Günümüzde Türk dış politikasının en önemli konularından biri kuşkusuz Türk-Amerikan ilişkileridir.
Dünyanın en büyük askerî ve ekonomik gücüne sahip ülkesi olan ABD’nin sadece Türkiye’nin dış politikası açısından değil, aynı zamanda iç politikasının şekillenmesi açısından da önemli bir aktör olduğunu da ifade etmek gerekiyor.
ABD’nin müdahale girişimlerine sadece Türkiye maruz kalmadığı gibi, Türkiye siyasetine nüfuz etme çabaları da sadece ABD’den gelmiyor. Uluslararası sistemin güçlü aktörlerinin kendilerine göre görece daha zayıf ülkelerin siyasetlerine kendi çıkarları doğrultusunda yön verebilmek için çeşitli araçlarla her türlü müdahalede bulunmaları uluslararası ilişkilerin doğasında var. Bu müdahalelerin çoğu zaman uluslararası hukuka aykırı şekilde gerçekleştiğini ise söylemeye bile gerek yok.
ABD’nin Türkiye iç ve dış siyasetine müdahale konusunda çok çeşitli ve etkili araçları var.
Bazen ekonomik yaptırımlar, bazense ekonomik yardımlar Türkiye’ye yön vermek için havuç ve sopa politikasının bir aracı olarak kullanıldı.
Bazen askerî yardımlar, bazense silah ambargoları ABD’nin Türkiye politikasının araçları olarak karşımıza çıktı.
Bazen terör örgütlerine destek verdiler, bazense terör örgütlerine karşı mücadelesinde Türkiye’ye destek veriyormuş gibi göründüler.
Halkbank Genel Müdür Yardımcısını Amerika seyahati sırasında tutukladılar ve onun üzerinden yürüttükleri Halkbank davasını Türkiye’ye karşı bir baskı ve şantaj aracı olarak kullandılar.
Kontrolleri altındaki medya aracılığıyla Türkiye’ye karşı karalama kampanyaları yürüttüler.
Bütün araçları kullanıp istedikleri sonucu alamadıklarında ise darbe aracına başvurdular. Bu araç her zaman işe yaramıştı. Ta ki 15 Temmuz 2016’ya kadar.
Bu kısa girişin ardından Türk-Amerikan ilişkilerinin son 10 yılına bakalım...
2009'un, Türk-Amerikan ilişkileri açısından kritik bir yıl olduğunu ifade etmek gerekir.
Ocak ayında yaşanan Davos Krizi ile birlikte İsrail’in saldırgan politikalarını ağır bir şekilde eleştiren Türkiye, buna karşılık İran, Suriye ve Irak gibi Orta Doğu ülkeleriyle ciddi bir yakınlaşma süreci yaşıyordu. Irak ve Suriye ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği mekanizması çerçevesinde ortak kabine toplantıları gerçekleştirmeye başlayan Türkiye, ekonomik ve siyasi ilişkilerini her geçen gün geliştirdiği İran konusunda da İsrail, ABD ve bazı Avrupa ülkelerini rahatsız eden bir politikaya yönelmişti.
Türkiye’nin bu politikaları Washington’da iki açıdan kabul edilebilir değildi.
İlk olarak, Türkiye’nin İsrail’i eleştiren ve Orta Doğulu komşularıyla yakınlaşan politikası ABD’deki İsrail lobisi açısından Ankara’daki Erdoğan ve AK Parti hükûmetinin “hizaya çekilmesi” ya da olmuyorsa devrilmesi için yeterli sebepti.
İkinci olarak ise, Türkiye’nin giderek dış politikada daha bağımsız hareket etmesi, kendi çıkarlarını önceleyen ve Amerikan çıkarlarını arka plana atan bir tavır içerisine girmesi ABD’deki güvenlik bürokrasisi ile siyasetteki bazı çevreleri rahatsız etti. Bir NATO üyesi olan ve Soğuk Savaş döneminde Amerikan “korumasına” mazhar olan Türkiye’nin Orta Doğu’da ABD’nin kendisi için uygun gördüğü rolü oynaması gerektiğini düşünen bu çevreler, Ankara’nın özellikle Tahran ile “düzen kurucu” bir iş birliği arayışından çok rahatsız oldular. Bu iş birliğinin İsrail’i ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarını hedef alacağını düşündüler.
İlerleyen dönemde Türkiye’nin yeni dış politikasından rahatsız olan bu iki kesimin bir araya gelmesi Türk-Amerikan ilişkilerinde daha önce görülmemiş boyutta krizlerin yaşanmasına yol açtı.
İsrail lobisi ile onun etkisinde olan ya da onunla yakın iş birliği içerisinde olan Amerikan siyasetçileri ve güvenlik bürokrasisi Türkiye’yi “yola getirmek” için çok sayıda girişimde bulundular ve çok farklı araçlara başvurdular.
Erdoğan ve AK Parti karşıtı cepheyi hem ABD’de hem de bütün dünyada genişletmeye çalışırken Türkiye içerisinden de müttefikler kazanmaya çalıştılar.
Türkiye karşıtı bu çevrelerin düşmanca adımlarıyla son 10 yıllık dönemde Türk-Amerikan ilişkileri hızlı bir şekilde bozulurken, iki ülke ilişkilerini rasyonel bir zemine çekmeye çalışan girişimler de oldu.
Bir sonraki yazıda her iki yöndeki adımlara biraz daha yakından bakalım..
[Türkiye, 9 Kasım 2019].