarılan bilgilere göre kimliği belirsiz helikopterler tarafından bölgeye silahların sevk edilmesi soru işaretlerini büyütmektedir. Bunun yanı sıra grubun logosu ile Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) logosu büyük benzerlik göstermektedir. Suriye haritasının kullanıldığı logoda Hatay, Suriye toprakları içinde gösterilmektedir. Yine SDG logosunda olduğu gibi Fırat Nehri Suriye’yi bölen bir figür olarak yer almaktadır.
Saha kaynaklarına göre söz konusu silah sevkiyatının ardından uzun süredir CENTCOM ile temas halinde bulunan bazı Dürzi figürlerin öncülüğünde Süveyda Askeri Meclisinin teşekkül ettiği ifade edilmektedir. Bu yapının SDG ile yapısal benzerlikleri ve yine SDG pratiğinin bir yansıması olarak “askeri meclis” adı ve formuyla ortaya çıkışı hem bağımsızlığına dair kuşkuları derinleştirmekte hem de geleceğine yönelik belirsizlikleri artırmaktadır.
Nitekim askeri meclis yapılanmalarının ideolojik veya siyasi bir zemin üzerine inşa edilmekten ziyade belirli taktiksel gereklilikler doğrultusunda projelendirilmiş yapılar olarak ortaya çıktığı, farklı bölgelerde müteaddit defa gözlemlenmiş bir olgudur. Kuruluş bildirgesi okunurken arka planda yer alan bir ismin eski bir rejim subayı olduğu belirlenmiştir. Bu durum bahsi geçen yapının proje yapısına yönelik analizleri güçlendirmektedir.
Cerame Vakası
Şam’ın güneyindeki Cerame kasabasında kişisel anlaşmazlıklar nedeniyle başlayan çatışma süreci bir anda Dürzi Cerame Kalkanı Tugayı ile Şam hükümetine bağlı güvenlik güçlerini karşı karşıya getirdi. Süveyda Askeri Meclisi unsurlarının da Suriye ordusuna karşı mobilize olduğunu gösteren görüntülerin medyaya düşmesi, Şam ile Dürzi grupların ilk askeri sınamasını yaşayacağını gösterdi. İsrail’in geçtiğimiz dönemde yaptığı açıklamalarla da bir araya getirildiğinde sürecin tehlikeli bir hal almasından endişe ediliyordu. Ancak günün ilerleyen saatlerinde Suriye ordusu Dürzi bayraklarıyla kente girerek büyük bir sınavı başarıyla vermiş oldu.
İsrail 8 Aralık devriminin ardından Suriye’de kendisi açısından en arzu edilmeyen sosyopolitik tabandan yani Sünni Araplardan müteşekkil bir oluşumu komşu olarak bulmuştur. Devrim sürecinin başlangıcından itibaren gerçekleştirilen kara ve hava saldırıları, İsrail’in bu yeni siyasi ve askeri denkleme duyduğu derin kaygıyı açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak askeri tedbirlerle sınırlı kalmayan bu endişe aynı zamanda Suriye’nin siyasi bir örneklik teşkil etme potansiyelinden de kaynaklanmaktadır. Özellikle Şam yönetiminin istikrarı sağlaması ve güçlü bir devlet mekanizması inşa etmesi İsrail açısından stratejik bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Bu çerçevede İsrail mevcut hükümeti zayıflatmak, alternatif güç unsurları ortaya çıkarmak ve mevcut ayrışmaları derinleştirmek adına yoğun çaba harcamaktadır. Bu doğrultuda Dürzi toplumu içerisinden kendisine müttefik unsurlar devşirme stratejisini benimseyerek sahada yeni aktörler üretmeye çalışmaktadır. Süveyda Askeri Meclisi adlı oluşum da bu stratejik hamlenin taktiksel bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Suriye sahasındaki etkisini giderek artırması ise İsrail’in bölgesel güvenlik algısını tehdit eden en önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. Bu bağlamda İsrail’in PKK/YPG meselesinde proaktif bir pozisyon arayışı içinde olduğu gözlemlenmektedir. İsrail aynı zamanda Rusya’nın Suriye’deki varlığını muhafaza etmesini Türkiye’yi dengeleme stratejisinin bir parçası olarak desteklemektedir. Ancak Gazze’de yaşadığı büyük kayıpların yanı sıra bölgesel ve yerel dinamikler İsrail’in hareket alanını ciddi biçimde kısıtlamaktadır.